Son zil, son zenk veya ahirki kongrak
Üç kavram da aynı şeyi ifade ediyor. Yani eğitim öğretim yılının sona erdiğini, tatile gitme zamanının geldiğini anlatır. Birisi bizdeki ifade diğeri...
Üç kavram da aynı şeyi ifade ediyor. Yani eğitim öğretim yılının sona erdiğini, tatile gitme zamanının geldiğini anlatır. Birisi bizdeki ifade diğeri Azerbaycan’da diğeri de Özbekistan’da kullanılan ifade. Yatılı olarak okuyan doğduğu şehirden ana-babadan uzak yerde okuyanlar için bu aynı zamanda vuslat vaktidir. Zamanların sevimlisi en gönül okşayıcıdır. Çünkü hasretin bittiği bir zamandır. Öğrenciler için elbette bir öğretim yılı çekilen sıkıntıların sonu demektir. Tatilde, tatile gidecek olanlar için başka manası olmasına rağmen çoğunluğu temsil etmediği için mevzu bahis yapmayacağız. Karnelerdeki vaziyetle ilgili açıklamaları psikologlar, sosyologlar eğitim uzmanları anlatacaklardır. Biz okuma yılında, öğretim döneminde ne kadar okumuşlardır. Ne kadar okuyanımız olmuştur bu konuda yazacağız. Henüz ilkokuldayken, altmışlı yıllarda köyden şehre kış aylarında ulaşım ancak 2 kilometrelik yolu yaya olarak gidip Ankara veya Yozgat otobüslerine binerek sağladığınız, bahar veya yaz aylarında ulaşımın mümkün olduğu köydeyiz. Daha önce üçüncü sınıfa kadar okunan bir ilkokul açılan şanslı bir köy. Lakin okuma-yazma oranı yine de yarı yarıya denecek kadar az. Şehrimizin pazarı Pazartesi günleri kurulurdu. Bazen pazara rahmetli babam beni de götürürdü. Çarşı camii yanındaki pazara gidilen yol, şehrin en işlek yeri. Aynı zamanda da cami önü olduğu için cemaatin kalabalığın olduğu bir yer. Bir adam başında fötr şapkası, elinde megafonu, diğer elinde de bir tomar teksir makinesinde çoğaltılmış mavi ve kırmızı renklerde basılmış destan satıyor. Makamlı, ağıt ederek ve duygulandıran bir üslupla yapıyor. Etrafında kalabalık var. Çoğunun okur-yazarlığı olmadığı için satılan o kağıtlardan alıp gitme niyetinde değiller. Orada kalıp adamın tekrar tekrar okuduğu destanı ezberlemek veya bir kısmını hafızasına yerleştirip akşam eve vardığında okumak niyetinde. Çukurova’dan gelen bu aşıklar pala bıyıklı,şal kuşaklı,kafası fötrlü ve ayağı ya çarıklı veya soğukkuyu lastikli. 25 kuruşa satıyor tek yaprak ama arkalı önlü yazlı destanı. Destanın konusu ne siyaset ne de iktisat. Ya bir gelin-kaynana kavgası sonucunda intihar eden gelinin hikayesi veya sel, yangın deprem gibi tabii afette zarar görenlerin hikayesi veyahut da bir yetimin bir garibin hikayesi anlatılıyor. Analık elinden acı çeken çocuğun hikayesi yürekleri dağlıyor. Babası vermediği için kaçıp Kızılırmak’tan geçerken suya kapılan, evin hizmetçisi ile beraber boğulan “Allı Zeynep” hikayesi dinleyenleri bir duygu yoğunluğuna atıyor. Anlatılanlardan herkes kendisine göre bir hisse çıkarıyor. Ayakta dizlerinin dermanı kalmasa da ilginç hikayeyi dinlemeye devam ediyorlar. İşte bu destanlardan mutlaka alır akşam köy odamızda bana okuturdu babam. Defalarca okurdum. İşte okumayan-okuyamayan bir toplumun okumaya açlığı… Ama bu açlığı giderecek bir planlama da yok. Almanya’ya işçi olarak kaçak yollardan ”turist olarak” gitmeye hazırlanan amcamın oğluna da burada okuma öğretiliyor ama imkansız. (bu adam daha sonra DSİ baraj şantiyesinde bekçiliğe başlar. İnşaat bitince de kadroya almak isterler. Bunun