Dünyada ve ülkemizde organik tarım süreçleri
Organik Tarım Siteminin ilk temeli, Avusturyalı botanikçi ve mikrobiyolog Raoul France’nin 1911 de “Toprak Ekolojisi” kitabını yayınlayarak toprağın korunmasının öneminden bahsetmesiyle atılmıştır.
Avusturyalı bilge, sanatçı ve eğitimci Rudolf Steiner (1861-1925) bitkisel üretimle topraktan alınan minarelerin yerine konması için çiftlikten çıkan her türlü bitkisel ve hayvansal atığın kompost haline getirilerek toprağa geri verilmesi gerektiğini, sadece güneşten ve aydan tarım yaparken yararlanılmayacağı, aynı zamanda gezegenlerin hareketlerinin de tarımda önemli rol oynadığını; örneğim ekim veya hasatta dikkate alınması gerektiğini ifade etmiştir. Daha sonra “Antroposif Çiftçiler Araştırma Halkası” nın kurulmasına öncülük eder. Yetiştirdiği çiftçiler Steiner’in ölümünden 3 yıl sonra “Biyolojik Dinamik Ürünlerini Değerlendirme Kooperatifini” kurdular. “Demeter” markasıyla bu ürünleri satışa sunarlar.
Daha sonra İngiliz Albert Howard 1940 yılında, toprak verimliliğini koruyabilmenin muhasebeci titizliği ile topraktan uzaklaştırılan minerallerin hesaplanarak doğal yollarla verilmesi gerektiğini “Tarımsal Vesayet” isimli kitabında belirtmiştir.
Bu kitapta yazılanların etkisiyle İngiltere’nin ilk kadın ziraat mühendislerinden Lady Balfour, Suffolk 1946 yılında “Toprak Birliği”ni kurmuştur.
Bütün bunların yanında hastalık, zararlı ve yabancı otlarla mücadelede kullanılan tarımsal ilaçların zararları ile ilgili 1962 yılından sonra yapılan araştırmalar ve ortaya konan bilgiler organik tarım sitemini hızla güçlendirmiştir.
Organik tarımın temelleri 1911’li yıllarda atılmış ve organik tarım 1970’li yıllara kadar örgütsüz bir biçimde çeşitli ülkelerde uygulanmıştır. Bu çalışmaların merkezi bir yapıya kavuşması Uluslararası Organik Tarım Hareketleri Federasyonu’nun (IFOAM) 1972 de kurulmasıyla başlar.
Ülkemizde organik tarım faaliyeti ilk olarak Manisa Tekelioğlu Köyünde 1986 yılında organik kuru üzüm üretimi ile başlamıştır. Türkiye’de organik tarımın gelişimi 3 safhada gerçekleşmiştir. Birinci dönemde (1984-1993) herhangi bir ulusal hukuki düzenleme yoktur. Ülkemiz organik tarımla yeni yeni tanışmaktadır ve üretim ithalatçı ülkelerin kurallarına göre sürdürülmüştür. İkinci dönemde(1994-2002),yönetmelik düzeyinde bir takım gelişmeler yaşanmış ve bu dönemde organik tarım faaliyetleri özellikle Ege bölgesinde gelişmeye ve yaygınlaşmaya başlamıştır. Üçüncü dönem ise 2003’den günümüze kadar gelen dönemdir ve 03 Aralık 2004’de Organik Tarım Kanunu yayımlanmış ve bunu 10 Haziran 2005’de yürürlüğe giren Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik takip etmiştir. Bu yönetmenlik 18 Ağustos 2010 tarihinde güncellenerek AB Yönetmeliği ile uyumlu hale getirilmiştir.
Ülkemizde organik tarım sistemi yasal süreçlerle desteklenmektedir ve üretim miktarı ve üretici sayısındaki artış bakımından hızla gelişmektedir. Organik tarım gelişmesiyle birlikte toplumda da farkındalık oluşmasını sağlamaktadır.
1996 yılında bitkisel üretim yapan çiftçi sayısı 1.947, ürün miktarı 10.304 ton iken, 2016 yılında çiftçi sayısı 46.000 civarına, ürün miktarı ise 1.627.106 tona yükselmiştir.
2005 yılında organik hayvancılık yapan çiftçi sayısı 6, hayvan sayısı da 12.000 iken, 2016 yılında çiftçi sayısı 188, hayvan sayısı da 1.215.632 adet olarak gerçekleşmiştir. Yine 2016 yılında 1.609 ton et, 21.431 ton süt, 375 ton peynir, 7.257 ton tereyağı ve 147.600.367 adet yumurta üretimi yapılmıştır. Organik arıcılıkta ise, 276 üretici 40.371 kovandan 349 ton bal üretimi gerçekleştirmiştir.
Çoğu zaman organik ürün, doğal ürün, organik tarım, ekolojik tarım, biyolojik tarım gibi kavramlar birbirine karıştırılmakta ve yanlış anlaşılmalara sebep olmaktadır.
Organik tarım metodu Ülkemizde ve İngiltere de “organik tarım” Almanya’da “ekolojik”, Fransa’da “biyolojik” tarım olarak isimlendirilmektedir. Ancak “doğal tarım”, “doğal ürün” ile “organik tarım” “organik ürün” aynı şeyler değildir.
Doğal tarım, zirai mücadele ilaçları, ticari gübreler, hormonlar ve sentetik organik maddelerin hiçbirini kullanmadan, geleneksel usullerle yapılan tarımsal faaliyetlerdir. Bu faaliyetlerin sonucunda elde edilen ürünlere de doğal ürünler denir. Bu ürünlerin yetiştirilmesinde kontrol sistemi ve sertifikalandırma yoktur. Bu ürünlerin güvenilirliği üreticinin veya satıcının güvenirliliğine bağlıdır.
Organik ürünler ise, sizin hayalinizdeki gibi doğal yetişmiş yani eskilerin tabiriyle “hüda-i nabit” doğal ürünler değildir. Bu ürünlerin yetiştirilmesinde izin verilen gübreler, ilaçlar ve bazı girdiler kullanılabilmektedir. Üretimden tüketime kadar kontrol mekanizmaları vardır. Tarafsız kuruluşlar tarafından sertifikalandırılmaktadır. Organik tarıma kısaca, ürünlerin yetiştirilmesinden satılmasına kadar geçen süreçte kendi özel prensip ve uygulamaları olan, her aşaması kontrol edilen, sürdürülebilir tarım sistemidir diyebiliriz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.