Eflatun Neimetzade

Eflatun Neimetzade

Nesir muallim bana babalık yaptı Kazakistan’da konserler verdik

Nesir muallim bana babalık yaptı Kazakistan’da konserler verdik

“Bakü” gazetesine çeşitli konularda siparişler alıyor, çeşitli konularda makaleler yazıyordum. Fakat bana nedense çok az para yazılıyordu Şube Müdürü. Bu da beni rahatsız ediyordu. Aslinde gazetelerden aldığım kaşelerle yaşıyordum. Öğrenciydim, kirada kalıyordum. Babam okul öğretmeniydi. Kalabalık aile idik ve babam doğal olarak bana para gönderemiyordu. Bir gün Şube Müdürü Fazil Rehmanzade’nin odasından sinirli çıktım ve koridorda adımlıyordum. “Neden böyle yapıyorlar? Her gün siparişler alıyorum, yazıyorum, ama karşılığı çok az olur? Zahmetime bile değmezdi…” Aniden önümde bir adam dikeldi. Başımı kaldırdım, Nesir muallim idi. Bana dikkatle bakıyordu. Salam verdim: “Sen Eflatun’sun, değil mi?  Makalelerini dikkatle okuyorum. Aferin, yazmaya devam et. Kalemini beğeniyorum…” Utandığımdan yüzüne bakamadım. Çok duygusaldım, içimden sanki sıcak nehir akıyordu. Yere bakıyordum. Birkaç yaş damlası ayakkabımın üzerine düştü. Nesir muallim gitmiyordu, durmuş halimi anlamaya çalışıyordu.

“Neden rahatsızsın? Yoksa seni burada incitmişler? Benimle odama gel…” Öne düştü, ben de peşinden gittim. Geniş odasına geldim. Masaya oturdu ve bana da tam karşısında yer gösterdi.

“Otur oğlum. Konuş, neler olmuş? Endişe etme, kimseye söylemem…” Boğazım sanki tıkanmıştı. Odaya sukut hâkimdi. Cesaretlendim, söylemeye karar verdim.

“Nesir muallim, özür dilerim. Bana büyük siparişler veriyorlar, ama az para yazıyorlar… Neden az yazıyorlar, anlayamıyorum. Öten yazım yarı sayfaydı, sekiz rüble yazdılar. Neden?”, dedim ve sustum. Yeniden konuşamaz oldum.  Boğazım tam tıkandı. Yüzüne bakamadım. Böylece susup kaldım.

Kalktı, bana bardakta su getirdi. Aldım, içtim. Teşekkür ettim.

“Atan, anan harada oturuyor? Bakü’deler?

“Hayır, reyondalar. Atam Ardebil’lidir, Astara’da oturuyor. Mektepte okul öğretmenidir. Biz büyük, kalabalık aileyiz, Nesir muallim? Ben babamdan para almıyorum. Gazetelerden aldığım paralarla kira ödüyorum ve geçimimi saklıyorum”.

“Bakı’da eviniz yoktur?”

“Hayır. Kirada oturuyorum”.

“Şimdi kalk, ardımca gel. Hiç utanma, her zaman bana gele bilirsin”.

İlk önce Şube Müdürü, cimri adam, Şakir Abdullayev’in odasına geldik. Şakir Bey hemen yerinden fırladı: “Şakir, bak, Eflatun’a bundan böyle parayı ben yazacağım. Öğrencidir, kirada oturuyor. Ona yardım etmeliyiz. Büyük siparişler ver ona. Kalemi de iyidir, beğeniyorum yazılarını. Bu günkü yazı çok güzeldir. “Burada Cehreye Güzellik Veriliyor”. Tam yarım sayfadır. Güzel yazıdır, çok beğendim.

“Baş üstüne, Nesir muallim, anladım”.

“Gel, Eflatun, gidelim”, dedi. Önüme düştü, dosdoğru Sanat Şube müdürü, Fazil Rehmanzade’nin odasına yöneldi: Adam bana babalık yapıyordu

Fazil Bey hemen ayağa kalktı: “Bak, Fazil, Eflatun’a yardım etmeliyiz. Ona devamlı siparişler ver, ona kaşeyi de ben yazacaksın. Duydun mu? Kirada kalıyor, yardım etmeliyiz”, dedi.

Fazil Bey: “Baş üstüne”, dedi. Nesir muallim yavrusuymuşum gibi elimden tutup odadan çıktık.

“Gel, odama gel”, dedi ve odasına geldik.

 “Sen hiç neden utanma, sabah kaşe günüdür. Yanıma gel, duydun mu?

“Çok sağ olun, Nesir muallim. Siz çok merhametlisiniz. Yarın geleceğim”, dedim. Elini mana uzattı.

“Yarın bekliyorum”, dedi. Odasından hızlı çıktım ve içime ferah doldu. Her şeyi unuttum bir anlığına. Ne kadar hoş bir insandır. İlahi bir ruhtu sanki, içimi rahatlattı. Bana babalık etti sanki. Dünyada ne güzel insanlar varmış. Adam beni hiç tanımıyordu, fakat şefkatini, sıcak yaklaşımı beni afsunladı adeta.

