Nurullah Çetin: Sırtına Sakarya'nın Türk tarihi vurulur

Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurullah Çetin, 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın 98'inci yıl dönümü münasebetiyle bir yazı kaleme aldı.

Nurullah Çetin: Sırtına Sakarya'nın Türk tarihi vurulur
Yayınlanma:
Güncelleme:

Sakarya Meydan Savaşı (23 Ağustos-12 Eylül 1921), Türk milletinin istiklaline ve istikbaline sahip çıkma azim ve iradesiyle meydana atılıp tarihte olduğu gibi yine ordu-millet karakterinin uygulama alanına girdiği en iyi sahnelerden biridir. Türk’ün millet mücadelesi demek olan Millî Mücadelemizin kritik dönüm noktalarından biridir. Bu büyük savaşta Türk milleti, yaşlısıyla genciyle, köylüsüyle şehirlisiyle, çoluğuyla çocuğuyla, kadınıyla erkeğiyle elinde silah, at, eşek, çorap, yiyecek içecek giyecek; lazım olan herşeyini ortaya koyarak “ya istiklal ya ölüm” uranı hedefinde kilitlendi ve kendi gayret ve çabası ve Allah’ın yardımıyla zafer kazandı. 

Ayrıca bu zaferle Türk, en kötü ve zor şartlarda bile olsa “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin.” (Zümer, 53) ayetine tam bir imanla sonuna kadar kararlılıkla mücadele etti ve hiçbir zaman ümitsiz olmaması gerektiğini fiilen ortaya koydu. Çünkü kuvvetli bir imanla inandı ve bu imanını şu ayetten aldı:  “Gevşeklik göstermeyiniz; üzüntüye kapılmayınız. Eğer gerçekten inanıyorsanız, mutlaka siz en üstün olursunuz.”(Al-i İmran, 139)

Bu kutlu savaşın seyri kısaca şöyle gelişti: Kütahya-Eskişehir savaşlarının yenilgiyle sonuçlanması üzerine Mecliste tartışmalar yapıldı. Çünkü Meclis demek, Kurultay demekti. Türk, en önemli milli kararlarını Türk milli iradesinin tecelligahı olan kurultayda alırdı. Yeni bir derlenip toparlanma sürecine girildi. Çünkü Türk bitti demeden hiçbir şey bitmeyecekti. Çünkü Türk, yarış bitse bile yarışa devam eden atlıydı. Çünkü Türk, bozgunda fetih rüyası görendi. Çünkü Türk yenilse bile, “çay koy yeniden zafer planlarına başlıyoruz” diyendi. 

Nitekim 5 Ağustos 1921 tarihli bir kanunla Mustafa Kemal Paşa Başkumandan oldu. Ayrıca 3 ay süreyle Meclisin yetkileri kendisine verildi. Buna göre Mustafa Kemal Paşa, ordunun maddi ve manevi kuvvetini en yüksek seviyede artırma, sevk ve idaresini bir kat daha sağlamlaştırma hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisinin buna bağlı yetkisini Meclis namına fiilen kullanmaya yetkili kılındı. Mustafa Kemal Paşanın vereceği her emir, kanun kabul edilecekti. 

Çünkü Türk liderliğine, ahlakına, imanına, bilgisine, kişiliğine tereddütsüz olarak tam inandığı ve güvendiği bir başçısını bulunca onunla ölüme bile güle oynaya gidendi.

Başbuğ Mustafa Kemal Paşa, milletinin kendisine olan güveni gibi bir büyük hazineye sahip olunca eli böğründe kalmış milletini sahil-i selamete çıkarmak için gönül rahatlığıyla “düşün peşime gidiyoruz” dedi. Hemen işe girişti ve Millî Mücadelenin yürütülebilmesinde kullanılacak gerekli her türlü malzemeyi temin için Tekâlif-i Milliye (millî yükümlülükler) Kararları yayımlandı ve halkın yapabileceği her türlü yardımı yapması için seferberlik ilan edildi. 

Buna göre orduya yardım için tam bir halk seferberliği çıkarılmış oluyordu. Kurulan Tekâlif-i Milliye kurulları gerekli malzemeleri toplamaya başladı. 

Tekâlif-i Milliye Emirleri:

1. Her ilçede bir Tekâlif-i Milliye Kurulu oluşturulacak.
2. Halk, elindeki silah ve cephaneyi 3 gün içinde orduya teslim edecek. 
3. Her aile bir askeri giydirecek. Her aile birer takım çamaşır, birer çift çorap, çarık verecek.
4. Yiyecek ve giyecek maddelerinin %40'ına el konacak ve bunların karşılığı daha sonra geri ödenecek.
5. Ticaret adamlarının elindeki her türlü giyim eşyasının %40'ına el konacak ve bunların karşılığı daha sonra geri ödenecek.
6. Her türlü makineli aracın %40'ına el konacak.
7. Halk, ulaşım ve taşıma araçlarını ordunun hizmetine verecek. Halkın elindeki binek hayvanlarının ve taşıt araçlarının %20'sine el konacak.
8. Sahipsiz bütün mallara el konacak.
9. Tüm demirci, dökümcü, nalbant, terzi ve marangoz gibi iş sahipleri ordunun emrinde çalışacak.
10. Halkın elindeki araçlar bir defa olmak üzere 100 km'lik mesafeye ücretsiz askeri ulaşım sağlayacak.

