Türkiye korkunç bir alacakaranlık kuşağının içersinden geçmektedir. Türkiye de olan gelişmeleri normal şartlar yaşanıyormuş gibi değerlendirmek buna göre davranılmasını beklemek yanlış bir beklenti olur. Türkiye’nin bu istikrarsız siyasi ve ekonomik gelişimi hem kendisi için, girmeye çalıştığı AB değerlerine zarar verecek bir değer taşıyor. AB’nin de takındığı tehdit’kar tavır ve açıklamalar, Türkiye’nin de bunu karşılıksız bırakmaması, ortaya çıkan krizin diplomatik ve hukuk ilkeleri içersinde kalınarak, bir an önce yaratılan krizden çıkılmasına gayret etmekle mümkün olacaktır.
Ortaçağ Avrupa’sının değerler alanındaki gelişmesine öncülük eden kavramlar “EŞİTLİK-DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ-DEMOKRASİ-HUKUK-İNSAN HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİ” Yerleşmiş ve gelişmiş olup evrensel kabul de görmüştür. Bir taraftan hukukla demokrasi ile bağdaşmayan söylemlerde bulunup diğer taraftan da AB değerlerinin içersinde yer almaya çalışmak çelişkisi yaptıklarınıza ve yapacaklarınız üzerinde endişe yaratır. Bu gün İslam dünyasında ve bizde yaşanan krizi Avrupa’nın ortaçağ da yaşadığı tarihte yer almaktadır. Cumhuriyetin kuruluşundan beri yüzünü AB değerlerine çeviren Türkiye, maalesef bugün bu değerleri hiçe sayarcasına bir siyasi tutum izlemektedir. Bu ağız dalaşına varan kayıkçı kavgası Türkiye’nin yok yere enerji kaybına ekonomide- ticarette-sanayi ve teknoloji de ki gelişimin önünde engel oluşturmaktadır.
AB değerlerine doğru çaba harcanması gerekirken siz kalkıp Atatürk heykeline saldırırsanız, anaokulunda ki çocukları tankların önüne yatırarak temsili oyunlara alet ederseniz, çocuk yaştaki bebelere okulda tekbir çektirirseniz, demokrasiye ve hukuka aykırı tutum ve davranışlar sergilerseniz, Anayasayı rafa kaldırmaya çalışırsanız laiklik karşıtı söylemlere göz yumarsanız, OHAL yasası gibi yasalarla ülkeyi idare etmeye kalkar idam söylemleriyle, haksız tutuklamalar yaparsanız, elbette ki AB değerleri ile çelişirsiniz ve o kulvarda yol almanız mümkün olmaz. Ortaçağda Avrupa da yaşanan bu tür yaşam biçimi bu günün çağdaş dünyasında Türkiye’de sergilenince haklı olarak tepki ve eleştiri alır.
Kindar ve dindar bir nesil yaratma çabaları, AB değerlerine temel oluşturan demokrasi ve hukuk ilkelerinin durmadan hırpalanması, fay hattı olarak kabul gören laiklik ilkesinin devamlı kırılmaya çalışılması içinde yaşayıp Cumhuriyet dönemi boyunca da yüzümüzü döndüğümüz AB değerlerine de ters düşmektedir. Bu değerler korunmaz ve korunması için çaba harcanmaz ise ayrışma-kutuplaşma-çatışma kaçınılmaz olur. Buna izin verilmemelidir. Kırılacak fay hattı ile ülkemizde insanımızda, dünyada ki saygınlığımızda zarar görür.
