15 Temmuz: Darbeler parantezini kapatan kutlu diriliş

Nihat Kaşıkcı

Bu ülke ve millet, son 120 senede çok sayıda darbe ve darbe girişimi yaşadı.

31 Mart (13 Nisan) 1909: Darbeyle Sultan Abdülhamid Han tahttan indirildi.

27 Mayıs 1960: Darbeyle Başbakan Adnan Menderes alaşağı edildi, daha sonra idam edildi.

12 Mart 1971: Verilen muhtırayla, Başbakan Süleyman Demirel istifa ettirildi.

12 Eylül 1980: Darbeyle Başbakan Süleyman Demirel alaşağı edildi.

28 Şubat 1997: Postmodern darbeyle Başbakan Necmettin Erbakan istifa ettirildi.

27 Nisan 2007: Cumhurbaşkanı seçimine müdahale amaçlı ‘internet muhtırası’ verildi; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, muhtırayı sahiplerine iade etti.

15 Temmuz 2016: ABD’nin terör ve istihbarat aparatı olan FETÖ’nün, TSK içindeki kripto elemanlarıyla başlattığı darbe girişimi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın direnişi ve çağrısıyla sokağa dökülen Türk Milleti ile onun askerleri ve polisleri tarafından akamete uğratıldı.

Söz konusu darbe ve darbe girişimlerinin tamamının arkasında ABD ve onun aparatı NATO vardı.

DARBELER PARANTEZİNİ KAPATAN KUTLU DİRİLİŞ

Türk Milleti, 15 Temmuz’da, dünya demokrasi tarihine altın harflerle yazılan bir direniş ve diriliş sergiledi.

Öylesine kutlu bir direnişti ki, sonrasında dünyanın başka coğrafyalarında, yine ABD destekli yaşanan darbe girişimlerine karşı halkın direnişi için ilham oldu.

15 Temmuz’da, ilk defa bir darbe girişimi, milletin çıplak elleriyle ve gövdesini tankların altına atarak sergilediği direnişle başarısızlığa uğratıldı.

Doğal olarak aklımıza şu soru geliyor: Peki, bu millet, neden daha önceki darbelere karşı direnmedi de 15 Temmuz’daki hain girişime karşı canını ortaya koydu?

Kanımca bunun iki temel sebebi var:

Birincisi; fevkalade yüksek bir basiret ve ferasete sahip olan Türk Milleti, öncekilerin sadece birer ‘darbe’ olduğunu ve gelip geçici bir arıza olacağını öngörmüştü. Fakat FETÖ eliyle girişilen 15 Temmuz ihaneti, yalnızca bir darbe değil, aynı zamanda bir işgal girişimiydi. İşte millet, bu ihaneti fark etti.

İkincisi; önceki darbelerde, kendisine karşı darbe yapılan liderler, direnmek yerine teslim olmayı seçmişti. 15 Temmuz’da ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan, teslim olmak bir yana, ölümü göze alarak direndi ve halkı da direniş için meydanlara çağırdı.

Böylelikle bu asil millet, 2016 yılında 15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan gece, 100 küsur senelik mazisi olan ‘cunta darbeleri parantezini’, kapatmış oldu.

Öylesine zarif ve etkili bir direniş oldu ki; FETÖ namussuzlarının emirle halkın üzerine saldığı masum Mehmetçikler, olabildiğince incitilmeden ikna edilerek teslim alındı. Emir verme mevkiindeki hainlerin bir kısmı o gece gömüldü; kalanların da büyük ekseriyeti Türk adaletine teslim edildi.

SADECE TAVANI DEĞİL; TAMAMI İHANET İÇİNDE

Tabii, darbeyi yöneten Adil Öksüz gibi, kaçma fırsatını yakalayan şerefsizler başta ABD, Yunanistan, İngiltere ve Almanya olmak üzere, kucağında oturdukları ülkelere kapağı attılar.

O ihanetin üzerinden 8 koca sene geçti. Bu süreçte, Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın basireti ve sağlam duruşu sayesinde; TSK, Yargı, Polis, iletişim kuruluşları ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarından 100 binden fazla FETÖ militanı atıldı.

Sayıları çok az olsa da atılanlar arasında masumlar da bulunabilir. Kuruların yanında yaş da yanmış olabilir. Yine de sonuç değişmez. Gerekiyorsa bir tek hainin devlet mahremiyetinden uzaklaştırılması için 10 masum da feda edilebilir. O masumlar gidip ekmeğini başka yerlerden çıkarabilir; fakat devletin kılcal damarlarına kadar sızmış olan her bir kripto hain, devletimiz ve milletimiz için bir beka sorunudur.

Darbe-işgal girişimine katılan hainlerden yakalananlar yargılandı, ağır hapis cezalarına çarptırıldı. Onlar 8 senedir zindanda çürüyor ve birçoğu ömür boyu çürüyecek.