Çıkabilecek sıkıntılar için de İstiklal Mahkemeleri görevlendirildi. Bu bir ölüm kalım savaşıydı ve Türk milleti yapılabilecek en büyük fedakârlığı yapmaya davet ediliyordu. Elbirliğiyle emek olmadan yemek olmayacaktı. Türk milleti kendi işini kendisi görecekti. İmece usulüyle ortaklaşa iş görmek Türk kültürünün bir unsuruydu.

Bu büyük savaş, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü komutasında verilen bir savunma savaşıdır. Savunma bütün vatana yayıldı. “Ya istiklal ya ölüm” uranıyla bir ölüm kalım savaşı verildi.

Kütahya-Eskişehir savaşlarından sonra bir süre duraklayan çapulcu Yunan ordusu, hazırlıklarını tamamladıktan sonra 23 Ağustos 1921 günü Sakarya Irmağı’nın gerisinde bulunan Türk mevzilerine saldırıya geçtiler. Taraflar arasında çok şiddetli çarpışmalar oldu. Yunan saldırıları kıtalarımız tarafından ağır kayıplar verdirilerek durduruldu. Buna rağmen takviyeli Yunan kuvvetleri önemli mevzilerimizi ele geçirerek Polatlı’ya kadar yaklaştılar. Bazı yerlerde Türk savunma hatları yarıldı, birlikler arasında bağlantı koptu. Yunan taarruzu ilerliyor gibiydi. Türk ordusu ise yer yer geri çekildi.

Bunun üzerine Başkomutan Mustafa Kemal Paşa yeni bir savaş taktiği ile “Hatt-ı müdafaa (Savunma çizgisi) yoktur, sath-ı müdafaa (savunma alanı) vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla sulanmadıkça, terk olunmaz.” diyerek vatanın her karış toprağı için savaşmayı emrediyordu. Bu emri alan her birlik, her asker, vatan toprağını sonuna kadar savunmaya başladı. Düşman büyük kayıplara uğratılarak saldırı gücünden yoksun bırakıldı.

Elde edilen bu üstünlük üzerine Mustafa Kemal Paşa, 10 Eylül 1921 günü saldırıya geçilmesini emretti. 11 Eylülde bu saldırı bütün cephe boyunca yayıldı ve düşman 12 Eylül günü bulunduğu yerlerden sökülüp atıldı. Büyük bozguna uğrayan İngiltere'nin ve bütün Haçlı dünyanın köle ruhlu jandarması olan Yunanlılar, perişan bir durumda Sakarya Irmağı’nın batısına çekildiler. 13 Eylül 1921’de Sakarya’nın batısına atılan düşman, takip edilerek Eskişehir’e doğru kovalandı. 

22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesi, Türk Milletinin varını yoğunu orduya vermesiyle 13 Eylül 1921 günü zaferle sonuçlandı. 

Bu zaferle hem Türk ordusu ve tabii Türk milleti büyük bir moral kazandı, hem de Yunan ordusunun maneviyatı kırıldı. Bu zafer sonucunda Mustafa Kemal Paşa, TBMM’nin oybirliği ile 19 Eylül 1921’de mareşal rütbesine yükseltildi ve aynı gün gazilik unvanı verildi. Böylece Mustafa Kemal Paşa, bundan böyle Müşir (Mareşal) Gazi Mustafa Kemal Paşa olmuştur. Gazi demek, hem İslam'ı korumak ve yaymak hem de maddi ve manevi her türlü milli varlığımızı korumak için, yani  dini ve milli kutsallarımız adına gaza meydanına atılan İslam kahramanı demektir. Bu bağlamda Mustafa Kemal Paşamız, hem adaşı olan Muhammed Mustafa'nın davası olan İslam'ı Haçlıların çizmeleri altında çiğnetmemek için hem de Türk vatanını kurtarmak için hayatını ortaya koymuş bir İslam mücahidi gazi ve Türk yiğidi Bağbuğdur.

Sakarya zaferi, aynı zamanda Haçlı emperyalist gavur işgaline kesin olarak son verecek olan Büyük Taarruzun da kapısı olmuştur. Açılan bu kapıdan kıyamete kadar sürecek olan Türk istiklalinin hür, bağımsız ve engin dünyasına girilmiştir.

Bu büyük ve kutlu Türk zaferinin en güzel şiirini de Necip Fazıl Kısakürek yazdı. Şiiri şöyle:

SAKARYA TÜRKÜSÜ

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.

Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya’nın, Türk tarihi vurulur.

Eyvah, eyvah, Sakarya’m, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!..

Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

Kafdağı’nı assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

Sakarya; sâf çocuğu, mâsum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!

Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..

Kaynak:Bülten

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.