Şeytanlar olmasaydı Cennet meleklerle ne güzel olurdu
TRT Diyanet Televizyonundan Emin Bey adında bir kardeşimiz beni iki defa arayıp, belgesel nitelikli bir Programda yarım saatlik konuşmamı istedi. Telefonla...
TRT Diyanet Televizyonundan Emin Bey adında bir kardeşimiz beni iki defa arayıp, belgesel nitelikli bir Programda yarım saatlik konuşmamı istedi. Telefonla 70 dakikalık bir ön görüşmemizin ardından ‘çerçeve’ belirleyip, çekimlerin Mucur’daki yaşadığım mekânda Mayıs ayı içinde yapılması hususunda anlaştık. Konu, serbest olmasına rağmen, bu yıl kutladığımız 52. Kütüphane Haftası’ndan esinlenerek; kurduğum üç Kütüphanenin manevî yaşantıma yaptığı katkıyı anlatmaya karar verdim. Biliyorum, 3 tane “Duran Erdoğan Kütüphanesi” nasıl doğdu, diyeceksiniz? Spekülâtörler Ankara’da arsa alıp köşe dönerken; Ben de okuma aşkıyla kitap alıp biriktirdim. Hani ‘Sarhoş şişeleri biriktirirmiş!’ Sonunda içkiye tövbe ederek, biriken şişeleri satıp zengin olurmuş” denilir ya galiba benim kütüphane kurma gerçeğim de ‘birikenleri Allah rızası için dağıtmak’ diye düşünüyorum. Gelelim yaşadığım çirkin zorluklara; dahası yaşatılan ve dayatılan çirkef zorbalıklara: Allah rızası için atılan adımda, senin önünü kesen, yoluna taş koyan şeytan ve şeytanlaşmış insanlar çıkıyor. Engel oluyor, zorluk çıkarıyor. Gülüyor, alay ediyor ve kulağın duya-duya: “Yaptığı da bir şey mi? Yediğini-içtiğini aklınca helâl ettirmeye çalışıyor!” diyor. Denilenlerin hiç birisine kulak asmadım; önemsemedim, değer vermedim, duymazlıktan geldim; ama her ne hikmetse aradan geçen 26 yıllık zaman dilimine rağmen halen bu çirkinlikler aklıma geldikçe içim “CIZ!” ediyor. İşte örnek alınacak, ibretlik yaşanmışlarımdan kendime ders çıkarıp, başarıyla doğru bildiğim yoldan asla şaşmadım. Aldığım tepkiye örnek olarak birkaç tane ilginç protesto örneğinden söz edeyim: Buyurun birlikte okuyup, vicdan terazisinden mihenk taşıyla ölçelim: Bir grup şoför; arkalarına petrol satıcısı patronu da alıp şöyle kavilleşmişler: “Eğer Duran Erdoğan bu Kütüphaneyi bizim köye kurarsa; biz Mucur’daki Halk Kütüphanesine hangi öğrenciyi götürüp-getirip de para kazanacağız. Hep birlikte karşı çıkalım.” demişler. Bir öğretmenin el yazılı kaleminden çıkan dilekçeyi ‘Makama’ döşenmişler. Makam bir telefonla beni ön görüşme için huzura çağırdı. Ankara’dan koşa-koşa, sevinerek, Mucur’a geldim. Kaymakam ortalıkta hiç yok: Bir Kütüphane yetkilisi: “Binlerce kitapla evde Kütüphane kurmuşsun. Öğrencilere bu kitapları okumaları için veriyormuşsun. Bu bir suçtur. Özel Kütüphane kurmak için Bakanlıktan izin alman gerekir. Madem bu hizmeti ‘Allah rızası için yapıyorsun; iyisi mi bu kitap ve demirbaşları Devlete bağışlarsan başın ağrımaz.” gibi nasihatla, aklınca yol gösterip, bana yardımcı olmaya çalıştı. Ben de kendisine “Köyüme Kütüphane kurmak için Bakanlığa resmen müracaatımın olduğunu, cevap beklediğimi söyledim. Bu arada yeğenlerimin ve akrabalarımın kitaplardan istifade etmeleri için evin anahtarını kendilerine verdiğimi, onların da arkadaşlarına Kütüphanemi böylece herkese açık hale getirip, gezdirip, gösterdiklerini, anlattım. Bu sorgulama beni üzen bir davranış değildi. Asıl beni derinden yaralayan ve çok üzen sözü yıllar sonra duydum: “Duran Erdoğan’a gerekli dersini verdim.” demiş. Sonradan anlıyorum ki, kitapları ve demirbaşları elimden alabilmek için; bana tatlı-sert şantaj, tuzak, komplo yapmışlar. Sözün özü: Kendini Bürokrat gören ve sanan birileri, benim hedefimi ve iyi niyetimi bilemediler ve kafamın içindeki güzellikleri maalesef okuyamadılar. Maddî açıdan belki zengin olamadım; amma manevî bakımdan özellikle kitap almaya gücü yetmeyen insanların hayır dualarıyla ‘Cennet Bahçelerinin birisinde bir köşk aldığıma’ inanıyorum. Karşılaştığım isnatlar, iftiralar; geçirdiğim tahkikatlar… Gelecek yazımda okuyacaksınız efendim. Hoşça kalınız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.