Neden ağzımızı çirkinlikle Kirletiyoruz. Dost bildiğimiz kişiler bile gıybet ediyor.
Gıybet: Ne Demek? Çeşitleri şunlardır 1- Diliyle bir kişinin açıktan açığa ayıplarını söylemek. 2- El ile göz ve kaşla işaret etmek suretiyle söylemek. 3- Ayıplarını belirten ifadeleri yazıp açıklamak. 4-Başka bir şekilde ayıplarını açıklamak. (Övüldüğünde hoşlanmama, kahrolma. Bulunduğu dünyevi konumu ve makamı aleyhinde işlettirme) Mümin şahsiyetinde ise zanda bulunmamak, gıybet etmemek ve tecessüs etmemek.
İnsan veya insanla ilgili birtakım şeyler üzerinde olur. Kişinin bedeni, nesebi, ahlâkı, işi, dini, dünyası, elbisesi, evi, bineği... Komşusu arkadaşı, kardeşi dedikodu konusu olabilir. Gözün şaşılığı, saçların döküklüğü, uzun veya kısa boyluluk, siyah veya sarı renkte olmak... Bunlardan alaylı bir şekilde bahsedilmesi söz konusu kişinin kalbini kırar. Nasıl ki tavuk çöplükten, akbaba leşten nasiplenirse bu tür basit ruhlu insanlarda dedikodudan nasiplenip gıdalanır. Sevmediklerimize, ya da ulaşamadığımız için kıskandıklarımıza iftira atmak yahut atılan iftirayı gerçekmişçesine yaymak konusunda alet olduğumuzun farkına bile varmayız çoğu zaman. "Filan adam veya idareci hırsızın tekidir.", "Adamın üç yüz dairesi varmış, şunca malı mülkü varmış." diye başlayan söylenti sonra zamanla gerçekmiş gibi "var", "yapıyor", "çalıyor" şekline dönüşüvermektedir.
Kur'an ve Sünnet, gıybeti yasaklamıştır. Hiç kimsenin koğucu, dedikoducu, müfteri durumuna düşmemesi elbette niyazımızdır.
Makam-ı zem ve zecrin misallerinden olan birtek âyetin, mu’cizâne altı tarzda gıybetten tenfir etmesi, Kur’ân’ın nazarında gıybet ne kadar şenî birşey olduğunu tamamıyla gösterdiğinden, başka beyana ihtiyaç bırakmamış. Evet, Kur’ân’ın beyanından sonra beyan olamaz; ihtiyaç da yoktur.
Bismillâhirrahmânirrahîm, elhamdülillâhi rabbil âlemîn velâkıbetülil müttekîn vessalêtü vessalêmü alê seyyidine Muhammedivve alê êlihi vesahbihi ecmain, alê rasulüne salevât
-Ustad Bediüzzaman sözde Kur’an-ı Azimüşşanın Allah kelamı olduğunu ve ondaki o müthiş sırrı azimleri beyan etme noktasında ise yasaklama ve kınama makamını yani makamı zem ve zecrin misallerinden gıybet ayetini tefsir etmiş. O makam olarak yirmibeşinci sözde tefsir eder iken bu mevzuda gıybetin ehli iman için zararlarından söz etmektedir.
Nasıl ki bir ayna bakanı açıkça gösterir. Ayet-i Kur’an-iye de hakikatleri aynen ayna gibi açık ve aşikar göstermektedir. Tabiiki bu husus bakanın neye baktığına göre değişebilmekte. Ustadımız Bediüzzaman ayet-i celiledeki hakikatleri bize bu ders ile gösterecektir.
Gıybet bir ayıplamadır. Bu ayet-i kerimenin altı kelimesiyle altı derece gıybeti ayıplamaktadır.
Gıybetten altı mertebe şiddetle zecreder. Şu âyet bilfiil gıybet edenlere müteveccih olduğu vakit, mânâsı gelecek tarzda oluyor. Şöyle ki:
Malûmdur: Âyetin başındaki hemze, sormak (âyâ) manasındadır.O sormak manası, su gibi âyetin bütün kelimelerine girer. Her kelimede bir hükm-ü zımnî var.
Aya: soruyorum demektir. Yani -e yuhıbbü deki e- sormak manasındadır ve her kelimenin başında bu kelimeyi mukadder olarak kabul ederek meseleyi sorarak öğreneceğiz.
Sormak ve cevab vermek mahalli akıldır. Akıl sormayı anlıyor, cevabıda anlıyor da; bu derece çirkin bir şey olan gıybeti neden anlamıyor
diye bizden sormaktadır.
Aklımızın çalışma tarzı sormak ve cevab mahalli olmaktır. Bu derece ciddi bir işi yapıyor anlıyor ama gıybet gibi çirkin bir şeyi neden anlamıyor diye kendimize sorsak: Herkes kendisine cevabı verebilir..
-yühıbbü- lafzıyla; ayetin. Bu kelimenin başına âyâ yani sormak manasını ekleyerek bir soru daha bizlere sormaktadır.
Âyâ, sevmek ve nefret etmek mahalli olan kalbiniz bozulmuş mu ki, en menfur bir işi sever?
