Ben Ankara’nın tutkulu aşığıyım

  SOFA ET- KEBAP’I kuran ve işleten Osman İrmiş “ Ben, Ankara’nın tutkulu aşığıyım. Yatırımımı, bildiğimiz tüm zorluklarına rağmen...

Ben Ankara’nın tutkulu aşığıyım
Yayınlanma:
Güncelleme:

  SOFA ET- KEBAP’I kuran ve işleten Osman İrmiş “ Ben, Ankara’nın tutkulu aşığıyım. Yatırımımı, bildiğimiz tüm zorluklarına rağmen Ankara’da yapmaya karar vermiştim ve kısmet oldu yaptım da. Şimdi ise seçici Ankara müşterisi için bu kombinasyonu kaliteli servis ile buluşturduğunuz an, işin zor kısmı hallettik demektir” dedi.   Türkiye’nin büyük holdinglerinden birisinde üst düzey finans yöneticisi olarak çalışırken “Ben, kendi hayatımı kendim çizmek istiyorum. Kendi işimi kurmak istiyorum” diyerek yola çıkan ve şimdilerde Ankara’nın en popular yiyecek içecek mekânlarından birisi olan SOFA ET- KEBAP’I kuran ve işleten Osman İrmiş bu hafta konuğumuz oldu. İş dünyasına, büyükelçiliklere, yabancı misyona ve çok seçkin konuklarına sıcacık bir yaşam merkezi haline gelen SOFA ET- KEBAP’da hizmet veren Osman İrmiş; başarısının sırlarını Anadolu ile paylaştı. Bize kendinizden bahseder misiniz?  “Uzun yıllar boyunca Türkiye’nin özel sektördeki köklü ve büyük bir grubunda üst düzey yönetici olarak çalıştım. Sektörel dağılımı çok geniş olan grubun finans ve mali işlerinin tepesinde yürüttüğüm görevimi ifa ederken geçirdiğim süreçte çok şey öğrendim, kendimi yeterince geliştirmeye çalıştım. 2009 yılında çalıştığım gruptan ayrıldım ve bir süre yine aynı gruba ailemizin inşaat şirketi ile iş yaptıktan sonra “yeni bir deneyim, yeni bir pazar olsun” diye Azerbaycan’a giderek ülkenin en büyük şirketlerinden birinin “real estate” sektöründe CFO’luğunu üstlenip, şirketi on dört ay boyunca mali açıdan yapılandırdım. Bankacılıktan inşaat sektörüne, gıdadan sigorta sektörüne kadar pek çok sektörün içerisinde olan grup bünyesinde Azerbaycan’ın ilk AVM’sini açtık. Bu nedenle de yiyecek içecek sektörünü yakından inceleme fırsatı buldum ve daha önce kafamda bir nebze şekillendirdiğim bu sektörde mutlaka olmalıyım” dedim. Bugün de Ankara’nın gözde markası SOFA’nın yatırımcı işletmecisi olarak başındayım. Profesyonel yöneticilikten sonra kendi işinizi kurmak kararı almak zor gelmedi mi? Hangi zorlukları yaşadınız? Yıllarımı verdiğim ve çok şey de aldığım grubumda sürekli “ben de bir şeyler yapabilmeliyim” heyecan ve kararımı pekiştirdim. 36 yaşındayken grubun yayın organında benimle yapılan bir röportajda ilk defa “Ben, kendi hayatımı kendim çizmek istiyorum, aldığım tecrübe, içimdeki heyecan kırk yaşıma gelmeden beni kendi işimi yapmam konusunda ivmeliyor.” diyerek bir şekilde bu konudaki planlarımı deklare ettim. Sonrasındaki iki yıl içerisinde de patronlarımı ikna ederek, yıllarca çalıştığım, her zaman “ailem” diye nitelendirdiğim, ülkenin en büyüklerinden olan grubumdan ayrıldım. Uzun müddet boyunca piyasa yapıcı bir kurumda çalıştıktan sonra ülkenin reel ve yaygın piyasa koşullarına entegre olabilmek kolay değil gerçekten. Piyasa şartlarının zorluğu kişi ve kurumları iş süreçlerini informal yapılarda sürdürmeye itiyor ki bu da haksız rekabetin önünü açarak, müteşebbisi pek çok konuda tavizkar olmaya itiyor. Tüm