“Daha başta, akıtılacak kan ve istihsal edilecek (üretilecek) netice
mutlaka mukayese olunmak lazımdır (karşılaştırılmalıdır) …
Harekât-ı Milliye’nin (Millî Mücâdele’nin) hiçbir safhasında
hesapsız bir karar ve hesapsız bir cüret yoktur…'"
İsmet Paşa
(TBMM’deki Lozan müzâkereleri konuşmasından)
Mustafa Kemâl Paşa’nın dirâyetli siyasî ve askerî liderliğinde yürütülen Şanlı Millî Mücâdele’nin askerî sonucu Büyük Zafer, siyasî sonucu da aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasî tapusu addedilen Lozan Barış Antlaşmasıdır (24.08.1923).
TBMM Ordularının, Anadolu’daki işgâlci Yunan Küçük Asya Ordusuna karşı elde ettiği ezici zaferin ardından (TBMM heyeti ile İngiltere, Fransa ve İtalya heyeti arasında) 11 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mudanya Mütârekesi’nin (1) imzalanmasından sonra İtilaf Devletleri, TBMM Hükûmetini 28 Ekim’de Lozan'da toplanacak olan barış konferansına davet etmiştir. Barış şartlarını görüşmek için konferansa önce Başvekil Rauf Orbay katılmak istemiş ise de TBMM Başkanı ve Başkumandan Gazi Mustafa Kemâl Paşa, konferansa (Mudanya Mütârekesi görüşmelerine de katılan) İsmet Paşa'nın baş temsilci olarak katılmasını uygun görmüş, akabinde İsmet Paşa Hâriciye Vekilliğine (Dışişleri Bakanlığına) getirilmiş ve barış konferansına yönelik çalışmalar hızlandırılmıştır. Bununla birlikte, İngilizlere göre barış antlaşması sürecinin önündeki başka bir zorluk ise hukûken olmakla birlikte fiilen adeta yok olmuş İstanbul Hükûmetinin hâlâ mevcut olmasıydı.
Türk milletini temsil eden fiilî ve asıl hükûmet Ankara'daydı. Sivas Kongresi’nde (04-11. 09.1919) seçilen Heyet-i Temsiliye Türk milleti adına fiilen yürütmeye el koymuş, milletin gerçek temsilcilerinden oluşan TBMM’nin açılmasıyla da Meclis yürütmeye resmen – hukûken el koymuştu. Gerçekte hukuken ve fiilen 23 Nisan 1920 tarihinden itibaren TBMM’nin şahsında somutlaşan yeni bir Türk devleti mevcut olmakla birlikte bunun uluslararası alanda tanınması ve bu devletin adının ilan edilmesi biraz zaman almıştı.
I. İnönü Zaferi üzerine İtilaf Devletleri, Sevr Barış Antlaşmasında bazı değişiklikler yapmak üzere Yunanistan ve TBMM temsilcilerinin de katıldığı bir Londra’da bir konferans düzenlemiş, 23 Şubat’ta başlayan konferansta Sevr Barış Antlaşmasında değişiklik yapılması görüşmelerini Türkiye adına konferansa davet edilen TBMM temsilcileri ile yapmışlar, İtilaf Devletlerinin Sevr Barış Antlaşması'nda küçük değişikliklerle yetinmek istemelerine Türk delegeler tarafından şiddetle karşı çıkılmış, TBMM delegeleri, Misak-ı Millî gereği Sevr Barış Antlaşması'nı hiçbir şekilde kabul etmediklerini dile getirmişler, şiddetli tartışmalardan sonra konferans sonuç alınamadan dağılmış, TBMM Heyeti Başkanı (ve Hâriciye Vekili) Bekir Sami (Kunduh) Bey, Londra Konferansı'nın dağılmasından sonra savaş esirlerinin karşılıklı geri verilmesi ile ilgili olarak, 11 Mart’ta Fransızlar, 12 Mart’ta İtalyanlar, 16 Mart’ta da İngilizlerle ayrı ayrı antlaşmalar imzalamış ise bu anlaşmalar TBMM tarafından onaylanmamış, Londra Konferansı her ne kadar sonuç alınamadan dağılmışsa da İtilaf Devletleri'nin zımnen TBMM'yi tanımaları açısından diplomatik bir başarı olmuş, TBMM temsilcileri ile Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti (RSFSC) temsilcileri arasında devam eden görüşmeler 16 Mart’ta Moskova Antlaşması’nın imzalanmasıyla sonuçlanmış, böylece RSFSC, Misak-ı Millî'yi ve BMM'yi tanıyan ilk Avrupa ülkesi olmuş, BMM de uluslararası bir antlaşmayı onaylamış olması münâsebetiyle uluslararası bir süje hâline gelmiş olduğundan bu antlaşmadan sonra artık “TBMM” olarak anılır olmuştur.