-yühıbbü- sevmek manasındadır. Sevmek ve nefret etmek kalbin bir hassasıdır, bu manalara kalb mahallidir. Kur’an-ı Kerim bize bu ikinci kelimeyle kalbiniz bozulmuşmu ki yaradılışı harika olan bu kalb böyle menfur nefret edilecek bir şeyi sever diye sormakta ve sorarken de bize bu çirkin işe yasaklamaktadır.
Cemaatten hayatını alan hayat-ı içtimaiye ve medeniyetiniz ne olmuş ki, böyle hayatınızı zehirleyen bir ameli kabul eder?
Gıybet bulaşıcı bir hastalık gibidir ve toplumsal ve sosyal hayat için faciaya sebep olabilmektedir. İnsanları birbirine düşürebilir.
Sizden biriniz deki siz kelimesi cemaati ifade eder çünkü çoğulu ifade ediyor. Bununla beraber biriniz deki biriniz kelimesi ise ferdi ifade eder ki bu kelimenin başına soruyorum kelimesi de gelince ifade eder ki: Hayat-ı içtimaiye, sosyal hayat ve toplumsal hayat, hayatını cemaatten alır. Gıybet ise bu cemaatin hayatını zehirleyen bir illettir. Halbuki içtima-i hayat ve medeniyet gıybeti kabul etmez o halde size ne olmuş ki bu zehri kabul ediyorsunuz.
İnsaniyetiniz ne olmuş ki, böyle canavarcasına arkadaşınızı diş ile parçalamayı yapıyorsunuz?
Lahm; et, ekel ise yemek demektir. Kaplan ve Aslan gibi hayvanlara vahşi hayvanlar denmesindeki sır ise bir başka hayvanı parçalayarak yemelerinden gelir. İşte öylede insana yakışmayacak bir hal olan kendi cinsinden birini yemek canavarlık, vahşilik olmaktadır. Halbuki gıybeti yapılan kişi senin cinsinden ve hatta seninle aynı hisleri taşıyan bir arkadaşındır. Bu bağlamda gıybet bir canavarlıktır nasıl oluyor da bu canavarlığı kabul ediyor uz.Hiç rikkat-i cinsiyetiniz, hiç sıla-i rahminiz yok mu ki, böyle çok cihetlerle kardeşiniz olan bir mazlumun şahs-ı manevîsini insafsızca dişliyorsunuz?
Ehi kardeş demektir. Kardeş kelimesi sevgi kelimesini beraberinde taşır. Gıybet ise canavarın dişleri gibidir. Onu ağzına alan canavar dişlerini ağzına takmış olur ve çok cihetlerle kardeşi olan dostunu, arkadaşını onunla dişlemektedir.
Kur’an-ı Kerim bizlere sizin sıla-i rahminiz yok mu? Hem cinsinize şefkatiniz yok mu? Bu sorular ile duygularımızı nazara vermekte ve gıybetin bizdeki bu duyguları yok etmekte olduğunu ifade etmektedir.
Ve hiç aklınız yok mu ki, kendi âzanızı kendi dişinizle divane gibi ısırıyorsunuz?
Bir insanın kendi kendini dişlemesi tabiiki akılsızlıktır. Ama gıybetle münasebeti nasıl olabilir?
Mahşer gününde bazı insanlar bakacaklar ki:
Defterlerinde çokça namaz, niyaz, hac, Kur’an okumalar ve birçok ibadetin yazılı olduğunu görecek ve şaşıracaklar. Diyecek ki: Ya rabbi ben bunlardan hiçbirini yapmadım ki bu nasıl olabilir?
Cenab-ı Hakk: “Falancalar senin gıybetini yaptılar bende onların ibadetini onların defterinden sildim senin defterine yazdım” der.
Ve mahşerde bazı insanlarda amel defterlerinde yaptıkları ibadetleri göremeyince şaşıracaklar ve hayret edecekler. Ya Rabbi yaptığımız ibadetlerimiz nerede diyecekler. Allah; onlara: “Siz falancanın gıybetini yaptınız, sizin amelleriniz onun defterine geçti.” diyecek.
İş kişinin kendi eliyle kendini azaba, cehennemdeki zebanilerin onu parçalamasına atması. Bu akıbet dünyadayken belliydi, önce kişi kendi ağzıyla kendini dünyada parçaladı; Sonra ahirette karşılığını gördü. Sizce bunu akıl kabul eder mi? Tırnak kadar aklı olanın aklı bu zararı kabul etmez.
Özellikle bu zaman da ibadet etmek kolay değildir. Çoğu kimsenin ibadet edemezken ve zaten çok kusurlarla ancak yapabildiği zar zor kazandığı ibadeti, gıybet ile ne kadar kolay elimizden çıkarabiliyoruz. Ya ibadeti yapamayanlar ve gıybet edenlerin durumu ise bir derecede inkar ediyor. İbadet edemediği halde gıybet edenlerde mahşerde sahifeler açıldığı zaman bakacaklar; hiç yapmadığı bir sürü günahlar defterine yazılmış. Kendinde sevab olmadığından gıybet ettiği kişinin günahları ona binmiş. Tabiri caiz ise müflis olmuş. Günahlar çok ağır bir yüktür ve bu yük sahibini aşağılara düşürür!
Allah bu tür insanlardan muhafaza etsin, sevgi ve saygılarımla…