(Ruslar, Azerbaycanlıları Vahşice Yok Etmeye Kalktılar
Politbüro, Azerbaycan İçin Tuzak Kurdu
Azerbaycan’ı işgal etmek, orada bin yıllarla dede-baba topraklarında yaşayan Azerbaycan Türklerini yok etmek, etnik temizleme yapmak amacıyla Kremlinde, Politbüro tuzak planı hazırladı. Ve planın baş mimarları Ermeni Taşnaksütün partili, Kremlin kilit isimleri, Mihail Gorbaçov’un siyasi danışmanları, Agambekyan ve Şahnazarov olmuşlardır. Yani hiç ne tesadüfü olmamıştır, her şey planlı olarak, düşünülmüştür, tıpkı 1918 yılında olduğu gibi planlı şekilde de gerçekleşmiştir. Ermeni Taşnaksütün partili üyeler, fikir merkezi sayılan Fransa’daki Ermeni lobisinin desteği ve ideası ışığında Azerbaycan Türklerine karşı başlattıkları soykırım planı devam ediyordu. Planı daha önce de gerçekleştire bilirlerdi. Amması vardı, çünkü tek sorun büyük önder Haydar Aliye idi. Politbüro’da Gorbaçov’un Garabağ planına karşı direniyordu, siper olmuştu. Buna göre de plana göre ilk önce büyük devlet ve siyaset dehası, merhum Haydar Aliyev’i Politbüro’dan istifaya zorladılar.
Büyük önderin istifasından tam 20 gün sonra Gorbaçov’un siyasi danışmamı ve ilk ağzı sayılan Agambekyan (ki onlarca Azerbaycanlılara tez danışmanlığı yapmıştır ve bu Azerbaycanlı öğrencilerde milli kururu ve ruhu zayıflatmayı başarmıştır), Fransa’da Taşnaksütün partili lobileri karşısında, “Garabağ Ermenilerindir”, konulu ilk konuşması dünyada yankı uyandırdı ve Gorbaçov’u hareketlendirdi. Bu konuşması ile bin yıllarla Batı Azerbaycan topraklarında (Lenin’in 1920 yıllarında kurmuş olduğu bu günkü oyuncak Ermenistan devleti), ta Osmanlıdan önceleri burada yaşayan soydaşlarımızı zor kullanarak göç etmeye başladılar. Daha sonra Garabağ topraklarında meskûnlaşan soydaşlarımız, Rusların teşviki ve yardımıyla öldürülmeye, kovulmağa başlandı. Böylece, Garabağ’da yerleşen 336. Rus Tugay Komutanlığı ve Ermenistan Silahlı Kuvvetleri güç kullanarak Azerbaycanlıları öldürmeye, evlerini yakmaya ve topraklarımızı işgal etmeye başlamış oldu. Dikkat ederseniz, ne zaman?