İstiklâl Harbi’nin akıllara durgunluk veren bir başarı ile bitmesi, başta İngiltere’Nin Yakın Doğu’daki hesapları olmak üzere dünya üzerindeki emperyalist hesapları altüst etmiştir. Şanlı Millî Mücâdele öyle haklı ve geçerli nedenlere dayanılarak yürütülmüştür ki başlangıçta buna karşı olan güçler, sonunda bu haklı ve meşru davamızın tartışma konusu edilemeyecek kadar yerinde olduğunu anlamışlardır. Yeni Türk Devleti bir yandan İstiklâl Savaşı’nı yürütürken, bir yandan da bu meşrû mücâdelenin uluslararası alanda kabul görüp onaylanması için gayret etmiştir. Büyük Zafer ile 1922 yılı sonbaharında Şanlı Millî Mücâdelenin askerî safhası başarıyla sonuçlandırılmış, bu sonucun bütün dünya tarafından tanınması, akıtılan kanların ve harcanan olağanüstü çabaların boşa gitmemesi açısından bir zorunluluk hâlini almıştır. Askerî zaferden sonra mücâdele bütünüyle diplomasi alanına taşınmış ve 24 Temmuz 1923 tarihinde, bir yıl önce kazanılan Büyük Zafer, Lozan’da uluslararası bir antlaşma ile de tescil edilmiştir. Bu tescil işleminin adı Lozan Barış Antlaşması’dır.
Lozan Barış Konferansı’nın başlaması öncesinde taraflara konferansa davet çağrısı yapılırken İngilizler, İstanbul Hükûmetinin bu “hem var hem yok” hâlinin kendilerine sorun çıkarabileceğini düşünmüş, sonuç olarak (yapılacak konferansta Türk tarafının çift otorite ile temsil edilmesinin Müttefiklerin elini güçlendireceğini de düşünerek), Lozan'a, hem İstanbul Hükûmetini hem de Ankara Hükûmetini davet etmeleri üzerine bu duruma tepki gösteren TBMM Hükûmeti 1 Kasım’da (1 muhalif oy hâricinde) ittifakla saltanatı kaldırmıştır. Kabul edilen bu kanun, gerçekte, TBMM’nin 23 Nisan 1920 tarihinde açılarak Türk milleti adına egemenliği üstlenmesinden itibaren mevcut olan hukukî ve fiilî durumun, şartların elverişli hâle gelmesi üzerine, Mütâreke döneminde yazgısını ve zayıf da olsa mevcudiyetini devam ettirme imkânını işgâlcilerin insafına sığınmakta görmüş, Mîllî Mücâdele esnasında da işgâlcilerle iş birliği içinde olmuş, Millî Mücâdeleyi boğmak için her türlü zilleti irtikap etmiş ve artık çoktan köhnemiş olan bir kurumu kaldırması anlamına gelmekteydi.
TBMM Hükûmeti Lozan Konferansı'na katılarak Misak-ı Milliî'yi gerçekleştirmeyi, Doğu Anadolu sınırlarının Misak-ı Milli’ye uygun olarak belirlenmesini, ekonomik ve hukukî bağımsızlığı kısıtlayan kapitülasyonları kaldırmayı, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunları (Batı Trakya, Ege adaları, nüfus değişimi, savaş tazminatı) çözmeyi ve Türkiye ile Avrupa devletleri arasındaki sorunları (iktisadî, siyasî, hukukî) çözmeyi amaçlamış (Büyük Ermenistan amacı güden) Ermeni yurdu ve kapitülasyonlar hakkında anlaşma sağlanamazsa görüşmeleri kesme kararı almıştır.
İngiliz Hükûmeti ise asıl hedefi daima İstanbul olan Ruslara (ve Akdeniz’e doğru sarkmalarına) karşı 19. Yüzyıl sonlarına kadar olduğu gibi yeniden Türkler ile iyi ilişkiler kurmayı ve selefleri gibi kendilerinin de büyük emperyal emelleri olan Bolşevik Rus yayılmacılığına karşı böylece önlem almayı amaçlamıştır. Rusların kötü gününde başka bir ülke donanmasının Türk Boğazları’ndan Karadeniz'e girmesine izin vermemek için kapalı kalmasını isteyecek olan Ruslara karşı Boğazlar yolunun güvenliği de elbette ki İngilizler için son derece önem arz eden bir konu olmuştur.