AB Türkiye’nin uygar dünya ile çelişen bu tutumundan endişe duymaktadır. BU endişelerden bazıları, akademisyenlerin özgür konuşmalarını hedef alan gelişmeler sonucu işlerinden olmaları, güçler ayrılığı, yargının bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü gibi demokrasilerde yer alması zorunlu olan şartlara uyulmamasıdır. Bütün bu olanlar Almanya’nın Dış İşleri komisyonu başkanı olan NORBERT RÖTTGEN tarafından verdiği bir röportaj da dile getirerek “Cumhurbaşkanınız AB’ye girilmemesi için adeta elinden geleni yapıyor” demesine neden olmuştur. Hem Türkiye’de hem Hollanda da ve Almanya’da gerginliğe neden olan karşılıklı hamaset içeren sözlerin altında bizde ve bahse konu olan ülkelerde ki seçim sürecinin AB sürecine zarar verdiği ortadadır.
Anayasamız da yapılan ve AB değerleri ile bağdaşmayan değişiklikler referandum sürecindeki olumsuz ve tek taraflı baskıların devlet referandumuna dönüştürülmesi gibi gelişmeler, Venedik komisyonu olarak adlandırılan kuruluşun “Türkiye’nin Anayasal demokratik geleceğinde geriye doğru giden tehlikeli bir adım” olarak nitelendirildiği rapor ağır eleştiriler taşımaktadır. Bütün bu ülkemiz aleyhine gelişen gelişmeler ekonomimize-sanayimize-turizmimize-ticaretimize zarar vermektedir. Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesinin, önümüzde ki nisan ayı sonunda STRASBOURG’da yapacağı toplantıda bu açıklanan raporlar kabul görürse, bu gelişme Türkiye’nin Avrupa Konseyi denetim sisteminin içine sokulmasına neden olacak kapıyı aralayacaktır. Tehlikeli olan Türkiye’nin yıllarca uğraş vererek girmeye çalıştığı AB değerlerine uymadığı gerekçesiyle, demokrasisinin denetim altına alınma ihtimalidir.
Bu güne kadar AB değerlerine ulaşmak için verilen uğraşta boşa kürek çekmiş olacağız. Bu gelgitler Türkiye’ye enerji kaybettirdiği gibi bindiği dalı da kesmesine neden olacaktır. AB gelişim sürecini de kitleye bilecektir. Bu Türkiye’nin dış politikası bakımından önemli bir kayıptır. Türkiye yapılan popülist tutuma karşılık aynı şekilde popülist bir yaklaşımla değil, demokrasi-hukuk ve diplomatik kavramlarla çıkış yaparak, Anayasasında yapmak istediği temel değişiklikleri AB değerlerine uydurarak yeniden yol almaya çalışmalıdır.
Üzerinde yaygaralar kopararak referandum aşamasına kadar taşıdığımız çıkarılmak üzere oylanacak olan Anayasa tek kişinin iradesine odaklanarak yapılandırıldığından AB ve uygar dünyada kabul görmemektedir. Birleşmiş Milletlere üye olan 200 ülkenin hiç birinde böyle bir Anayasa uygulaması yoktur. Cumhuriyetimizde de böyle bir Anayasa ya yer verilmemiştir. Her maddenin görünen ve görünmeyen bir yüzü vardır. Amaç kişinin keyfi uygulamasına ve ideolojik saplantısına kalmıştır. Eline geçiren dilediği şekilde uygulama yapabilir. Bunun üzerinde ısrar etmek ülkeyi kaosa sokacaktır. AB değerleri ile çelişen Anayasa’nın uygar dünyada kabul görmesini beklemekte hayalperestliktir. AB’ye girmek için yıllarca uğraş verip ardından AB değerleri ve uygar dünyanın kabul etmeyeceği bir Anayasa’yı çıkarmak için inat etmek Türkiye’yi dünya devleti olmaktan çıkarıp Afrika ülkesi yapar.
Türkiye’nin yaratılan bu alacakaranlıktan çıkarılarak, aydınlığa ve uygar dünyaya doğru yol alması zorunludur. Türkiye’nin tekrar eski saygınlığına kavuşması için Ali Cengiz oyunlarını bir tarafa bırakıp AB değerlerine ulaşması yolunda hızlı adımlarla ilerlemesi gereklidir.