hayatım boyunca benimsediğim prensipler benim kurumsal ve formal zeminlerde çalışmamı zorunlu kılıyor. İşletmemizde ve arkasındaki şirkette takip edilen her türlü süreç, yasal mevzuatların ışığında takip edilir. Kolay mı? Emin olun, çok zor fakat ülkem ve kendim ile ilgili ideallerim beni bu yolu takip etmem konusunda ivmeliyor. Sizi yiyecek içecek sektörüne iten sebepler nelerdi? Gerek iş ve gerekse özel seyahatlerim münasebeti ile pek çok ülke ve şehirdeki yiyecek içecek konseptlerini ilgiyle yakından izleme fırsatı buldum. Bu gözlemlerimin zamanla “ben de yapsam”, sonrasında da “ben yapsam daha iyisini yaparım” ve “mutlaka yapmalıyım” düşüncelerini doğurması, işte bugünlerin harç ve tuğlalarıdır. Sektöre girerken bu defa sadece daha iyi gözlem yapabilmek için aylarca Avrupa’daki konseptleri gezdim, iyi bir restoran misafiri oldum. Çok beğendiğim iki markayı Türkiye’ye getirmek için de bayağı çaba sarf ettim. Çok ünlü İtalyan mutfağı Signor Sassi vardır, her gittiğimde de mutlaka Türk müşteriler ile karşılaşırım. Bir de Rus Ginza Project’in bağlı markalarından Mari Vanna vardır ki kendinizi Rus mutfağında adeta Alice Harikalar Diyarındaymış gibi hissedersiniz. Bu iki markanın Türkiye master franchaisenı almak üzere çok sıcak görüşmelerde bulundum fakat her iki marka da Türkiye’ye İstanbul’dan start vermek istedikleri için son noktada bir türlü anlaşamadık. Ben, zor Ankara’nın tutkulu aşığıyım. Yatırımımı, bildiğimiz tüm zorluklarına rağmen Ankara’da yapmaya karar vermiştim ve kısmet oldu yaptım da.Avrupa maceralarım devam ederken, “neden bir benim markam ve Türk markası olmasın” fikrim iyice gelişmişti. Göstereceğimiz çaba ve özveri ile et mutfağının en iyisi!  Seçici Ankara müşterisi için bu kombinasyonu kaliteli servis ile buluşturduğunuz an, işin zor kısmı halledilmiş demektir, buluşturdum… SOFA Et&Kebap’ı diğer restaurantlarından ayıran özellikler neler? Konseptinizi anlatır mısınız? SOFA Et&Kebap, Antep mutfağının leziz et ve kebap ürünlerini, yöreye has meze ve tatlıları zarif servisi eşliğinde sunan şık bir et restaurantı. Ürünlerimizin pek çoğu Antep’ten gelirken, etimizi kesinlikle Balıkesir kıvırcık kuzularından ihtimamla seçiyoruz. Etin kaliteli ve tabiri yerindeyse lokum gibi olması ustalarımızın hünerleri yanında bu yörenin kuzularından yapılmasına da bağlı. Misafir segmentimiz, genelde iş dünyası, büyükelçilikler, yabancı misyon ve beyaz yakalı yöneticilerden oluşmakta ise de artık sürekli bizlerle beraber olan aileler ve gençlerden oluşan sıkı bir dost kitlemiz de var. İnsanın yaşam tarzının ve kalitesinin kendisi ile ilgili her alana yansıması gerekiyor. Amber ışıklar altındaki konsept masalarımızın şıklığı, jazz ve çigan müzikleri eşliğinde et veya kebap mutfağını tadabilmek, yemek sonrası Irish Pub’ları anımsatan barımızda içkinizi yudumlayabilmek ve tüm bunların zarif bir servis ile desteklenebilmesi SOFA’yı sıcacık bir yaşam merkezi haline getiriyor. Ben hayatımı hep sıcak ilişkilerle sürdürdüm, burası da hep sıcak olacak, göreceksiniz. Başkentlilerin yeme-içme alışkanlıklarını değerlendirir misiniz? Ben, Ankara’nın takribi yirmibeş yıldır çok gezen, yiyen içen bir müşteri modeliyken şu