Lozan'da TBMM Hükûmeti, sadece mağlup ettiği Yunanlar ile değil bunun da ötesine I. Dünya Savaşı'nın galip devletleri ile de karşılaşıp müzâkerelerde bulundu ve artık tarihe karışmış olan bu imparatorluğun tüm tasfiye davaları ile de yüzleşmek zorunda kaldı.
20 Kasım’da İsviçre’nin Lozan kentinde başlayan Lozan Barış Konferansında Osmanlı borçları, Türk-Yunan sınırı, Türk Boğazları, Musul, azınlıklar ve kapitülasyonlar üzerinde uzun görüşmeler yapılmıştır. Boğazlar, azınlıklar, tabiiyetler, Patrikhâne gibi meselelerde uzlaşma sağlanmış; Müttefik Devletlerin genel olarak malî ve iktisadî kapitülasyonlardan vazgeçtikleri söylenebilir ise adlî kapitülasyonlara dair anlaşılamayan noktalar olmuş; ayrıca Batı Trakya, Gelibolu'nun silahsızlandırılması ve Musul konularında anlaşma sağlanamamıştır. Bahse konu nedenlerle yaygın söylemin aksine konferans kesintiye uğramamış, ihtilaflı meseleler nedeniyle ertelenmiştir. Fransa Başbakanı Raymond Poincare de müzâkerelerin kesilmediğini ifade eder.
30 Ocak 1923'te Fransızlar, mevcut hazırlanmış antlaşmanın bir taslak mâhiyetinde olduğunu ve ihtilaflı meselelerin daha sonra görüşüleceğini Ankara'ya bildirmiştir. 4 Şubat’ta ara verilen görüşmeler hakkında Lozan heyeti adına Hâriciye Vekili İsmet Paşa’nın konferansa hazırladığı rapora göre, konferansın resmen devam ettiği görüşü altında temel bazı konularda anlaşılsa bile ihtilaflı meseleler konusunda Ankara'ya dönüp durum değerlendirmesi yapmak gerektiğini belirtmiştir. Türk heyeti, diğer ülkelerin heyetlerin değerlendirme yapmak üzere kendi hükûmetleri ile görüşmeler yapma fırsatından istifade ederek, Lozan'da iki temsilci bırakmak suretiyle Türkiye'ye dönmüştür. İsmet Paşa, ordunun hazır bulundurulmasını, henüz barış yapılmadığı için endişelenilmemesini ve İngilizler ile de hiçbir noktada silahlı çatışma yaşanmamasını istemiştir. Fransa Hükûmeti adına antlaşmayı imzalayacak olan Fransız Yüksek Komiseri General Joseph Pelle de konferanstaki kesintinin anlamsız olduğunu ve antlaşmanın imzalanmasında pek bir sakınca kalmadığını söylemiştir. Lozan’daki Türk delegasyonu içinde danışan olarak yer alan (1908-1920 yılları arasında Osmanlı Dönemi son hahambaşı olan) Haim Nahum Efendi öncülüğündeki azınlık temsilcileri de arabuluculuk yapmışlardır.
Lozan dönüşü 16 Şubat'ta İstanbul'a gelen İsmet Paşa, buradan Eskişehir'e hareket ederek Meclis Başkanı Gazi Mustafa Kemâl Paşa ile görüşür ve Eskişehir'den Ankara'ya kadar birlikte gelirler. Ankara'da Gazi Paşa, İsmet Paşa, Ali Fuat Paşa ve Rauf (Orbay) Bey bir toplantı yaparlar. 20 Şubat’taki gece toplantısında inkılapçı bir meclis kurulabilmesi için mevcut meclisin feshedilmesi ve seçimlerin yenilenmesine karar verildi. 1 Nisan’da Mecliste seçim kararı alındı. İtilâf cephesinde ise Lozan'da hazırlanan Barış Antlaşması taslağı ile ilgili Türk önerilerini değerlendirmek üzere İngiliz-Fransız-İtalyan-Japon uzmanlar, 21-27 Mart’ta Londra'da bir konferans düzenlediler. Müttefikler, (çözüme kavuşturulmuş olan konular hâricindeki) birçok konuda Ankara Hükûmeti'nin bakış açısını karşılamak için kendi aralarında mutâbakata vardılar. Türkler de Müttefiklerin mâkul gördüğü karşı önerilerde bulunduktan sonra konferans iki buçuk aylık bir aranın ardından Lozan'da yeniden başladı. İngiltere temsilcisi Lord Curzon, ikinci tur görüşmelerde yerini Sir Horace Rumbold'a devretti.