HAYDAR ALİYEV’E KARŞI TUZAK
Ulu önderimiz Haydar Aliyev, Politbüro Üyeliğinden SSCİ Başbakan Birinci Yardımcısı görevinden istifa ettikten sonra Ermenilerin baskısı ve Gorbaçov’un düğmeye bastığı günden sonra. Bu çok önemli noktadır, buna dikkat etmeliyiz. Daha önceleri bunu yapamadılar. Daha doğru demiş olsak, yapamazdılar. Çünkü Politbüro’nun tepesinde ikinci isim olarak Aliyev iradesi, Aliyev gücü ve Aliyev direnişi vardı. Ona karşı kimse gelemiyordu. Çok-çok sonralar Politbüro Üyesi, Akademik Yakovlev, gerçekleri yazmaya başladı ve şöyle yazıyor:
“Haydar Aliyev onurlu bir simaydı. Yüksek kültür adamı, kibar, fevkalade bilgili ve deneyimli siyaset ve devlet adamıydı. Onun dışında hiç kimse Gorbaçov’a karşı gelemiyordu. Gorbaçov’un almış olduğu yanlış kararlara karşı çıkıyor, eleştirilerini mertçe yapıyordu. Garabağ konusunda ise son toplantıda Gorbaçov ona yüklendi ve şöyle dedi: “Hadi yoldaş Aliyev, verelim Garabağ’ı Ermenilere, bununla da olay bitsin. Ve söz veriyorum ki, bu konu bir daha gündeme gelmeyecektir”, dediğinde Haydar Aliyev, sert hareketleriyle yerinden fırladı: “Bu mümkün değil, bu olamaz, tarihi topraklarımızı vermeye izin veremem. Ben evet, söylesem bile halkım buna karşı çıkacaktır… Tarihte hep böyle yapılmıştır, topraklarımız, bütün Batı Azerbaycan Ermenilere peşkeş edilmiştir. Yeter artık… Bunu yapamazsınız…” dedi. O zaman Gorbaçov gülcüydü, kararına karşı kimse duramıyordu, hepsi susuyordu, Aliyev ise direnişine devam ediyordu… Gorbaçov, Sayın Aliyev’i kıskanıyordu. Ayriyeten Ermeni danışmanları Agambekyan ve Şahnazarov’un etkisi altında hareket ettiğini hepimiz biliyorduk. Fakat kimse bir şey yapamıyordu. Bütün bunlar yanlış idi. Haydar Aliyev Politbüro’dan onuruyla ayrımdı ve halkının safında direnişine devam etmeye başladı. O çok cesur ve dürüst bir devlet adamıydı. Hak yerini buldu ve halk kendi evladını avcına almış oldu”.
Garabağ olayları patlak verdi ve Rus Ordusu Azerbaycan’ın her yandan çembere aldı. Garabağ’da eğitimi zayıf olan askerlerimiz ile Rus Ordusu ve Ermenistan Silahlı Kuvvetleri arasında 24 saat savaş gidiyordu, öte yandan Rus Silahlı Kuvvetleri de Azerbaycan’ı Kuzeyden, Batıdan, Güneyden, Doğu’dan (Denizden) ablukaya almış, Politbüro’dan girmek için izin bekliyordu.
RUSLAR VE ERMENİLER AZERBAYCAN’I İŞGAL ETTİLER
Azatlık Meydanında ise Lenin’in heykeli halk tarafından, linç edildi, dağıtıldı, her gün milyonlarla insan burada gece-gündüz demeden Rus Ordusuna ve Ermenistan Silahlı Kuvvetlerine lanet yağdırıyordu.
Her gün Garabağ’da şehit olan gençlerimiz için meydanda taziye kurulur, hepimiz diz üste oturup dualar ediyor Şehitler Hıyabanına götürüyorduk. İzdihamın arasında ben de vardım ve bütün dostlarımız, tanıdıklarımız da vardı. Bütün Azerbaycan halkı meydandaydı. Konuşmacılar şair, şimdi Milletvekili dostum Sabir Rüstemhanlı, Akademik Ziya Bunyadov ve başkaları oluyordu. Biz Azatlık meydanında geceleri de ateş yakıp, kalıyorduk. Burası halkın dövünen kalbi haline gelmişti. İktidarda olan Vezirov, gizlice kaçıp gitmişti, toz olmuştu. Yerine Rus yanlısı Mutalibov gelip tahtta oturmuştu ve Rusların diktesiyle davranıyordu. Halkın azatlık ve bağımsızlık isteğine karşı cephe almıştı. Rusların safında yer almıştı ve sonu da hücrenle bittiğini biliyoruz
Son günü iyi hatırlıyorum. Sabah erkenden meydana geldiğimde “Rus Ordusu Bakü’nün on kilometreliğinde durmuştur, her an Bakü’ye gire bilirler”, haberini duydum. Rahmetlik dostum Abdulgeni Kadirov ile birlikteydim. Öğlen yemeğini beraber yedik. Bana şöyle dedi:
“Arabanla pek dolaşma, çolum-çocuğunu al rayona git, kalma. Bu gün, yarın girecekler. Ruslar kesip doğrayacaklar, bilirim…” dedi.
