Atatürk ve din
Dünyanın her yerinde milletler yetiştirdikleri önemli şahsiyetlerle gurur duyarlar. Önder, sanatkâr, yazar, sporcu vb. hangi sahada olursa olsun her fırsatta bu insanları ön plana çıkararak onlara verilen değeri gösterirler.
Dünyanın her yerinde milletler yetiştirdikleri önemli şahsiyetlerle gurur duyarlar. Önder, sanatkâr, yazar, sporcu vb. hangi sahada olursa olsun her fırsatta bu insanları ön plana çıkararak onlara verilen değeri gösterirler. Hem de çocuklarının örnek almasına gayret ederler.
Tarihte birçok zaferlere imza atan, çağ kapatıp çağ açan liderleri yetiştiren, dünya milletlerine örnek geçmişi olan Türk Milleti kendi içinden çıkan önder ve örnek evlatlarını takdirde epeyce cimri davranmıştır. Çoğu kez övmek yerine yermeyi, ona bir takım olumsuz sıfatları yakıştırmayı tercih etmiştir. Meziyetleri geri plana atmış kusurları ise öne çıkarmıştır. Ceddimiz Osmanlıyı sömürgeci, Yavuz Sultan Selim’i zalim, Sultan İbrahim’i deli, İkinci Selim’i sarhoş, Sultan Abdülhamit’i “Kızıl Sultan” diye anmış ve anlatmıştır. Bizler Osmanlı karşıtlarının onlara yakıştırdığı sıfatlara sarılmış marifetmiş gibi tarih kitaplarına da koyarak çocuklarımızın geçmişimize düşman duygularla yetişmesine adeta destek olmuşuz. Her türlü imkânsızlıklara, içte ve dışta tezgâhlanan çeşitli oyunlara rağmen, siyasi dehasıyla ülkeyi parçalatmadan otuzüç yıl yöneten Sultan Abdülhamit Han’a kimler, neden “Kızıl Sultan” demiş araştırmadan bu iftirayı kabullenmişiz.
Cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk de dinle alakası olmayan, din istismarcılığı mesleği yüzyıllardır babadan oğula geçen zavallı bir zümre tarafından uydurulan din karşıtı gibi maksatlı, asılsız ve mesnetsiz yakıştırmalara maruz kalmıştır. O Mustafa Kemal ki; Anadolu parçalanır, Osmanlı’nın başşehri İstanbul işgal edilirken, bir kısım prototip aydının İngiliz himayesi mi, Amerikan mandası mı olsun tercihleriyle uğraşırken, ülkenin mutlaka kurtulacağını ve bu kurtuluşun da Anadolu’da ve Anadolu’nun yorgun, yoksul fakat “vatansız olmaktansa ölürüm daha iyi” diyen yiğit evlatlarıyla gerçekleşeceğine inanmış ve her türlü tehlikeyi göze alarak Anadolu’ya geçmiştir.
Anadolu’dan aldığı destekle Kurtuluş hareketinin lideri durumuna gelen M. Kemal her kesimin temsiliyle, birlik ve beraberliğin gücünü göstermek için 23 Nisan 1923 Cuma günü kurtuluş hareketinin merkezi olacak olan Ankara’da “Bismillah” diyerek Türkiye Büyük Millet Meclisini açmıştır. Bu, Milletin kendi kendini idare etmesinin ilk adımı idi.
Mustafa Kemal Paşa çok okuyan, araştıran, doğru ve kesin karar veren bir liderdir. Dini inançları çok kuvvetli olan bir aileden geldiği için de, kendisinin de dini inançları, peygamber sevgisi ve takdiri çok kuvvetlidir. Peygamberimiz için “O Allahın birinci ve en büyük kuludur. O’nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, unutulur, fakat ebediyete kadar O ölümsüzdür.” diyerek takdirini beyan etmiştir.
Atatürk Hz. Muhammed’e sevgi ve saygıyla bağlı bir liderdir. Peygamberimiz için “O’nun hak peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar. Hz. Muhammed’in bir avuç imanlı Müslüman’la kalabalık ve zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir’de kazandığı zafer, fani insanların karı değildir. O’nun peygamber olduğunun en kuvvetli işareti bu savaştır.”