23 Nisan’da tekrar başlayan ve 24 Temmuz’a kadar devam eden müzâkere süreci Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanması ile sonuçlanır. Antlaşmaya TBMM Hükûmetinin yanı sıra İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve (ilerleyen yıllarda kurulacak olan Yugoslavya'nın temelini oluşturan) Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı imza atmıştır. Taraf ülkelerin temsilcileri arasında imzalanan anlaşma, uluslararası anlaşmaların ülke Meclisler tarafından onaylanmasını gerektiren yasalar gereğince, taraf ülkelerin Meclislerinde görüşülmüş ve Türkiye tarafından 23 Ağustos'ta, Yunanistan tarafından 25 Ağustos’ta, İtalya tarafından 12 Mart 1924'te, Japonya tarafından 15 Mayıs 1924'te, İngiltere tarafından da 16 Temmuz 1924’te onaylanmıştır. Antlaşma, tüm tarafların onayladığına dair belgeler resmî olarak Paris'e iletildikten sonra, 6 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Lozan Barış Antlaşması'ndaki önemli noktalar şu şekildedir:
- Fransızlarla imzalanan Ankara Anlaşması'nda çizilen sınırlar kabul edildi.
- Musul konusunda uzlaşma sağlanamadığı için İngiltere ve Türkiye daha sonra kendi aralarında görüştüyse de konu 'Musul Sorunu' olarak devam etti. Türkiye uluslararası tüm girişimleri yapmasına rağmen sonunda iç ve dış nedenlerle 1926'da Türkiye, İngiltere ve Irak arasında imzalanan “Sınır ve İyi Komşuluk Antlaşması” ile Musul üzerindeki iddialarından vazgeçti.
- Mudanya Mütârekesi sırasında oluşan sınır, Türkiye ile Yunanistan arasındaki resmî sınır hâline geldi. Karaağaç istasyonu ve Bosnaköy gibi yerler Yunanistan'ın Batı Anadolu'da yaptığı tahribata karşılık savaş tazminatı olarak Türkiye'ye verildi.
- Midilli, Limni, Sakız, Semadirek, Sisam ve Ahikerya adaları üzerindeki Yunan hâkimiyeti askerî amaçlarla kullanılmaması şartıyla kabul edildi. Bu adaların Yunanistan'a geçişi Osmanlı'nın 1913'te imzaladığı Atina Antlaşması ile zaten gerçekleşmişti. Türkiye'ye üç milden az mesafede bulunan Bozcaada, Gökçeada ve Tavşan Adaları ise Türkiye'ye ait kabul edildi. Daha önce 1912'de Uşi Antlaşması ile İtalya'ya geçici olarak verilen on iki ada da yine silahsızlandırılmaları karşılığında İtalya'da kaldı. Lozan'a göre Gökçeada ve Bozcaada'ya Türkiye'nin kısmî özerklik vermesi gerekiyordu ancak Türkiye bu şartı hiçbir zaman uygulamadı.
- Müslüman olmayanlar “azınlık” olarak tanımlandı ve tüm azınlıklar Türk uyruklu kabul edilerek pozitif ayrıcalıklar olmayacağı gibi herhangi bir hak eksikliği de olmayacağı kayda geçirildi. Ancak kendilerine ait mâbedler, okullar, sosyal kurumlar ve benzeri vakıfların masraflarını kendilerinin karşılayacağı belirtildi.
- Anadolu'daki Rumlar ile Yunanistan'daki Türklerin mübadele edilmeleri karara bağlandı.
- 400 yıllık Türkiye-İran Sınırı değişmedi.
- Kapitülasyonlar tümüyle kaldırıldı.
- Savaş tazminatlarından vazgeçildi.
- Osmanlı'nın dış borçlarını düzenleyen ve denetleyen yabancıların elindeki Düyûn-u Umûmîye (Genel Borçlar İdaresi) kaldırıldı ve borçlar, imparatorluktan ayrılan devletler arasında paylaştırıldı. Türkiye'ye düşen bölümün ise taksitlendirilerek Fransız Frankı olarak ödenmesi kabul edildi.
- Türk Boğazları’ndan askerî olmayan gemi ve uçaklar barış zamanında geçebileceği kabul edildi. Ancak Boğazların her iki yakası askerîsizleştirilip, geçişi sağlamak amacıyla başkanı Türk olan uluslararası bir kurul oluşturulması hükme bağlandı. Bu madde aynı zamanda Milletler Cemiyeti'nin güvencesi altında alındı. Bu hâliyle Türk askerlerinin de Türk Boğaları’na girişi yasaklanmış oldu ancak bu hüküm, 1936 yılında imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile değiştirildi ve Türk Boğazları’ndaki Türkiye’nin egemenliğini sınırlandıran kısıtlamalar kaldırıldı.