Yurtdışına kaçmayı başaran hainlerden bazıları da MİT’in başarılı operasyonlarıyla enselenip getirildiler.

Fakat ABD, Almanya, Yunanistan ve İngiltere başta olmak üzere, bazı ‘dost ve müttefik’ (!) ülkelere kaçmayı başaran hainler, orada refah içinde yaşamaya devam ediyor.

Başlangıçta, FETÖ ihanet şebekesini 3 ayrı katmana ayırarak değerlendirmeye çalıştık: Tabanı ibadette, ortası ticarette, tavanı ihanette

HÂLÂ İNKAR EDİYORLAR

Lakin aradan geçen süreçte fark ettik ki, bu ihanet örgütünün ortası ve tabanı da aynı yolun yolcusu. İçlerinden pek az nedamet getiren oldu. Koskoca bir milletin bizzat tanıklık ettiği, 251 şehit ve binlerce gazimize mal olan o hain kalkışmayı, sanki hiç olmamış gibi bizlere pazarlamaya çalışan güruh, işte o ihanet şebekesinin ortasını ve tabanını oluşturuyor.

Darbeciliğin de bir haysiyeti, onuru olur. Olmalı… Darbeye kalkışan, yaptığı eylemi sahiplenir ve sonuçlarına katlanır. Başarılı olduğunda kendi kuralını koyar, başaramadığında ise kurala teslim olur; bedelini öder.

FETÖ denilen şerefsiz örgüt öylesine ahlâksız bir yapılanma ki, kalkıştığı darbe-işgal girişimini dahi sahiplenmiyor. Senaryo diyor… Tiyatro diyor… Kontrollü darbe diyor.

Peki, bu bir tiyatro ise; hadi şehit edilen 251 canımızı bir an için göz ardı edelim, darbe sırasında gebertilerek cehennemin dibini boylayan, başta General Semih Terzi olmak üzere, o hainler de mi darbede ‘senaryo gereği’ rol aldılar?

Dahası, madem FETÖ’nün bu darbe girişimiyle ilgisi yok, o halde niye suçüstü yakalanıp da kodese tıkılan o hainlere, bizzat ABD’nin kucağında oturan Sümüklü Kardinal sahip çıkıyor?

Neden bu Müslüman görünümlü namert, kendisi ve örgütün tepe yöneticileri rahat ve refah içinde yaşarken hapiste bedel ödeyen darbeci hainlerin kurtuluşu için zırt-pırt rüyalar görüyor, kehanetlerde bulunuyor?

Dedik ya, darbeciliğin de bir namusu olmalı. Talat Aydemir gibi mert darbeciler, başarısız olduğunda inkâr yoluna gitmedi. Eylemini sahiplendi ve bedelini idam edilerek ödedi.

FETÖ hainleri ise, 8 senedir inkâr siyaseti yürütüyor. Aslında onlar da farkında; öncekiler sadece birer ‘darbe’ idi. 15 Temmuz ise sadece darbe değil; aynı zamanda bu ülkeyi işgal etmeyi amaçlayan büyük bir ihanetti. İşte o yüzden, giriştikleri bu ihaneti sahiplenemiyorlar.

TEHLİKE GEÇTİ Mİ?

Peki, darbenin akamete uğratılıp, darbecilerin paketlenmesiyle her şey bitti mi? Keşke bitseydi. Öylesine alçak ve namussuz bir yapıyla karşı karşıyayız ki, kripto unsurları devletimizin ve milletimizin kılcal damarlarına kadar sızmış. 8 senedir yürütülen yüzlerce operasyona rağmen, hâlâ sağdan-soldan kripto unsurlar tezahür ediyor. Polis ve Yargı kuruluşları içinde gizlenen örgüt unsurları, tuhaf karar ve uygulamalarla kendini gösterebiliyor.

Şunun farkındayız; bundan sonra asla 15 Temmuz veya öncesindeki cunta darbeleri/girişimleri benzeri bir kalkışmaya kimse cesaret edemez. Zira bir dahaki sefere Türk Milleti, girişilen darbeye karşı çıplak elleri ve gövdesiyle karşı koymayacak; darbeye kalkışanlara canı pahasına bedel ödetecek alet ve yöntemlerle sokağa inecek. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.

Evet, adı konulmuş bir darbeyi bir daha beklemiyoruz; fakat içimizdeki kripto unsurların ülkemizi ve devletimizi her an ve her yöntemle sabote etmeye çalıştıklarını/çalışacaklarını da biliyoruz.

Anadolu coğrafyasında kıyamete kadar baki olmak istiyorsak, her zaman agâh olmamız gerektiğini de bilelim.

Not: Bu yazıyı 15 Temmuz gelmeden yazıyorum. 15 Temmuz günü de kısmet olursa bizzat kendi kişisel 15 Temmuz’umu yazma niyetindeyim.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.