için ilkokul diploması lazım. Bin pişman o zaman okumayı sökmeye gayret etmediği için. Dışarıdan bitirmelere girer. Bir tanıdık bulunur. Okuması da yazması olmayan bu adama sınav öncesinde o tanıdık sorar, “adını yazabiliyor musun?” Aldığı cevap “hayır ancak 40’a kadar sayabilirim” olur.) Okumuyoruz diye şikayet ediyoruz. Dinimizin ilk emri “oku” dur diye sitem ediyoruz. Oysa bir yılda basılan kitap açısından matbaacıların ve Kültür bakanlığının verilerine göre Avrupa’da üçüncüyüz. Demek ki matbaa ile dağıtım arasında okuyucuya ulaşım arasında bir sıkıntı var. Asker mektuplarının başkasına yazdırıldığı. Okumasının da başkalarına yaptırıldığı bir zamandan bu güne geldik. “Dersini almış da ediyor ezber” türküsünü de herhalde yakın zamanda yakmışlardır. Çünkü zamanımızda bırakınız ezber yapmayı not almayı dahi unuttuk. Çünkü hazır cep telefonlarının hafızasında kayıtlı olan numarayı yine o aletten kolayca bulabiliyoruz. Şarjı tükenince de bütün işler iptal oluyor. Ana-baba okumaya hevesliyse onları örnek alan çocukların da okuma meraklısı olması akla gelse de artık zamanımızda bu iş de önder olma, örnek olma işi de değerini kaybetmiştir. Daha ilkokuldayken rahmetli babamın o zaman okuduğu Tercüman ve Yeni İstanbul gazetelerinin arka sayfasını okumak doyumsuz bir zevkti. Hele Yeni İstanbul Gazetesinin hediye olarak verdiği “Yılmaz Öztuna Beyin Büyük Türkiye Tarihi” isimli kitabının her bir cildini defalarca okuyan birisinin zaralı akımların tesirinde kalması, hain olması, devletine bayrağına tuzak kuranlarla beraber olması düşünülebilir mi? “Okumuyoruz” diyenlerin tasnifine gelince: Bunu söyleyen öğretmen ise başarılı bir öğretici değildir de kabahatini gizlemek için bu mazeretin arkasına sığınmaya, suçu başkalarına atamaya çalışmaktadır. Çünkü kendisi okumamıştır ki öğrenciye okumayı sevdirecek bir şiir okusun ve yazdırsın veya bir hikaye anlatsın ki “son bölümünü de ne olabileceğini siz yazınız” diye ödev versin gelecek hayalleri zevkle tasnif etsin. Okul kütüphanesine götürüp bir saat oturup kitaplarla tanışmasına fırsat vermemiştir de bunun suçunu başkalarına atmaya çalışmaktadır. “Okumuyorruz” diyen kitapçıysa eğer, biliniz ki bu adamın işleri iyi değildir. Kötü giden ticaretinin bahanesini okumayanlara bu vesileyle satılmayan kitaplara yüklemek istemektedir. Oysa kendisi okunacak kitapları satmamaktadır. Ya tenzilatı az bulur veya verilen vadeyi kısa bularak satılacak kitapları raflarına koyamayan adamın şikayeti suçu başkasına yüklemekten ibarettir. Okumama şikayetinde bulunan bir yazarsa bunun sebebi de yine ticaridir. Kitapları çok satmamıştır. Çok satmayan kitaptan beklenen kazanç sağlanamamıştır. Şikayet de bu sebeptendir. En okunacak, tutulacak bir eser yazmamışsın ki satılsın. Sonra da kalkıp okumamaktan şikayet ediyorsun. Önce yazacağın konuyu, yazacağın kitabı okuyucuya beğendirecek bir şekilde seç ki tutulsun sen de kazan. Ticaretin gereği olan reklam tanıtım işlerini de ihmal etmeyeceksin. Ne zaman ki meşhur oldun,herkes senin yeni çıkacak kitabını soruyor isterse dünyanın en kalitesi, en mantıksız en saçma kitabını yaz okunacaktır. Bu gün piyasa bu türden insanların saçmalıklarıyla doluyken senin yazdığın okunmuyorsa sebeplerini iyi düşünmek yeni bir saçmalığa sebep olmadan yazmanız