- Yabancı okulların, Türkiye'nin koyacağı kanunlar doğrultusunda eğitime devam edebileceği kararlaştırıldı.
- Dünya Ortodokslarının dinî lideri durumundaki Patrikhânenin, siyasî yetkilerinden arındırılarak İstanbul'da kalmasına izin verildi.
- Türkiye Lozan Barış AntIaşması'nın 20. Maddesi ile (yönetimi 1878 yılında İngiltere’ye devredilen ve Osmanlı Devleti’nin Kasım 1914 ayı başında Merkezî Devletler safında savaşa girmesi üzerine İngiltere tarafından 5 Nisan 1914 tarihinde ilhâk edilen) Kıbrıs'taki İngiltere egemenliğini kabul etmiştir.
İstanbul’un işgâli (16.03.1920) sonrası Malta’ya sürgüne gönderilen (23.03.1920) Osmanlı aydınlarından ve Tevhid-i Efkar gazetesinin sahibi gazeteci ve yazar Velid Ebuzziya (1882-1945), Lozan Barış Antlaşması münasebetiyle Osmanlı İmparatorluğu topraklarının kaybına olan üzüntüsünü belirtirken, Lozan’ı da şöyle tanımlamıştı: “Delegelerimiz siyasî ve miktisadî istiklâlimiz açısından mevcudiyetimizi ve millî inkişafımızı (gelişmemizi) sağlayacak bütün esasları kurtarmaya muvaffak oldular.”
İngiliz tarihçisi Arnold Toynbee de Lozan hakkında şu değerlendirmede bulunmuştu: “Hemen hemen her konudaki Türk ulusal istekleri, Lozan’da Müttefikler tarafından kabul edilmiş ve [böylece] dünya tarihinde eşi olmayan bir olayla karşılaşmıştır: Yenilmiş, [ve] parçalanmış bir ulusun bu harâbe içinden ayağa kalkması ve dünyanın en büyük ulusları ile tam eşit şartlar içinde karşı karşıya gelmesi ve Büyük Savaş’ın [I. Dünya Savaşı’nın] bu galiplerini dize getirecek her isteğini kabul ettirmesi şaşılacak bir şeydi.”
Konferansa gözlemci olarak katılan [ve daha sonra 1927-1932 yılları arasında ABD’nin Ankara Büyükelçisi olarak görev yapacak olan] ABD temsilcisi Joseph M.Grew de “Konferansın mutlu sonuna geldik. Elde edilen sonuç pek büyüktür. Doğu’daki büyük güçlükler çözüldü… ABD elde edilen başarıyı alkışlar” derken Lozan Barış Antlaşması’nın Türkler açısından büyük bir başarı olduğunun önemini vurgulamaktaydı. Böylece Lozan Antlaşması ile Misâk-ı Millî büyük ölçüde gerçekleşmiştir.
Ülkemizde kimi çevrelerde Ege adalarının Lozan’da verildiğine dair de yaygın ve yanılgı içeren bir görüş vardır. diğimizi” söyledi ya, adeta soru yağmuruna tutuldum: Adaları Lozan’da mı kaybettik? Oysa Ege adalarından Oniki Adaları 1911 yılında İtalya, bunun dışında kalan Osmanlı Devleti egemenliğindeki diğer Ege adalarını da fecî bir mağlubiyetle çıktığımız I. Balkan Savaşı’nda (1912) Yunanistan işgâl etmişti. Bu adaları geri almak Lozan görüşmelerinde söz konusu bile olmadı. Sebebine gelince… Mondros Mütârekesi’nden sonra, Osmanlı Meclisi’nin ilan ettiği Misak-ı Milli (28.01.1920)’de Musul vardır ama Ege adaları yoktur! Niye? Çünkü Misak-ı Millî, I. Dünya Savaşı’ndan çekildiğimiz Mondros Mütârekesi’ni imzaladığımız 30 Ekim 1918 tarihinde Türk ordularının bulunduğu yerleri “vatan” olarak tanımlıyordu. Oysa o esnada Oniki Adalar’da 911 yılından beri İtalyan kuvvetleri, Ege adalarında da 1912 sonundan beri Yunan kuvvetleri vardı. II. Balkan Savaşı’ndan sonra imzalanan 14 Kasım 1913 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu ile Yunanistan Krallığı arasında imzalanan Atina Antlaşması’nda I. Balkan Savaşı esnasında Yunanistan tarafından işgâl edilmiş olan Ege adalarının geleceğine “büyük devletlerin karar vermesini” Osmanlı Devleti kabul etmişti. Niye? Çünkü I. Balkan Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nden ele geçirilen toprakların paylaşımında savaşın galipleri arasında yaşanan ihtilaf sonucu Bulgaristan ile Yunanistan, Karadağ, Sırbistan, Romanya arasında gerçekleşen II. Balkan Savaşı’nın Bulgaristan aleyhine gelişmesi üzerine Osmanlı Devleti de bu savaşa müdâhil olarak (30 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşması ile Bulgarlara vermeyi kabul ettiği) Kırklareli ve Edirne’yi zor kurtarmıştı.