Yine Atatürk; “Bütün dünyanın Müslümanları Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed’in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli ve O’nu örnek almalı ve İslamiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler” diyerek peygambere bir kez daha büyük bir sevgi ve saygı ile bağlı olduğunu ifade etmiştir.
Tarihin kaydettiği en büyük komutan ve devlet adamlarından biri olan Atatürk;
“Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletin devamına imkân yoktur. Din Allah ile kul arasındaki kutsal bir bağlılıktır.”
“Elhamdülillah, hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız.”
“Bizim dinimiz akla, tekniğe, ilme ve mantığa uygun olan en makul ve son dindir.”
“Din insanların besinidir. Dinsiz adam boş bir eve benzer. İnsana üzüntü verir. Bizim dinimiz kesinlikle dinlerin en sonuncusu ve en mükemmeli olan İslam dinidir.”
“Ezan ve Kur’an’ı Türklerden başka hiçbir Müslüman milleti bu kadar güzel okuyamaz”
“İlahi öğütler Kur’an’ın içindedir. Hz Peygamberin sözlerinde ve hareketlerindedir. Biz Kur’an’ı duvara asmışız ancak tören olarak okuyoruz”
“Bizim dinimiz aşağılık, miskin ve horgörülmeyi tavsiye etmez. Aksine yücelik ve şereflerini muhafazayı emreder” diyerek inancını belirtmiştir.
Atatürk 26 Ağustos 1922 Büyük Taarruz sabahı Kocatepe’ye çıktığı zaman “Ya Rabbi! Sen Türk Ordusunu muzaffer et. Türklüğün, Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade etme! Allahım senin bana verdiğin fikir ve zekâyla ben bütün planlarımı yaptım. Bundan sonrası artık senin mukadderatın.” diye dua ederek topçu atışlarını başlatmıştır. Gerekli planlarını yapmış ve Allahın takdirine teslim olmuştur. Bu Allaha, Kur’an’a ve Peygambere tam olarak inanışın, teslimiyetin, tedbirin kuldan, takdirin Allahtan olduğunu belirten inancın ifadesidir.
Atatürk insanın insana kulluk etmesinin yanlış olduğunu, yalnız Allaha kulluk edilmesi ve her konuda Allahtan dilekte bulunulmasının elzem olduğunun altını ısrarla çizmiştir. O, Atatürk’e iftira eden, kötülemeye çalışan, kendisinin ise İslam’ın şartlarından habersiz en kısa sureyi bile okumada kırk yanlışı olan kötü niyetli İslam düşmanı zavallıların söylediklerinin aksine, her Müslümanın ibadetini rahatça ve huzur içinde yapması gerektiğini savunmuş, en uzun tatillerin dini bayramlarda yapılmasının da şart olduğunu söyleyip “Herkes dini vecibeleri, görevleri yerine getirecek, sonra da dinlenecektir” demiştir.
Takdir-i İlahiye inanan Atatürk; yalnız olarak ve gerekli tedbir alınmadan dışarı çıkmayın diye kendisini uyaranlara “Uhud Savaşında Hazreti Resulullah düşmana yalnız gitti; neyine güveniyordu? Neye sığınıyordu? Hazreti Allaha değil mi? Ben de Allaha sığınıyorum, rahat bırakın beni!” diye ikazda bulunmuştur.
Dinin yüceliğine gönülden inan ve her işe Allahın adıyla başlayan, Peygamberin davranışlarını örnek alan Atatürk, dinin riyadan, gösterişten, istismardan uzak, siyasi emellere alet edilmeden dosdoğru yaşanmasını, en büyük günahın din istismarı olduğunu her ortamda sık sık söylemiştir.
Türk Milletinin karakterine en uygun idare şekli olan cumhuriyetin ilanından itibaren, cepheden cepheye koşmaktan bitap düşmüş, yoksullukla mücadeleden zaman ve fırsat bulupda dinin gerçek şeklini öğrenemeyen halka doğruyu öğretmek, çok başlılıkları ortadan kaldırmak için bir takım düzenlemelerin şart olduğunu bildiğinden hemen işe başlamış; 3 Mart 1924’de çıkarılan 429 numaralı Kanunla Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. Bundan sonra dini müesseselere, cami ve benzeri ibadet yerlerine müezzin, kayyum ve diğer görevlilerin tayin ve azillerinin de yine tek bir kurum tarafından gerçekleştirilmesi sağlanmıştır.
