Bayramlık nostalji
Hükûmet Ramazan Bayramı öncesi tam dokuz gün memurlara idarî izin verdi. Turizm canlandı. Sıla-y-ı rahim ziyaretlerinde bu vesileyle artış oldu....
Hükûmet Ramazan Bayramı öncesi tam dokuz gün memurlara idarî izin verdi. Turizm canlandı. Sıla-y-ı rahim ziyaretlerinde bu vesileyle artış oldu. Çocuklar, torunlar ‘geldi-gelecek’ derken; çok şükür geldiler ve tüm vaktimi aldıkları için gündemden uzaklaştım. Televizyon izleyip, Radyo bile dinleyemediğim gibi, müdavimi olduğum elinizdeki bu gazete ‘Anadolu’yu dahi ‘doğru-dürüst’ okuyamadım. İçimiz-dışımız çizgi film oldu. Yine de ‘varsa da-yoksa da’ illâ torunlar… Kızım: “Baba! Sadece torunların için özel bir ‘Yaz Okulu’ açarsan iyi para kazanırsın!” diyor. Bu hususta bir arkadaşım bana: “Bir, torunlarım gelince seviniyorum. Bir de torunlarım gidince seviniyorum” dedi. Güldüm, düşündüm. Haksız da değil hani! Eski bayramlar aklıma geldikçe, benim de özlemim artıyor ve ‘hayali cihan değer’ mertebesinde hatırlıyorum: Ne hikmetse aklımdan hiç çıkmıyor eski bayramlar... Çocukluğumda yaşadığım bayramlara ilişkin unutamadığım birkaç anekdotu yarenlik tadında ve bayramlık tavında sizlerle paylaşmak istiyorum: Anam, arefe günü akşamı banyolarımızı yaptırırken “Sabunu bir daha o dükkândan alma. İyi köpürmüyo, içinde daş çıhıyo, uşahların sırtını cızıyo, gardaşım Ahmet hangi dükkânda almışsa, sen de o dükkândan al, emi !” diyerek, babamı uyarırdı. Sabah, Bayram namazına camiye götürüleceğimiz için erkenden yatırılırdık. Yatarken de tüm ‘acer’ (yeni) esvaplarımızı başucumuza hazır ederdik. Anam ellerimizin bayramlık kınasını da yaktığı zaman sevinçten uçardık ki, uyuyabilene aşk olsun. İç çamaşırlarımız beyaz Amerikan kaput bezindendi. Üstüne çizgili ketenden yakasız yelek (yani gömlek) giydirilirdi. Özellikle cicili-bicili renklerle boyanmış, koyunyünlerinden örülmüş yün çoraplarımız olurdu. Soğukkuyu lâstik ayakkabılarımızın çamurlarını akşamdan silerdik. Kadifeden siyah renkli pantolonlarımızın üstüne lacivert çulhaki ceketlerimizi de çektik mi; besmele çekerek evden çıkar ve sabah erkenden caminin yolunu tutardık. Bayram sabahı cami önüne çerçilerin kurduğu tezgâhlardan halkalı akide şekeri alıp yemek için sabırsızlanırdık. Kabuklu fıstık, kırık leblebi, kuru üzüm ve keçiboynuzu da çerçilerden satın aldığımız çerezlerdi. Demir paralar çok kıymetliydi... Bunlara “Bozukluk” denirdi. “Banknot” denen kâğıt paralara kıyıp bizlere harçlık verenleri hiç hatırlamıyorum. O tarihlerde büyüklerimizin verdikleri ‘Bayram Harçlıkları’mız en fazla 25 kuruştu. Delikli demir paralar, kenarı tırtıklı paralar, üstelik kuruşlar piyasada geçerliğini koruyordu. Bayramlarda arkadaşlarımızın ellerindeki kınaları incelemek çok hoş olurdu. Hacc’dan gelenlerin hediye ettikleri kınanın kaliteli ve mübârek olduğuna hükmedilirdi. Sözün özü: Şu önemle ve özellikle bilinmelidir ki; bana göre ‘mübârek’ olan ‘gün’ veya ‘kına’ değil; o günü, mutlu ve mükemmel yaşamaya hakkı olan yaratılmışların en şereflisi ‘İNSAN’dır. İnsanların birbirlerine verdikleri değer ve saygınlık arttıkça, insan da bunun farkında olup hissettikçe; yaşanan her gün ‘mübârek’ ve her gün ayrı bir ‘bayramdır. Ramazan Bayramınız kutlu olsun efendim. Hoşça kalınız…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.