Yukarıda da belirtildiği üzere Atina Antlaşması (14.11.1913) gereği I. Balkan Savaşı (08.10.1912 – 30.03.1913) esnasında Yunanistan tarafından işgâl edilmiş olan Ege adalarının geleceğine “büyük devletlerin karar vermesi” kabul edilmişti. Büyük Devletler de 14 Şubat 1914 tarihinde verdiği kararla bahse konu adaları zaten I. Balkan Savaşından beri işgâli altında bulundurmakta Yunanistan’da bıraktı, İmroz ve Bozcaada ile Meis adaları Türkiye’nin oldu. Misak-ı Millî ve Lozan bunun teyididir. Meis adasının niye Yunanlara bırakıldığı konusuna gelince… Lozan’da İsmet Paşa 14 Haziran 1923 günkü konuşmasında Meis adası yüzünden barışın tıkanmaması için kendi deyimiyle “ağır bir fedakârlık” yapmıştır. Boşu boşuna mı? Hayır. Zira asıl amaç (varlığı yüzyıllardır Osmanlı Devleti’nin egemenliğini kısıtlamış olan) kapitülasyon zincirinden kurtulmak ve doğmakta olan yeni devletini de bu belâdan kurtarmaktı. Lozan’da bu sağlanmıştır.
Balkan ve I. Dünya Savaşları’ndaki ağır kayıpların ardından nice yokluk ve zorluklarla yürütülen Şanlı Millî Mücâdele dirayetli yönetimle ve dikkatli stratejilerle görklü bir zaferle taçlandırılmıştır. Bu görklü zaferi mümkün kılan irade, bu emsâlsiz zaferi Lozan’da hebâ etmediler; bazı eksiklikler olsa da yapılabilecek olanı yaptılar. En önemlisi de Osmanlı bütçesinin üçte ikisini alıp götüren Düyûn-u Umumîye (Genel Borçlar İdaresi) ve kapitülasyonları kaldırarak bağımsız Türkiye’yi kurdular.
Lozan Barış Konferansı’nda amacı Misak-ı Millî’yi gerçekleştirmek olan Türk delegasyonu bu amacını (Hatay, Musul ve Gümrü ile Türk Boğazları’nın gayrı askerî statüye alınması hâricinde) gerçekleştirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin başarılı dış politikası sayesinde, Lozan’da her şeye rağmen elde edilmesini mümkün kılamadığımız, Türk Boğazları üzerindeki Türkiye’nin egemenliğini kısıtlayıcı hususlar 20 Temmuz 1936 tarihinde imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile kaldırılmış, Hatay da 29 Temmuz 1939 tarihinde o anavatana katılmıştır.
Lozan barış görüşmeleri esnasındaki dâhilî ve hâricî şartlar ancak bu kadarını mümkün kılmıştır ki bu kadarı da Misak-ı Millî’nin büyük ölçüde gerçekleştirildiği anlamına gelmektedir. Mütâreke döneminde zayıf da olsa zilletle yaşayarak varlığını sürdürmeyi tercih eden İstanbul’daki siyasî iradenin bir utanç ve esâret belgesi olan Sevr Barış Antlaşması’nı imzaladığı, zaferle taçlanan Şanlı Millî Mücâdele sonunda Sevr’in fiilen yırtıldığı ve tarihin çöplüğüne atıldığı, Türk milleti adına bir esâret ve ölüm fermanı olan Sevr’in yırtılarak o kara günlerden Lozan’a gelindiği, İstiklâl Harbi zaferle sonuçlandırılamasaydı, bir esâret belgesi niteliğinde olan Sevr Barış Antlaşması’nın her hâlükârda imzalanacağını, Lozan’da elde edilen siyasî sonuçların ve kazanımların masaya oturduğumuz durumdaki gücümüzün çok çok fevkinde olduğu dikkate alınırsa Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasî tapusu olan Lozan’ın bir zafer olduğu elbette ki herhangi bir tereddüde mahâl olmaksızın ve açıkça anlaşılacaktır.