Ertesi günü dersten sonra “Bakı” gazetesinin yolunu tuttum. Nesir muallimin kapısı açıktı. Beni uzaktan gördü: “Gel içeri, Eflatun”, dedi. Girdim. Elini bana uzattı. Onun sıcak elini tuttum. Sonra köşedeki Seyfi açtı, oradan bir zarfı aldı bana uzattı. Bu dünkü yazının kaşesidir. Sana helaldir. Bundan böyle hep iyi kaşe alacaksın. Canını sıkma, oldu mu? Cesur ol. Yazmaya devam et…”. Kalktım, yeniden elini sıktım. Yüzü hep gülüyordu.  Hayran edici gülüşüyle benimle kapıya dek yürüdü, arkamca kapıyı kapattı.

Koridoru hızla yürüdüm, bahçeye indim, sokağa çıktım. Koşuyor, yürüyordum, koşuyor, duruyordum sevincimden. Zarfın içindeki parayı merak ediyordum. Sevinerek zarfı açtım. Sekiz tane onluk, yani seksen rüble para vardı.  Hemen-hemen altı aylık kira parasıydı. Sevincimden gözlerim yaşardı. Dünkü yazıma Şakir Bey en fazla on beş ruble yazacaktı. Nesir muallime dua ettim. Uzun yıllar onun şefkatini, hayırseverliğini, sevgisini görmüşümdür.

SAHNE BENİ İÇİNE DOĞRU ÇEKİYORDU

Sonra ben 1975 yılında yeniden Leningrad’a (şimdiki Sain-Petersburg) eğitime gittim… Bununla ilgili sonra yazacağım… Aradan yıllar geçmiştir. Fakat bu gün bile Nesir muallim o zarif, hoş gülüşünü sıcak bakışlarını şimdiki gibi hatırlıyor ve kendisine hayran kalıyorum... Allah ona rahmet etsin. Mezarı nurla dolsun, çok-çok iyi insandı. Hayırsever insan, dünya şekeri bir adamdı. Evet, hakiki insandı! Böyle adamı hiç bulamazsın, diyorum. Tanımadığı, fakat kalemine değer veren çok az adam bulursun. Belki de hiç bulamazsın…

SAHNE HAYATIM UĞURLA DEVAM EDİYORDU

Evet, aktör gibi de, gazeteci gibi de beni tanıyorlardı. Seviniyordum elbette, ama bu yeterli değildi benim için. Altmış dört yılında rektör Rahip Hüseynov beni makamına davet etti ve dedi: “Çok başarılısın, iyi öğrencisin. Senin için bir ansambl kuruyorum. Sekiz kişilik ekiple birlikte Kazakistan’a Ham topraklarına gönderiyorum, hazır ol. Tar, garmon, kemençe, kendin de piyano çalacaksın, iki şan ustası ve nakkare. Sen provalarını başlaya bilirsin, yeni konser Programını çalışın. Provalarına bu gün bile akşam başlaya bilirsin. Haziran’da Kazakistan’a yola düşeceksiniz”.

Bu teklife çok sevindim. Rektöre teşekkür ettim. Kazakistan’da çok tahıl, Buğday ekiliyor. Eğer Buğdayı bir an evvel toplamazsın yağmur başlayacak. Ona göre Sovyetlerin on altı ülkesinden iki yüz, üç yüz öğrencileri gönderiyorlar ki buğdayı yağmura yakalanmadan toplasınlar.

Biz Haziran ayında özel trenle on iki gün yol gittik. Kuzey Kazakistan Vilayetinin Petropavlsk şehrinin Nalobino reyonunun Dubrovke ilçesine yerleştik. Bizim amacımız Bakü’den yola düşen üç yüz elli Üniversite öğrencileri için konserler, meraklı geceler organizasyonunu yapmaktı. Bir ay çeşitli köylerde, kasabalarda konserler verdik. Daha sonra bizlere yeni görevler verdiler. Ben ve hocamın oğlu Faiq Dadaşov, Çocuk Esirgeme Yurdunda Yönetici görevine atandık. Ben müdür, Faiq yardımcım oldu.

Kötü şartlarda yaşayan, babasız, annesiz 189 çocuğa babalık yapmalıydık. Çocuklara kötü muamelede bulunanları kenar ettiler, zor eğitimci görevi, 189 yetim çocukların taliyi bizlere emanet edildi. Yemeklerini çalanlar, giyimlerine el koyan kötü insanlar, eski yöneticileri işten attılar, savcılık soruşturma başladı.

Nitekim ilk bu işi başarıyla yaptık ve çocuklar etrafımızı sardılar. Onlarla oyunlar, küçük vodviller sergiledik. Filmler izledik, onlara yeni elbiseler, kış giyimleri verdik ve bizi baba gibi sevdiler. Kitap okuma, film izleme, müzelere gitme saatlerini yazıp astık duvara. Kış hazırlıkları için ormandan odun kesip getirmek ve saire. Kısa zamanda Vilayet Parti Komitesi çalışmalarımızı denetlediler ve övgü dolu sözler işittik. Bizim için özel izin alındı ve Ekime dek orada bulundum. Tiyatro kulübü yarattık ve çocuklar ile oyunlar sergiledik ve Parti Başkanlarını mini oyunlara davet ettik. Beni ödüllendirdiler. Çok romantik ve eğlenceli bir gezi oldu benim için.

