Çifte silahımla kapıda bekledim
HIÇ anlamadan, balkona çıktım ve derhal da içeriye fırladım. Rus Ordusunun sırayla, binamızın önünden, Bakıxanov Caddesinden Azatlık Meydanına doğru yürüdüklerini gördüm ve peş peşe silahların sesini duydum. Çocuklarla birlikte yere yattık… Tanrıya dua ettim, hepimiz yere, halının üzerine uzanmıştık. Dışarıda silah sesleri duyulurdu. Binamıza da ateş ediyorlardı. Yerimden kalktım, ışıkları kapattım. Kitap rafından el fenerini aldım. Çocukları yatak odasına aldık. Eşimi yanlarında oturttum. Yan odadan çifte silahımı aldım, kurşunları yerleştirdim ve demir kapı önünde yerimi aldım. Düşüncelerim şöyleydi: “Eğer kapıya gelmiş olsalar ateş edecektim, yapacak başka çarem yoktu. O anda ölümü düşünmüyordum, çocuklarımı korumak için canımı feda edecektim.
Bu gün de olsa aynısını yapacaktı. Başka ne yapa bilirdim ki? Kapıya yaklaşan askere ateş edecektim… Ve dua ediyordum ki, kapıma gelmesinler… Bu arada da telefon çaldı. Sanatçı dostum Maksut Mamedov idi. Onların evi tam Azatlık meydanının önündeydi. “Burası cehennem gibi, meydan ölülerle dolup taşıyor, dedi. Meydandakileri öldürüyorlar, ateş açıyorlar, arabalara, insanlara. Bayıl tarafta ölü sayısı çoktur. Ambulanslar peş peşe yaralıları taşıyor hastanelere. Aman dışarıya çıkma, evde otur, kapıyı da kimseye açma…” dedi. Nefesim sıkılıyordu, beklemedeydim, gelen-giden yoktu. Bir anda kapı dövüldü, silahı çektim, kapı bir daha dövüldü. Sonra sesler duydum, karşı komşuydu. Demir kapıyı açtım, önümde komşu oğlu Tahir duruyordu, bana: “Hocam, lütfen evden dışarıya çıkmayın, rastgele ateş ediyorlar. Önlerine çıkanı öldürüyorlar, yakıyorlar, asit atıyorlar insanlara”, dedi ve derhal evine gitti, kapıyı içerden kapattı.
Bütün gece uzaktan silah sesleri duydum, Acil yardımların haykırı siren seslerini işittim, silah sesleri zaman-zaman yakından, sonra uzaklardan aydın işitiliyordu. Bütün Bakü 19 Ocak, 20’ne geçen gece silah sesleriyle uyuyamadı. Şehirde ışıklar söndü, Bakü sokakları karanlığa büründü. Simsiyah gece ölen gençlerimizin yasını tutuyordu sanki… Gece saat üç civarında silahımı yan odanın kapısı arkasına bıraktım, çocuklarla birlikte yattık.
SOKAKLARDA İNSAN CESETLERİ VARDI
Ertesi gün, komşu Hatem ile birlikte arabamla dolaşmaya çıktık. İlk önce 1 no’lu taksi Parkına geldiğimde bizi Rus askerleri sokakta durdurdular, arabamı didik-didik aradılar. Rejisör kimliğime dikkatle baktılar, arkadaşımın da kimliğini incelediler. Rus askerinin yüzünde sert, nefret dolu hisleri görmemek mümkün değildi. Haline bıraksalardı, ateş edecekti, kaba üslubuyla “Gide bilirsiniz”, dedi. Hatem geriye onlara bakıyordu, bir anda, “Hadi çabuk sür, tankın lülesi bize doğru yöneldi, tez ol”, dedi. Ben aniden arabayı ileriye atıp sağa doğru kovdum. Yol kenarında bir kadın Allah-Allah diyor, ağlıyordu. Arabayı durdurdum. Kadının etrafında, kesik baş, beden, eller vardı. Cesetler açık duruyordu. Beş, ya altı genç bedeni vardı, etrafında ise eller, başlar kesik duruyordu. Hayatımda ilk defa kesik baş, el, beden görüyordum. İçim yanıyordu, göz yaşlarımı tutamadım.... Kadın, hangi el, hangi baş hangi bedene aittir, bilmiyordu, diye bağırıyordu. Nale çekiyordu, küfürler yağdırıyordu. Yüz elli metre ötede Rus askerleri, elleri kalaşnikof silahın tetiğinde bizleri takip ediyordu. Ne yapacağımızı bilmiyorduk. Bu arada iri yapılı, yaşlı bir adam bana yaklaştı, “Hadi gidin buradan şimdi sizleri de onlar gibi kesecekler, dikkatleri size yönelmiştir, sizi izliyorlar, gidin”, dedi. Arabaya atladık ve eski Akademinin binasına doğru ilerledik... Yolda Rus faşist askerleri birkaç kere bizi durdurdular.
