AB ile Rusya her ne kadar ideolojik açıdan farklı ekonomik anlayışları temsil etseler de ortak tarafları çoktur. Öncelikle batı kökenli ve Hristiyan inancına sahip ülkelerdir. Yani bir yerde ortak noktaları vardır. İşte bu sebeple batı demek daha uygun olur. Batı, her ne kadar iki ayrı kutbu temsil edip, milletleri sömürseler de, perişanlığa mahkum etseler de bu gün daha açık seçik olara görünen manzara şöyledir.
Rusya eski Sovyetler Birliğinin en güçlü ortağı, karar alıcısı olsa da artık eskisi yok. Ancak bu anlayıştan kurtulamayan uydu devlet adamları çoktur. İşte bu gün az da olsa sözünü geçirdiği bu adamlar sayesinde rol kesmeye çalışmaktadır. AB bilmektedir ki bu etkinin Suriye, Yemen, Libya, Afganistan gibi geri olduğu kadar perişan ülkelerdeki eski ortaklıkları üzerinden iş yapmaya çalışsa da küçük bir zorlamayla kopan bu ip ne onlara ne de Rusya’ya fayda getirmemektedir. Yani Rusya’nın etki alanı marksist idarecilerle sınırlıdır.
Türkiye ise Rusya’dan daha tehlikeli bir devlettir. Eski imparatorluk döneminden kalan kin ve öfke hiç dinmemiştir. Bunun farkına bizimkiler varamasalar da bu böyle. Çünkü rahmetli Demirel’in ifadesiyle “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk Dünyası” diye bir olgu vardır. Karşılarındaki bu devasa gücün bir gün uyanıp birlik içerisinde hareket etme arzusu uyanırsa karşısında durmak imkansızdır. Bu sebeple Rusya’dan daha tehlikelidir. Zaten Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov da, “Türkler turan peşindedirler” demiştir. Daha önce Çeçen olaylarından sonra Putin de “bunların arkasında Türkiye var” demişti. Bir Çeçen-Dağıstan varlığı ile İslam birliği kurmak hayaldir. Lakin Türk birliğinin kudretli bir ortağı olacakları kesindir.
AB, her zaman kontrolü kolay olan Rusya’ya Ukrayna krizindeki uyguladıkları ambargoyu Kırım’ın ilhakıyla oluşan durum karşısında göstermediler. Çünkü Kırım bir Tatar-Türk yurduydu. İşte ikili tutumun bir diğer tezahürü.
Rahmetli Demirel’in “Adriyatik’ten Çin’e Türk Dünyası” dediği günlerde bir Alman bu iddianın doğruluğu ölçmek ister. Kendi yurdundaki Türkleri bilmektedir. Rumeli’ye gider önce Balkanların her tarafı Türk. Tunus, Cezayir, Libya, Mısır Yemen her taraftan Türk varlığı önüne çıkar. Sonra körfez, Irak, İran, Hindistan, Pakistan Malezya ve Çin… Kamçatka’dan, Sibirya’dan, Rusya’ya oradan Baltık cumhuriyetleri ve nihayet Finlandiya, Danimarka, Macaristan Moldovya ve Gagavuzya. Memleketine döner ve der ki ”Bütün dünyayı dolaştım, zannettim ki dünyada bir Türkler var bir de başkaları”. İşte Türklere batının bakışı bu sebeple düşmancadır. Rusya’ya düşmanlıkları yoktur. Bazı noktalarda karşı duruşları vardır. Ama Türkler hem din bakımından, hem soy bağı bakımından tek kelimeyle düşmandırlar. Bu gün bizim Rusya ile ortak bir politik manevralar yapmamıza da kısa zamanda Rusya’yı ikna edip bizi tek hedef yapabileceklerine inanmaktadırlar. İşte Suriye’de Mümbiç, Ayn-el Arap’taki ABD işgali bir çırpıda Rus işgaline evrilmiştir. Ama Türk’e düşmanlıkları devam etmektedir.
Bu günlerde bir geri dönüş olarak gördüğümüz “Türk Dünyası”, Türk Kengeşi fikirleri batının korktuğu endişelendiği bir konudur. Hatta Rusya’nın beklediği ikinci dağılma dönemi de olmayabilir. Çünkü bizim aklımız fikrimiz Arap dünyasındadır. Onlardan bir siyasi ümmet yaratma hevesindedir. Onun sonuçlarını şu günlerde gayet net gayet açık olarak idrak ediyoruz. Bunu gelecek yazımda izah edeceğim.
Rusya dahil bütün batı bütün akvam-beşer karşımızda saf tutmuştur. Muhalif olmayı, bu kargaşadan iş çıkarma heveslerini bir kenara bırakarak Türk Devleti’nin payidar olması için gayret etmeliyiz.