Nice zorluk ve imkansızlıkla yürütülen Şanlı Millî Mücâdele zaferle taçlanmasaydı zaten bir utanç ve esaret belgesi olan Sevr Barış Antlaşması her hâlükârda uygulanacaktı. Sakarya Muharebesi’nde süvari 5. Süvari Grubuna, Büyük Taarruz’da Afyon güneybatısından Yunan birliklerinin başarıyla arkasına sarkarak Yunanlıların geri çekilmelerine ikna verecek ulaştırma hatlarını tahrip eden ve Yunan birliklerini kuşatan, Büyük Taarruz’un ardından 1 Eylül’de başlatılan Takip Harekâtı’nda komutasındaki birliklerini dirâyetle ve başarıyla kullanan Fahrettin Altay Paşa’nın “On Yıl Savaş ve Sonrası (1912-1922)” isimli eserinde de belirtildiği üzere Türk Ordusu 1912 yılından itibaren 1922 yılı güzüne dek kısa aralıklar dışında devamlı savaşlarla iç içe olmuş bu süre zarfında Türk-İtalyan Savaşı, I. ve II. Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı ve İstiklâl Savaşını yaşamıştır. I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’nin Mondros Mütârekesi ile adeta kayıtsız ve şartsız teslim olarak ölüm fermanını imzaladığı dikkate alınırsa mânen ve maddeten böylesine bir tükenmişlik ortamında “Ya istiklâl Ya Ölüm” parolasıyla sürdürülen ve zaferle taçlandırılan Şanlı Millî Mücâdele’nin önemi ve değeri çok daha iyi anlaşılır.
Unutulmamalıdır ki Lozan’a giden Türk delegasyonu Kanunî Sultan Süleyman dönemindeki gibi bir cihan devletinin temsil ve müzâkere heyeti değil, 1912 yılından beri kısa aralıklarla sürekli savaş hâlinde olan, tükenme raddesine gelen ekonomik kaynakları ve insan kaynaklarını da İstiklâl Harbi’nde başarıyla kullanan bir ülkenin temsilcileri idiler. Lozan’da masaya oturduğumuz esnadaki sınırlı gücümüzün durumu elimizi zayıflatan bir durum olsa da o esnada uluslararası ortamdaki durum ile Müttefikler arasındaki ihtilaflardan kaynaklanan mevcut durumun Türkiye adına bir avantaj oluşturması, Lozan barış görüşmelerinde ancak bu kadar(lık) bir başarıyı mümkün kılmıştır. Bu da, Türk delegasyonu v e TBMM Hükûmeti ve Lozan’daki Türk delegasyonu adına büyük bir başarıdır.
İsmet Paşa’nın TBMM’deki Lozan müzâkereleri sırasında söylediği şu sözler dış politikayla ilgili herkese tarihin de uyarısıdır: “Daha başta, akıtılacak kan ve istihsal edilecek [üretilecek) netice mutlaka mukayese olunmak lazımdır (karşılaştırılmalıdır)… Harekât-ı Milliye’nin (Millî Mücâdele’nin) hiçbir safhasında hesapsız bir karar ve hesapsız bir cüret yoktur…'
Sonuçlar sebeplerden bağımsız değildir. İlliyet bağı da sonuçu doğuran sebeptir / sebeplerdir.
Her olay kendine özgüdür ve kendi bağlamında incelendiği takdirde anlamlı ve sağlıklı sonuçlara ulaşılabilir. Lozan barış görüşmelerini o dönemin şartları içinde değil de bugünden Lozan’a bakarak değerlendirmek döneme ilişkin sağlıklı ve yeterli bilgi ile muhâkeme ve sorgulama becerisinden yoksun olanlar için rahatlatıcı olabilir ama kesinlikle bilimsel, sağlıklı ve anlamlı olmadığı gibi kahve muhabbetinden öte değildir; ciddiye de alınamaz.
Sonuç olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasî tapusu Lozan Barış Antlaşmasının 100. yılı kutlu olsun. Ebediyete doğru akan zaman içinde Türk milletinin refah içinde ve her alanda gelişmiş bir şekilde Lozan Barış Antlaşması’nın nice 100’lü yıllarını idrak etmesi ve kutlaması dileğiyle…
© 2023. Bu makalenin / yazının içeriğinin telif hakları yazarına ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereği kaynak gösterilerek yapılacak kısa alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz.