Eski Akademiye binasının önüne vardık. Orada merhum Akademik Ziya Bunyadov, dünya yazarı Anar ve daha nice-nice bilim, sanat dünyasın aydınları bir bildiri hazırladılar, okudular ve dünya basınına dağıttılar. Bu bildiride şöyle yazılıyordu: katil Sovyet Ordusunun hunharca, vahşice Azerbaycan’ı işgal ettiği; binlerle genç insanımızı öldürdüğü; Azerbaycan’ın bağımsızlığını kısıtladığı; Ermeni çetelerine yardım ettiğini ve Garabağ’ı işgal ettiği; Azerbaycan topraklarımızdan bir an önce geri çekilmesi talep ediliyordu. Evet, dünya sesimizi duydu duymasına, fakat hiçbir ülke acılarımızı paylaşmadı. Sadece Türkiye’de Azerbaycan işgaline karşı, Ruslara karşı Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’de soydaşlarımız sokaklara döküldüler, Rus despotizmine nefret sedaları yükseldi. Öte yanda Bakü’nün işgaline büyük önderimiz de sessiz kalmadı.
MOSKOVA’DAN DÜNYA AZERBAYCANLILARA ÇAĞRI
Moskova’da, büyük önder, Haydar Aliyev, yanında oğlu, şimdiki Cumhurbaşkanımız, Sayın İlham Aliyev’le birlikte Azerbaycan’ın Daimi Nümayendeliğine geldiler ve dünya Azerbaycanlılara Çağrıda bulundu. Halkı birliğe ve direnişe çağırdı. İşte bu “Çağrı” sonucunda bütün illerden, köy ve kasabalardan Azerbaycanlılar, büyük önderin “Çağrı”sına ses verdi. Azatlık meydanı aşıp taştı, kendimizin yalnız his etmedik. Halkın sanki ruhu uyanmış oldu, bütün Azerbaycan halkı sokaklarda yürüyüşe kalktı. Meydanda yeniden toplanmaya başladık. Rus Ordusu tanklarla, zırhlı araçlarla Bakü sokaklarının tümünü gözetliyordu. Her köşede, her caddede, her binanın önünde Ruslar keşifteydi, elleri tetikteydi. Her an silah sesleri duyuluyordu. Sumgayıt yolunda Rus tankı, bir öğretmen ailesinin arabasının ezip geçti, suçu olmayan bir aile öldürüldü. Binaların balkonuna çıkan her kadın, çocuk ihtiyar, gence ateş ediliyordu, öldürülüyordu. Sokağa çıkma yasağı vardı, fakat hepimiz yeniden meydana çıkıyorduk. Rus askerleri küçük geçişler oluşturdular, zikzaklı yolu geçiyorduk, kimliklerimizi üç beş kere denetliyorlardı, fakat bizler yine Azatlık meydanına geliyorduk, konuşmaları dinliyor, dağılıyorduk evlerimize.
RUS ASKERLERİ SAFINDA ERMENİLER DE VARDI
Azerbaycan Milli Meclisinin bir yoklamasında, sadece bir askeri tabur listesinde iki yüz Ermeni soyadını taşıyan katillerin olduğu tespit edildi, halka bildirildi. Rusya’nın Rostov ve Kuzey Kafkas bölgesindeki cezaevi suçlusu Ermeniler de silâhaltına alınmışlardı ve Bakü’de Azerbaycanlıların evlerine giriyor, ateş ediyor, karşısına çıkanı öldürüyordu. Tıpkı 1918 yılında olduğu gibi… İşte faşist Sovyet Ordusu Bakü’de, Azerbaycan’ın il, köy ve kasabalarında on binlerle soydaşlarımızı öldürdüler. On binlerle kayıp insanların cesetleri yakıldı, yok edildi. Lenin’in Bolşevik Ordusu 1918 yılında yapmış olduğu katliamı, 1990 yılında tekrar etti, fakat onurumuzu eğemedi, bizi dize getiremedi.
Çünkü halkımızın gerçek lideri vardı, kimliğimizi, bağımsızlığımızı, özgürlüğümüzü koruyan Tanrının mukaddes, kahraman, cesur bir evladı vardı. Allah bize vatanımızın kurtarıcısın esirgemedi ve büyük önder Haydar Aliyev’i zamanında iktidara getirip oturttu. O kanlı yıllar arkada kalsa da halkımız Rusların ve Ermeni çetelerinin 1918 ve 1990 yıllarındaki gaddarlığını, vahşiliğini, düşmanlığını hiç zaman unutamıyor. Her iki tarih ve özellikle 20 Ocak, Azerbaycan tarihinde kanlı gün olarak anılıyor. Fakat Tanrıya şükürler olsun ki, bu gün Azerbaycan devletinin şanı, şöhreti, dünya haritasının her köşesinde tanınmaktadır.
Ulu önder Haydar Aliyev’in tarihi hizmetleri sayesinde bu gün ülkemiz dünya devleti olarak yücelmektedir. Devletin dümeni bu gün güvenilir ellerdedir. Aliyev kursunun kayıklı devamcısı, Cumhurbaşkanımız, Sayın İlham Aliyev’in fevkalade azimle, cesaretle, büyük başarıyla Azerbaycan’ı dünyanın en gelişmiş ülkeleri sırasına yüceltmek için büyük çaba sarf ediyor. Ülkemiz hızla ilerliyor, fakat arkaya baktığımızda nice gençlerin 20 Ocak 1990’da öldürüldüğü, yok edildiğini hiç zaman unutamayız. Çünkü 20 Ocak kanlı gün olarak hep aklımızdan, tahayyülümüzden silinmeyecektir.