gerekir. Bakınız o zaman nasıl satılıyor? Siz de “okumuyoruz” şikayetinde kurtulmuş olursunuz. Okuyucunun şikayetine gelince. Gerçekten okuyan, okuduğunu tartışacak, bir sohbette başkalarına “ne kadar çok okuduğunu ifade edecek” arkadaş bulamazsa bundan şikayet ederek, “bakınız ben okuyorum ama toplum okumuyor” demek istemektedir. Yani benden başkası okumuyor tafralarındadır. Okuduklarını bir cemiyet veya arkadaş ortamında, okuyan insanlara paylaşmak, tartışmak hem zihni cilalar,hem toplumu bilgilendirir, hem de okumayı teşvik eder. Güzel konuşan, edebi konuşan, hep dinlenen, anlattıklarına değer verilen insanlar okuyan insanlardır. Bu da “onun gibi olma” hevesindeki gençlere teşvik edici olarak yön verir. Bazen yazar yazmış olmak için de yazar. Satılması mühim değildir. Kendisi öldükten sonra “adı gitti kitapları kaldı yadigar” desinler diye de yazanlar olur. Bir eser bir isim bırakma onun için ilk hedeftir. Lakin unutulan şey, çok satan çok okunan kitap da siz gidince yadigar kalacaktır. TV bir genç şair bir dörtlük okudu. Etrafına mağrur bir nazarla bakıp başını bir sağa bir sola çevirip” bakın nasıl da söyledim ya, benden başkası bunu böyle söyleyemez” edalarında bir bakışla bakıp hava attı. Oysa söylediğini söylemek için kudretli bir şair olmaya gerek yoktu. İşte yazar veya şair kitabını kendisinin dahi beğenmediği kitabının çok satmasını isteyip de amaca ulaşamayınca “okumuyoruz” şikayeti yersiz ve haksızdır. Okulların tatil olmasıyla sanki çok okumuş gibi ”yeter artık okuduğumuz, oku diye tembih ettiğiniz biraz da tatil yapalım” diyen haylazları oyalamak için yine de bir kitap almak herhalde en güzel iş olacaktır. Bin bir hevesle camiye Kuran okumaya gidenlerin ilk haftaki sayılarıyla onbeş gün sonraki sayılarına bakınız (kağıttan değil bizzat kontrol ederek) kaça düştüğünü merakın azaldığına şahit olacaksınız. Okulların kapanmasıyla alakalı bir hatıramı da nakletmek isterim. Özbekistan’ın başkenti Taşkent’in en işlek caddesindeyiz. Sovyet döneminde her ülkenin başkentine bir alış-veriş mağazası ”SUM MAGAZİN”(Sovyet alış-veriş merkezi demek) bir de o devleti ve o başkentin adıyla lüks otel açmışlar. Özbekistan oteli, Taşkent Oteli ve Kırgızistan ve Bişkek Oteli gibi. Özbekistan otelinin Emir Timur parkıyla karşı karşıya kesiştiği noktada lise öğrencileri yolun ortasından kaldırımlardan gitmeden akan trafiğe aldırış etmeden topluluk halinde yürüyorlardı. Hiç bir araç şoförü de kornaya basmıyordu. Çocukların giydiklerinin temiz ama bazısına uzun, bazısına da kısa gelmiş olduğu görülüyordu. Durumu başlarındaki sınıf öğretmeni diyebileceğimiz “terbiyeci”lerine sordum. “Son sınıf öğrencileri, son haftada erkekler babalarının damatlıklarını, kızlar da annelerini gelinliklerini giyip şehri gezerler. Bu son beraberlik, bir duygu seline, eğlence şekline dönüşür” dedi. Meğer uzun veya kısa elbiseler ana babadan kalmaymış da ondanmış. Sürücülerin korna çalmamaları da kendilerinin de yaşadığı son arkadaş eğlencesine saygındanmış. Gençlerin kötü alışkanlıklar, kötü arkadaşlar edinmemeleri için bir iş, bir meşgale, verilerek bunu da takip ederek yaz tatilini geçirmelerine yardımcı olmak başta bize faydalı olacaktır. İyi tatiller arkadaşlar! İyi tatiller gençler!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.