“Ben neden rayona gidiyim, anlamıyorum, zaten Ruslar her köşeyi basacaklar, köy ve kasabaları da alacaklar. Onu metroya dek yola saldım. Teyzem oğlu Asker Kerimov’u da yanıma aldım arabamla eve geldik. Akşam tahminen on civarında yemek yiyorduk. Eşim, iki çocuğum da yanımdaydı. Sonra teyze oğlu Askeri yola saldım, aradan bir saat geçmişti. İçimde rahatsızlık vardı. Yazmak istedim, yazamadım, elime kitap aldım, okuyamadım. Huzurum yoktu o dakikalarda. Eşim de bunu duyuyordu, fakat bir şeyler yapamıyorduk. Her şey bir anda oldu…
Bir anda semada ışıklar parladı, yer, gök apaydın ışıklandı. Oğlum pencereye yaklaştı, “Baba, ışıklara bak, bayramdır”.
ÇİFTE SİLAHIMLA KAPIDA BEKLEDİM
Hiç anlamadan, balkona çıktım ve derhal da içeriye fırladım. Rus Ordusunun sırayla, binamızın önünden, Bakıxanov Caddesinden Azatlık Meydanına doğru yürüdüklerini gördüm ve peş peşe silahların sesini duydum. Çocuklarla birlikte yere yattık… Tanrıya dua ettim, hepimiz yere, halının üzerine uzanmıştık. Dışarıda silah sesleri duyulurdu. Binamıza da ateş ediyorlardı. Yerimden kalktım, ışıkları kapattım. Kitap rafından el fenerini aldım. Çocukları yatak odasına aldık. Eşimi yanlarında oturttum. Yan odadan çifte silahımı aldım, kurşunları yerleştirdim ve demir kapı önünde yerimi aldım. Düşüncelerim şöyleydi: “Eğer kapıya gelmiş olsalar ateş edecektim, yapacak başka çarem yoktu. O anda ölümü düşünmüyordum, çocuklarımı korumak için canımı feda edecektim. Bu gün de olsa aynısını yapacaktı. Başka ne yapa bilirdim ki? Kapıya yaklaşan askere ateş edecektim… Ve dua ediyordum ki, kapıma gelmesinler… Bu arada telefon çaldı. Sanatçı dostum Maksut Mamedov idi. Onların evi tam Azatlık meydanının önündeydi. “Burası cehennem gibi, meydan ölülerle dolup taşıyor, dedi. Meydandakileri öldürüyorlar, ateş açıyorlar, arabalara, insanlara. Bayıl tarafta ölü sayısı çoktur. Ambulanslar peş peşe yaralıları taşıyor hastanelere. Aman dışarıya çıkma, evde otur, kapıyı da kimseye açma…” dedi. Nefesim sıkılıyordu, beklemedeydim, gelen-giden yoktu. Bir anda kapı dövüldü, silahı çektim, kapı bir daha dövüldü. Sonra sesler duydum, karşı komşuydu. Demir kapıyı açtım, önümde komşu oğlu Tahir duruyordu, bana: “Hocam, lütfen evden dışarıya çıkmayın, rastgele ateş ediyorlar. Önlerine çıkanı öldürüyorlar, yakıyorlar, asit atıyorlar insanlara”, dedi ve derhal evine gitti, kapıyı içerden kapattı.
Bütün gece uzaktan silah sesleri duydum, Acil yardımların haykırı siren seslerini işittim, silah sesleri zaman-zaman yakından, sonra uzaklardan aydın işitiliyordu. Bütün Bakü 19 Ocak, 20’ne geçen gece silah sesleriyle uyuyamadı. Şehirde ışıklar söndü, Bakü sokakları karanlığa büründü. Simsiyah gece ölen gençlerimizin yasını tutuyordu sanki… Gece saat üç civarında silahımı yan odanın kapısı arkasına bıraktım, çocuklarla birlikte yattık.
