Ashab-ı Kehf'in Delikanlısı
Bin dokuz yüz elli dört yılı... Sivas Şarkışla... Aralık ayının son günü, bir coşku var obada o gün kıpır kıpır, açılıyor hayal pencereleri,...
Bin dokuz yüz elli dört yılı... Sivas Şarkışla... Aralık ayının son günü, bir coşku var obada o gün kıpır kıpır, açılıyor hayal pencereleri, hafif bir rüzgar ile süzülüyordu Elmalı köyü… O gün ki; Mekke’nin Fetih olduğu gün, o gün ki bedenin, cihada ulaştığı gün. Bir Yiğit dünya ya geldi, Selçuklu mirası Türkmen boyunda. Ne mutlu Fidan anasına, ne mutlu obasına! Kekik kokulu koyakları aşarak, bir çeşme başında, yarpuzlar arasında kendini bırakıp, ruhunu dinleyerek büyümüş, serpilmeye başlamıştı... Bir kutlu sevdayla yanıp tutuşur, Türkmen töresine göre yetişirdi obanın gençleri. Muhsin demişlerdi adına, Kürşad gibi yiğit bir er olsun diye. Er de olmuş Beğ’de olmuştu Muhsin! Şarkışla’nın lisesinde Genç Ülkücüler teşkilatına girip vatan aşkı ile milletin hizmetine erişmişti. Yıllar gelip geçmişti fakat Alp Muhsin, o anki ülkücü heyecanını, Alperen ruhunu, her zaman hissettiriyordu, genç erenlerine! O artık Alperenlerin başı idi. Türklük bedenimiz, İslam ruhumuz dedikleri dava yolunda çilelere, zulümlere göğsünü siper edecek ağır sınavlar atlatıp Başbuğ olacaktı Türk yurduna! Yıllar yılı derenin altından çok sular akmıştı! Ülkesi kavgalar gördü, darbeler yaşadı, Türkiye mafyalar, çeteler cuntalar dönemleri geçirmişti. Bütün bu süreçte ağır bedeller ödedik, hem en ağırlarını biz ödedik diyordu Ashab-ı Kehf'in delikanlısı, birçok arkadaşı gibi on yıla yakın cezaevinde kalmıştı. 5 buçuk yılı hücre de olmak kaydı ile, günlerce gözleri açılmadan işkenceler gördü. Durun kapanmayın pencerelerim Güneşimi kapatmayın Beton çok soğuk, üşüyorum… Diyerek geçirdiği yılların sonucunda bir gün bile ceza almadan, hiç suçunuz yok çıkın dediler. "Ne kaderime küstüm, ne devletime küstüm, çünkü inanmak iman etmek varsa bir şeye bedel neyse ona da katlanılır. Ya rabbi kahrında hoş lütfunda hoş diyecekti…" Bu ne büyük bir tevazu, bu ne büyük bir teslimiyetlik? Allah şahit ya, sen dururken hangimize gelecek şehitlik! Kirli ellerin, ihanetçilerin, Müslüman Dünyası üzerinde, oynadıkları kirli oyunlara karşı her zaman, tertemiz ellerini bize uzattın. “Bu eller kire bulaşmadı, bu eller ihanete ortak olmadı, bu eller tertemiz bir mazinin, hatıraları ile dolu bir kuşağın, bugüne uzattığı ve kutlu bir geleceğe birlikte yürümek için akitleşmek isteyenlerin elidir” dediğinde o elleri tutan değerli dostlarına, ne mutlu o elleri tutabilenlere diyen, can kardeşlerin olabildik ancak. Dünyayı istilasına almaya çalışan dış mihraklar, ülkemizde kirli oyunlarla, sağcı-solcu, Alevi-Sünni şimdide Türk-Kürt diyerek kardeş kavgasını körüklüyor, sen bu oyunlara karşı, kardeşlik yolunu gösterip, en güzel cevabı verdin; Bu dava “Türkmen’i ile Kürdü ile Laz’ı ile Çerkez’i ile Alevi’si ve Sünni’si ile milletimizi tasada kıvançta bir yapacak, birlik yapacak büyük birlik yapacak bir davanın adıdır ve bu davayı gerçekleştirecek ülkü yoludur” diyerek, büyük birlik bayrağını açtığında, o bayrağın altında ki Alperenlerin olabilmek ne muazzam! “İslam'da dirilişin öncüsü, Türk milleti olacaktır.” Sözü ile kalbimizi büyüleyen Ahmed Arvasi’ler gibi, sen de Adriyetikten, Çin Seddine kadar kaynaşmış, güçlü bir Türk dünyası hayal ettin. Türk dünyası ile buluşmuş, Türk İslam dünyasına önderlik yapan büyük bir Türkiye hayal ettirdin. Böylesi bir hayalin peşinde yorulmaya, koşmaya, büyülenmiş kalbimiz ile varız dedik, olmalıyız dedik. Bizi yıllarca küresel emparyalist sermayenin uşaklığına mahkum etmek isteyen güçlere karşı; Ben Türküm, Türk esir olmaz, dedin zincirlerimizi kırdık. Tabi ki devletsiz, bayraksız olmazdı Türk! Hürriyetimizi bulduk, ezan sesi dinmesin minarelerimizden ebedi dedin, İslam ruhunu tattık. Mevki, makam ve iktidar sevdaları için değerlerinden, inancından taviz verenlere, dik duracağız, doğru gideceğiz. Allah’ın izniyle hayatım boyunca hep böyle gittim. Yarın ahirette Allah bize ‘Niye iktidar olmadın’ diye sormayacak. Derse ‘Vermediler’ deyişini özledik. Bir saniyesine bile hükmedemediğimiz, dünya malının makamların mevkilerin garantisi olmadığını, millete hizmeti, millet varsa biz varız biz varsak millet var, olursak da milletle olacağız, olmazsak ta milletle olmayacağız, diyebilmen ne güzeldi. Senin yürüdüğün kutlu yürüyüşte, ölür diyerek insana dayanmadık, ağaca dayanmadık ki kurur! Duvara dayanırsak elbette bir gün yıkılacaktı. Dayanırsanız Hakka dayanın, o bakidir. Dediğinde hakka sığındık. Evet soğuktu anılar, soğuktu dağlar, beton çok soğuktu üşümüştük. Yılan dağına kar yağmış; Demir dağı duman almıştı bir kere ve sen gidiyordun dönüşü olmayan bir sonsuzluğa… Huzur dolu içimde, Ben sonsuzluğu düşünüyorum Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum, dedin sonsuzluğa gittin. Zikre daldı her şey… Daha yapacak çok işimiz varken, sen gitmiştin artık, tıpkı “iyilik eden, İyi davranan, iyi ameller işleyen ve yaptığını iyi yapan kimse” Muhsin! gibi gitmiştin. Fakat biz ne seni, nede davanı unutmadık, unutturmayacağız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.