İslam Dininin emir ve yasaklarını, güzelliğini halkın anlayabilmesi için Kur’an’ı Kerimin tefsiri görevi Elmalılı Hamdi Yazır’a, meal görevi Mehmet Akif’e verilmiştir. Sonunda Elmalılı Hamdi Yazır’ın hazırladığı “Hak Dini Kur’an Dili, Yeni Mealli Türkçe Tefsiri”adlı 9 ciltlik meal ve tefsir ile Ahmet Naim ve Prof. Kamil Miras’ın hazırladıkları “Sahih-i Buhari Muhtasarı ve Tecrid-i Sarih Tercemesi” adlı 12 ciltlik hadis tercümesi ortaya çıkmış, bu eserlerin tüm masrafları devlet tarafından karşılanarak yeterli sayıda bastırılmış ve halka ücretsiz dağıtılmıştır.
Din ve dil gibi iki önemli fazilete sahip olan milletimizin bu faziletleri Atatürk tarafından çok önemsenerek, amacı halkın tenvir ve irşadı olan hutbenin yine halkın kullandığı ve anlayacağı dilden olması gerekir diyerek, Arapça hutbe konusuna 7 Şubat 1923 tarihinde Balıkesir Zağnos Paşa Camiinde okuduğu Türkçe hutbeyle, ilk çözüm örneği vermiştir. Zira hutbe yüz yıllar boyu Arapça okunuyor, dinleyenler Arapça bilmediği için bundan faydalanamıyorlardı.
Eğitimin yaygın olmaması sebebiyle ekserisinin okumuşluğu olmayan askerlerin yeterli dini bilgiye sahip olmadığının, mevcut kitapların da ya çok teferruatlı olarak ya da anlaşılması zor, hatta imkânsız bir üslupla yazılmış olması sebebiyle maneviyat yükseltmekte askere fayda sağlamadığının tespiti üzerine, Atatürk’ün emri ile silah altındaki gençlere askerliğini yaparken dini eğitim verilerek önemli bir eksikliğin giderilmesi, sosyal konular, çalışma hayatı ve günlük hayatta iyiye, doğruya ve üretime teşvik edecek ayet ve hadislerin Türkçe yazılarak dershanelere asılması karargahlara bildirilmiş, ayrıca askerler için anlaşılır dilde bir kitap hazırlanması 26 Mart 1925 tarihli bir yazı ile Diyanet İşleri Başkanlığından istenmiştir. Bu yazıya istinaden Ahmet Hamdi Akseki tarafından inanç, ibadet ve ahlak konularını anlaşılır bir dille ele alan, soru cevap şeklinde ve asker ilmihali olarak da bilinen “Askere Din Kitabı” adlı kitap yazılmıştır. Yeterli sayıda bastırılan kitap askerlere dağılarak onların doğru dini bilgiler edinmelerine çalışılmıştır.
Atatürk “Mukaddes mihrabı, cehlin elinden alıp ehlinin eline vermek zamanı gelmiştir” diyerek dinin resmi kurumlarda ve ehil kişiler tarafından öğretilmesi için gerekli düzenlemelerin yapılması talimatlarını vermiş, latin harflerinin kullanılmaya başlamasıyla ancak % 4’ü okumuş olan halkın faydalanması için de genel bir okuma seferberliğinin şart olduğunu görerek gece mekteplerinin açılmasını sağlamıştır.
Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün dine bakışı, Kur’an ve Peygamber sevgisi ve İslama hizmetlerinden bazı bölümler kısaltılarak anlatılmaya çalışılmıştır. Atatürk’ün gerçek İslama hizmetlerini aktarmaya yer ve zaman yetmez. Zira Onun dediği gibi “Din, Allah ile kul arasında manevi bir bağdır.”
Kalbi Allah aşkı ve Peygamber sevgisi ile dolu olan ve “Türk milleti dindardır. Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk Milliyetçisiyiz” diyen Atatürk, dünyanın takdir ettiği, mazlum milletlere örnek büyük bir devlet adamı ve liderdir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.