SOKAKLARDA İNSAN CESETLERİ VARDI
Ertesi gün, komşu Hatem ile birlikte arabamla dolaşmaya çıktık. İlk önce 1 no’lu taksi Parkına geldiğimde bizi Rus askerleri sokakta durdurdular, arabamı didik-didik aradılar. Rejisör kimliğime dikkatle baktılar, arkadaşımın da kimliğini incelediler. Rus askerinin yüzünde sert, nefret dolu hisleri görmemek mümkün değildi. Haline bıraksalardı, ateş edecekti, kaba üslubuyla “Gide bilirsiniz”, dedi. Hatem geriye onlara bakıyordu, bir anda, “Hadi çabuk sür, tankın lülesi bize doğru yöneldi, tez ol”, dedi. Ben aniden arabayı ileriye atıp sağa doğru kovdum. Yol kenarında bir kadın Allah-Allah diyor, ağlıyordu. Arabayı durdurdum. Kadının etrafında, kesik baş, beden, eller vardı. Cesetler açık duruyordu. Beş, ya altı genç bedeni vardı, etrafında ise eller, başlar kesik duruyordu. Hayatımda ilk defa kesik baş, el, beden görüyordum. İçim yanıyordu, göz yaşlarımı tutamadım.... Kadın, hangi el, hangi baş hangi bedene aittir, bilmiyordu, diye bağırıyordu. Nale çekiyordu, küfürler yağdırıyordu. Yüz elli metre ötede Rus askerleri, elleri kalaşnikof silahın tetiğinde bizleri takip ediyordu. Ne yapacağımızı bilmiyorduk. Bu arada iri yapılı, yaşlı bir adam bana yaklaştı, “Hadi gidin buradan şimdi sizleri de onlar gibi kesecekler, dikkatleri size yönelmiştir, sizi izliyorlar, gidin”, dedi. Arabaya atladık ve eski Akademinin binasına doğru ilerledik... Yolda Rus faşist askerleri birkaç kere bizi durdurdular.
Eski Akademiye binasının önüne vardık. Orada merhum Akademik Ziya Bunyadov, dünya yazarı Anar ve daha nice-nice bilim, sanat dünyasın aydınları bir bildiri hazırladılar, okudular ve dünya basınına dağıttılar. Bu bildiride şöyle yazılıyordu: katil Sovyet Ordusunun hunharca, vahşice Azerbaycan’ı işgal ettiği; binlerle genç insanımızı öldürdüğü; Azerbaycan’ın bağımsızlığını kısıtladığı; Ermeni çetelerine yardım ettiğini ve Garabağ’ı işgal ettiği; Azerbaycan topraklarımızdan bir an önce geri çekilmesi talep ediliyordu. Evet, dünya sesimizi duydu duymasına, fakat hiçbir ülke acılarımızı paylaşmadı. Sadece Türkiye’de Azerbaycan işgaline karşı, Ruslara karşı Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’de soydaşlarımız sokaklara döküldüler, Rus despotizmine nefret sedaları yükseldi. Öte yanda Bakü’nün işgaline büyük önderimiz de sessiz kalmadı.