AZERBAYCAN’DA GAZETECİ GİBİ TANINIYORDUM

…Bakü’ye döndüğümde Azerbaycan Komsomol Komitesi Fahri Fermanı ile ödüllendirildim. Muallimler Evinde bekçiliğim devam ediyordu. Orada amatör Tiyatro topluluğunu kurdum. Kısa zamanda Cafer Cabbarlı’nın “Vefalı Seriye” piyesini sahneye koydum(1964) ve bu ilk yönetmenlik denemem oldu. Aynı zamanda Ahund rolünü de ben oynuyordum. 1965 yılında beni Bakü’de tanımağa başladılar ki, Ramana Kültür Merkezine Sanat Yönetmeni görevine atadılar. Artık maaşım vardı ve bekçilikten kurtuldum. Derslerim saat on dörtte bitiyordu ve ben Ramana Kültür Merkezine trenle gidiyordum. Orada Dram Topluluğu yarattım ve ilk olarak C. Memmedkulizade’nin “Kemancı”/1965) dramını sergiledim. Yerli insanların Kültür seviyesi yüksek olmasa da sanata, müziğe, edebiyata meraklıydılar. Tiyatro Topluluğuna merak büyüktü ve büyük ilgi topladı.

Ramanada büyük çalışmalar yaptım ve yerli insanların sevgisini topladım. Şair Aliağa Kürçaylı ile şiir gecesini organize ettim. Daha sonra orada çok sevilen garmon, tar kurslarını açtım ve kendim dersler veriyordum.

Aralıklarla Bakü 7 no’lu İnternat okulunda (Narimanov Caddesindeki Çocuk Esirgeme Yurdunda) da Tiyatro Topluluğu yarattım ve piyesler, vodviller sergiliyordum. Sahne beni her yönüyle kendine bağlıyordu ve saatlerce çalışmaktan, prova yapmaktan zevk alıyordum.

Derslerime titizlikle devam ediyordum ve Musikili Komediye Tiyatrosunun Başrejisörsü Aliheyder Alekperov üçüncü sınıfta iken bizimle S. Aşeskerov’un “Yıldız” operetini hazırladı. Biz bu temsili Devlet Operet Tiyatrosu’nun sahnesinde oynadık. Ben Sovyet Kolhoz Başkanı Gadir rolünü oynadım. Çok da beğenildi. Temsil büyük başarı topladı ki beni ve Sefa İsmayıloğlu dostumu Tiyatroya aktör olarak  Tiyatroya davet ettiler. Artık devlet Tiyatrolarının kapıları yüzüme açılmaya başladı. O zamanın Rus rublesi ile bana altmış manat maaş bağladılar. Elbette çok azdı bu para. Ama olsun, bu bir başlangıçtır, ileride arta bilir düşündüm…

Operet Tiyatrosu’nda repertuarda olan temsillerdeki rollere sarıldık ve sahnede performansımızı kanıtlamaya çalıştık. S. Aleskerov’un “Kendimiz Biliyoruz” operetinde Gitaracı, “Milyonçunun Dilenci Oğlu” operetinde I. Hizmetçi, sonra II. Hizmetçi ve Polis rollerinde sahneye çıktım. Artık Devlet Tiyatrosu sahnesinde çalışıyorduk. Maaş çok düşük olsa da benim için büyük sahnede oynamak onur vericiydi.

…Üçüncü sınıfta iken hocamız ilk defa “Arşın Mal Alan” musikili komedisini sahneledi ve biz temsili Devlet Opera ve Balesi sahnesinde, ilk defa büyük sahnede gösterdik. Bu büyük bir başarı demekti.  Nerede derseniz? Akademik Opera ve Balesi sahnesinde profesyoneller gibi oyun sergiledik ve ülke çapında bizleri genç yetenekler olarak tanıdılar. Arif Babayev Asker, ben ise Veli rolünde sahneye çıktık. (1965) Naile Abdullayeva Telli, Şefige Memmedova Asya, Vagıf Resulov Süleyman Bey, Zakir Memmedov (III. Sınıf öğrencisiydi)  Soltan Bey rolünü oynadılar. Fevkalade bir temsil olduğunu basında okuduk. Kururluyduk, seviniyorduk. Hatırlıyorum, o temsilde babam da, kardeşlerim de iştirak ettiler. Babam o zaman ilk defa büyük sahnede gördü oyunumu. Beğendi oyunumu. Akşam evde bana:

“Sen gerçekten de aktör olmalıydın. Ama iyi matematikçi de ola bilirdin. Neyse ki aktör gibi de çok başarılısın. Böylece devam et, oğlum. Sana başarılar dilerim” dedi. Devamı vardır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Eflatun Neimetzade Arşivi