Akıl ve ahlak
Ahlak kuralları, aynı zamanda akıl kurallarıdır da. Nerede ahlak kuralı varsa o kural akla da uygundur. Mesela, temizlik bir ahlak kuralıdır. Aynı zamanda akla uygundur. Mesela, yardımseverlik bir ahlak kuralıdır. Aynı zamanda akla da uygundur. Mesela, adalet bir ahlak kuralıdır aynı zamanda akla da uygundur. Mesela, sakin ve öfkesiz olmak bir ahlak kuralıdır. Aynı zamanda akla da uygundur. Şimdi bu dört örnekte saydığımın birincisi ile dördüncüsünde, nefsin de bir itirazı yoktur. Ancak, ikinci ve üçüncü sıradaki örnekler de nefsin itirazı olabilir. Yani, nefis yardımseverlik ve adaletten hoşlanmaz.
Nefis, temizlik içinde olmak ve sakin ve öfkesiz olmak konusunda belki itiraz etmeyebilir, ancak, nefis yardımseverlik ve adalet konusunda istekli davranmaz. İşte, bu noktalarda çatışma yaşanır.
Bu çatışmanın temelinde şu soru vardır: “Akıl ve ruh mu galip gelecek, nefis ve beden mi galip gelecektir?”
Günlük davranışlarda ya da günlük olaylarda akıl ve ruh galip gelirse ahlak, nefis ve beden galip gelirse ahlaksızlık meydana çıkar. Bu mücadele insanda her an, her saniye ve her vakit meydana gelen sürekli bir mücadeledir.
Kur’an-ı Kerim’de ahlak üzerine, adalet üzerine, iyilik üzerine yüzlerce ayeti-i kerime var.
Bunlardan birisi de Nahl Suresi 90. ayettir. Bu ayet-i kerime her Cuma Namazında hutbede okunmaktadır. Hutbe bittiğinde İmam Efendi gür sesle bu ayet-i kerimeyi haykırmaktadır.
İmam Efendi insanları Allah’ın emirleri doğrultusunda ahlaka çağırıyor ve ahlaksızlıktan da uzak durmalarını istiyor. Bu ayet-i kerimede üç husus emrediliyor ve üç şey de yasaklanıyor.
Bu emredilen hususlar ahlakın en önemli kuralıdır. Yasaklanan üç şey de ahlaksızlığın en başta gelenleridir.
İşte o ayet-i kerime: “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl Suresi, 90)
Bu ayet-i kerimede emredilenler, yani adalet, iyilik ve akrabaya yardım aklın gereğidir. Bunlar aklın gerekleri olduğu gibi ahlakın da kurallarıdır. Yasaklananlar, yani çirkin işler, fenalık ve azgınlık da nefsin istekleridir. Bunlar da akla aykırı oldukları gibi ahlaksızlığın da ta kendisidir.
Evet, akıl ve ahlak birbirinin ayrılmaz parçasıdır. Akıl ve ahlak bir bütündür. Aklı olmayandan ahlak da beklenmez. Aklı olmayıp da ahlaksız yapanlar sorumlu da değildir. Ancak, akıl ile ahlaksızlık ikisi de bir arada var ise, o kişi mesuldür ve hem Dünyada ve hem Ahirette hüsrandadır.
Mevlana Hazretleri der ki; “Allah melekleri yarattı, onlara akıl verdi. Hayvanları yarattı, onlara da nefis verdi. İnsanoğlunu yarattı, onlara hem akıl, hem de nefis verdi. İnsanlardan kimin aklı nefsine galip gelirse, meleklerden daha üstündür. Kimin nefsi de aklına galip gelirse o da hayvanlardan aşağıdır.”
Akıl yolunda ilerleyen ve meleklerle yarışan insanlara nasıl “insan denemeyeceği” gibi, akılsızlık ve ahlaksızlık yönünde ilerleyen, necis tarafa geçip de nefsani isteklerinin kölesi olarak her türlü pis işleri yapanlar ve kötülükte sınır tanımayanlar da “insan olamaz.”
Meleklerle yarışanlar gün gelir meleklerden daha üstün bir mevkie ulaşırlar.
Bunlar melekleri geçtikleri için başka bir isimle anılmalıdır. “Melekler üstü” varlıklar diyebiliriz bunlar için.
Peki, hayvanlardan daha aşağıda olanlara ne diyeceğiz? Bizim bunlara hayvan dememiz yakışık almaz ve tüm hayvanlara hakaret olur. Özellikle bunu belirtelim. Kötülükte sınır tanımayan ve nefsinin boyunduruğu altına girmiş adi mahluklara sakın hayvan demeyin, onlar aşağılık bir durumdadır. Onlar için Kur’an-ı Kerim’de bir ifade kullanılıyor. Bu ifade “belhum adall”dır.
“Belhum Adall” ne demektir?
“Belhum Adall” Kur’anî bir terimdir.
Yüce Rabbim bu terimi gafiller ve sapkınlar için kullanıyor. Bu terim ahlaksızlar için kullanılan bir terimdir.
Bu terimin kullanıldığı A’raf Suresi 179. ayetin meali şöyledir: “Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.”
Yukarıda meali verilen ayette geçen, “işte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar” ifadesi üzerinde duralım. Ahlaksız, sapkın ve gafil insanlarda akıl var, ancak aklını değil de nefsine uyduğu için hayvanlar gibi oluyorlar. Ancak hayvanlar gibi de olamıyorlar, çünkü hayvanlar da akıl yok, akıl olsaydı, hayvanlar o densizliği işlemezlerdi. Hayvanlar da akıl olsaydı gaflet ve dalalet içerisinde olmazlardı ve aklın yolunda ve Hakkın emirleri doğrultusunda yaşarlardı. Ancak gafiller ve sapkınlar, akıllarını kullanmadıkları için hayvanlardan daha aşağıdadırlar ve “belhum adall” derekesindedirler.
Niye derece değil de dereke?
Derecenin zıttı derekedir. Derece yukarıya doğru mesafe alan ve yükselen hususlar için kullanılırken, dereke aşağıya inen durumlar için kullanılır. Mesela, Cennetin dereceleri, cehennemin derekeleri vardır. Bu nokta itibariyle aklının yolunda giden derece alır, nefsine uyan da dereke dereke düşer. “Ne derecenin sonu vardır, ne de derekenin sınırı vardır.”
Allah bizleri derece alanlardan eylesin ve dereke düşenlerden eylemesin. Amin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.