MOSKOVA’DAN DÜNYA AZERBAYCANLILARA ÇAĞRI
Moskova’da, büyük önder, Haydar Aliyev, yanında oğlu, şimdiki Cumhurbaşkanımız, Sayın İlham Aliyev’le birlikte Azerbaycan’ın Daimi Nümayendeliğine geldiler ve dünya Azerbaycanlılara Çağrıda bulundu. Halkı birliğe ve direnişe çağırdı. İşte bu “Çağrı” sonucunda bütün illerden, köy ve kasabalardan Azerbaycanlılar, büyük önderin “Çağrı”sına ses verdi. Azatlık meydanı aşıp taştı, kendimizin yalnız his etmedik. Halkın sanki ruhu uyanmış oldu, bütün Azerbaycan halkı sokaklarda yürüyüşe kalktı. Meydanda yeniden toplanmaya başladık. Rus Ordusu tanklarla, zırhlı araçlarla Bakü sokaklarının tümünü gözetliyordu. Her köşede, her caddede, her binanın önünde Ruslar keşifteydi, elleri tetikteydi. Her an silah sesleri duyuluyordu. Sumgayıt yolunda Rus tankı, bir öğretmen ailesinin arabasının ezip geçti, suçu olmayan bir aile öldürüldü. Binaların balkonuna çıkan her kadın, çocuk, ihtiyar, gence ateş ediliyordu, öldürülüyordu. Sokağa çıkma yasağı vardı, fakat hepimiz yeniden meydana çıkıyorduk. Rus askerleri küçük geçişler oluşturdular, zikzaklı yolu geçiyorduk, kimliklerimizi üç beş kere denetliyorlardı, fakat bizler yine Azatlık meydanına geliyorduk, konuşmaları dinliyor, dağılıyorduk evlerimize.
RUS ASKERLERİ SAFINDA ERMENİLER DE VARDI
Azerbaycan Milli Meclisinin bir yoklamasında, sadece bir askeri tabur listesinde iki yüz Ermeni soyadını taşıyan katillerin olduğu tespit edildi, halka bildirildi. Rusya’nın Rostov ve Kuzey Kafkas bölgesindeki cezaevi suçlusu Ermeniler de silâhaltına alınmışlardı ve Bakü’de Azerbaycanlıların evlerine giriyor, ateş ediyor, karşısına çıkanı öldürüyordu. Tıpkı 1918 yılında olduğu gibi… İşte faşist Sovyet Ordusu Bakü’de, Azerbaycan’ın il, köy ve kasabalarında on binlerle soydaşlarımızı öldürdüler. On binlerle kayıp insanların cesetleri yakıldı, yok edildi. Lenin’in Bolşevik Ordusu 1918 yılında yapmış olduğu katliamı, 1990 yılında tekrar etti, fakat onurumuzu eğemedi, bizi dize getiremedi.
Çünkü halkımızın gerçek lideri vardı, kimliğimizi, bağımsızlığımızı, özgürlüğümüzü koruyan Tanrının mukaddes, kahraman, cesur bir evladı vardı. Allah bize vatanımızın kurtarıcısın esirgemedi ve büyük önder Haydar Aliyev’i zamanında iktidara getirip oturttu.
O kanlı yıllar arkada kalsa da halkımız Rusların ve Ermeni çetelerinin 1918 ve 1990 yıllarındaki gaddarlığını, vahşiliğini, düşmanlığını hiç zaman unutamıyor. Her iki tarih ve özellikle 20 Ocak, Azerbaycan tarihinde kanlı gün olarak anılıyor. Fakat Tanrıya şükürler olsun ki, bu gün Azerbaycan devletinin şanı, şöhreti, dünya haritasının her köşesinde tanınmaktadır.
Ulu önder Haydar Aliyev’in tarihi hizmetleri sayesinde bu gün ülkemiz dünya devleti olarak yücelmektedir. Devletin dümeni bu gün güvenilir ellerdedir. Aliyev kursunun kayıklı devamcısı, Cumhurbaşkanımız, Sayın İlham Aliyev’in fevkalade azimle, cesaretle, büyük başarıyla Azerbaycan’ı dünyanın en gelişmiş ülkeleri sırasına yüceltmek için büyük çaba sarf ediyor. Ülkemiz hızla ilerliyor, fakat arkaya baktığımızda nice gençlerin 20 Ocak 1990’da öldürüldüğü, yok edildiğini hiç zaman unutamayız.
Çünkü 20 Ocak kanlı gün olarak hep aklımızdan, tahayyülümüzden silinmeyecektir.