SONNOT
(1) Mütâreke, silah bırakışması ya da ateşkes antlaşması devletler hukukuna göre, kesin barış antlaşması yapılıncaya kadar yürürlükte olabilecek bir belgedir. Bunun iki şekli mevcut olup, bunlardan birincisi: ateşin kesilmesi ki, bölgesel muharebe yerinde yaralıların ve ölenlerin kaldırılması gibi bazı zorunlu durumlar karşısında savaşı kısa bir süre durdurmak, ikincisi ise mütâreke yahut silah bırakışması ise hukûkî bakımından bazı kuralların belirlendiği bir uygulamadır. Bu kapsamda silah bırakışması antlaşmasına; fiilen mütârekenin başlayacağı tarih, mütârekenin süresi, tarafsız bölgenin belirlenmesi, halkla ilişkiler, yasak eylemler, savaş esirleri ve daha başka konular üzerinde maddeler konulabilir. Ancak mütâreke, hukuk açısından savaşın kesinlikle sona erdirilmesine varmayabilir. Bu bakımdan ordu için terhis ve silahsızlanmaya ait hükümlerin bulunmaması gerekir.
Bu bağlamda örnek vererek açıklayacak olursak 1915 yılında gerçekleşen Çanakkale Kara Muharebelerinde silahlı çatışmaların / muharebelerin sönümlenmesinin ardından tarafların muharebe alanındaki ölü ve yaralılarını almak için muharebe sahasındaki komutanların inisiyatifiyle geçici olarak ve sınırlı süreyle silahlı çatışmaya ara verilmesi “ateşkes” olarak adlandırılırken devam eden savaşın silahlı çatışma kısmına tüm cephelerde ve genel olarak son veren Mondros gibi antlaşmalar ise “mütâreke” tanımına girer. Bu farklılık, bahse konu kavramların İngilizce karşılıklarında daha somut bir şekilde olarak görülmekte olup ateşkes İngilizce olarak “ceasefire” şeklinde ifade edilirken, mütâreke (silah bırakışması) ise İngilizce olarak “armistice” şeklinde ifade edilir.
KAYNAKÇA
---; “Lozan Antlaşması”, https://tr.wikipedia.org/wiki/Lozan_Antlasması, Erişim Tarihi: 10.07. 2023.
---; “Lozan Antlaşması: Ne zaman imzalandı ve neden önemli?” 8 Aralık 2017, https://www. bbc. com/turkce/haberler-turkiye-42275486, Erişim Tarihi: 15.07.2023.
---; “Lozan Barış Antlaşması Tam Metni”, https://www.ismetinonu.org.tr/lozan-baris-antlasmasi-tam-metni/, Erişim Tarihi: 15.07.2023.
Akyol, Taha; “Yine Lozan”, Hürriyet, 30.09.2016.
Bilgin, Mustafa Sıtkı; “Wilson İlkeleri”, Wilson Prensipleri, https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/ bilgi/wilson-ilkeleri, Erişim Tarihi: 10.07.2023.
Demirci, Hasan; “24 Temmuz 1923 Tarihli Lozan (Lausanne) Barış Andlaşması’nın Türk Ve Dünya Tarihi Açısından Yeri ve Önemi”, Anasay, 2017, Sayı 2, https://dergipark.org.tr/tr/ download/article-file/412363, Erişim Tarihi: 16.07.2023.
Düstur, Üçüncü Tertip, Cilt 5, 11 Ağustos 1339 - 19 Teşrinievvel 1930, Başvekalet Müdevvenat Müdüriyeti Yayını, İstanbul Necmi İstikbal Matbaası, 1934.
Ertan, Temuçin Faik; “Lozan Konferansı ile ilgili Bir Terminolojik Değerlendirme”, https:// www. atam.gov.tr/wp-content/uploads/83-1.pdf, Erişim Tarihi: 15.07.2023.
Mumcu, Ahmet; “Lozan Barış Antlaşması”, Atatürk Ansiklopedisi, https://ataturkansiklopedisi. gov.tr/bilgi/lozan-baris-antlasmasi/, Erişim Tarihi. 20.07.2023.
Öz, Dilek Elvan; “Birinci Dünya Savaşı’nı Bitiren Ateşkes Anlaşmaları, Uygulamaları ve Uluslararası Hukuk”, Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir 2005.
Paksoy, İrfan; Cihan Harbi’nde Osmanlı Devleti, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 2018.