an işletmecilik yapıyorum. Bu yüzden hassasiyet ve beklentilerin farkındayım. Lezzet, zarif ve kaliteli servis, şık ambiyans, müşteriyi kesinlikle yanıltmayan ürün ve fiyat dengesi ile bir önceki maddelerin sürekliliği kombinasyonudur başkentlilerin beklentisi. Bu beklentilere cevap verebilirseniz, emin olun doğru yoldasınızdır. Yeme-içme sektörüne yatırım yapmak isteyenlere tavsiye ve önerileriniz nelerdir? Sektörün cazibesi ve zorlukları arasındaki ince çizgide başarıyı yakalayabilmek kolay değil, emin olun. Bu sektörü sevmeniz yeterli değil, idealist ve sürekli beklentileri, eksikleri irdeleyen bir model olmanız gerekiyor. Sektörü dışarıdan takip edenler için önde izlenen sosyalitenin arkasındaki mutfak, servis disiplini ve bağlı türevlerinin zorluğu kabul edilmesi gereken bir gerçektir. Bir işletmenin pazara yerleşmesi yukarıda saydığım unsurları en iyi şekilde uygulayarak takribi bir yılınızı alıyor. Bu sürede finansal olarak operasyonu devam ettirebilme gücünüz de çok önemsenmeli. Lansmanınızın sürekli olması, müşteri memnuniyetinin ölçümlenmesi, malzeme maliyetlerinin optimum seviyelerde tesisi de olmazsa olmazlardandır. Çok dikkate almanız gereken bir husus da sektörde sahip olduğunuz bir işletmenin açılışı ile beraber tüm zamanlarınızın artık burada geçirileceği olgusudur, bırakamazsınız. Siz, aynı zamanda sıkı bir sivil toplumcu olarak biliniyorsunuz. Ankara’daki STK çalışmalarını nasıl buluyorsunuz? İş dünyası, STK’lar çalışmaları ile sizi tatmin ediyorlar mı? Ayrıca hangi etkinlikleri yapabilirler? STK’ların, işadamı derneklerinin genel amacı üyeleri arasındaki sinerjiyi artırarak hedefledikleri amaçlar doğrultusunda artı katma değerler yaratabilmek. Benim, bu topluluklara üye olma, içlerinde bulunma amacım network’umu genişleterek ticari kapasitemi artırma dışında başka hedefleri de kapsıyor. Ülkemizin  içerisinde bulunduğu sosyopolitik ve ekonomik durumu düşünürseniz, biz yetişen neslin bu ülke için daha fazla gayret göstermesi, her konuda, sağlıklı projeksiyonlar eşliğinde karşılıklı fikir alışverişleri ile yeni politikalar üretilmesine destek olması gerekiyor. Ülkenin yönetim gücü demokrasi gereği tabii ki sandıktadır fakat bizlerin de politik çalışmalardan arınmış, sağlıklı kanallar ile yönetime katkıda bulunabilmemiz son derece önem arzediyor. Ben, insanlara belki biraz abartılı gelecek şekilde, ülkem için hassasiyetleri olan bir insanım. Sosyal medyada sürekli güçlü bir sistemi ve uzun vadede ülke için getireceği avantajları yazar dururum, hiç de yorulmam. Pek çok takipçimin olması da beni bu konuda ivmeliyor. İnsanlara düşündüklerimi ifade edebilmek için bazen teşbih, bazen ironi yapıyor, kendimi bu konuda kesinlikle geri çekmiyorum. STK’ların içerisinde bulunma amacım da aslında daha çok insana ulaşabilme, onlardan alabileceğim artılar veya kendimi ifade edebileceğim yeni zeminler bulabilme ihtiyacım. STK’lar, özellikle şu dönemde, her konuda sağduyulu şekilde fikirler üretebilmeli, bu fikirlerini ülke yönetimi ve diğer formal yapılar ile rahatlıkla paylaşabilecek şekilde birer düşünce kuruluşu gibi de hareket etmeliler diye düşünüyorum.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.