Pazarcık Havadis Gazetesinde geçen hafta bu yazı dizimiz kapsamında yazmış olduğumuz “Aile, Çocuk ve Geleceğimiz” konulu yazının sonunda, inşallah gelecek hafta “Çevre Koruma, Planlama ve Çevre Kirliğini Önleme” konusunda yazacağız demiştik. Elhamdüllilah o hafta geldi ve bu hafta bu konuda yazıyoruz.
Evet, her hafta “İnsan ve Toplum” üzerine yazıyoruz. Maksadımız bu toplumu manen ve madden geliştirmek ve huzur, refah ve güvenli bir hâle getirmektir. Çaba ve çalışma Bizden, takdir, yardım ve inayet Allah’tandır. Olur inşallah.
Şimdi yazı dizimizin kapsamı içerisinde “Çevre Koruma, Planlama ve Çevre Kirliğini Önleme” konusunda yazalım.
1-TASARRUF ETMEK AYNI ZAMANDA ÇEVREYİ KORUMAKTIR DA
Çevreyi korumanın binbir yolu ve yöntemi vardır. Çeşitli metot ve strateji izleyerek, çevre koruma politikaları geliştirilebilir. Ancak, şahsıma sorarsanız, çevreyi korumak için öyle uzun uzun düşünmeye, karmaşık formüller kurmaya ve ahım şahım stratejiler geliştirmeye lüzum yok. En iyi çevre temizliği, çevreyi kirletmemekten geçer. En ucuz ve en iyi çevre koruma politikası, kapitalist tüketim kalıpları kırıldığında, gereksiz tüketim kısıldığında, tasarrufa azami riayet edildiğinde gerçekleşir. İşte bu sağlandığında, çevre yatırımları için harcanan trilyonlar başka alanlarda (eğitim, sağlık, güvenlik gibi çok gerekli alanlardaki ihtiyaçlarımız için) kullanılabilir.
Mevcut çevre kirliliklerinin bir çoğunun temelinde bilinçsiz ve hoyrat tüketim eğilimleri vardır. Bu eğilimlerin yerini tasarruf anlayışı alırsa, az tüketirsek, çöpler iki poşet yerine bire düşer, kanalizasyona 2 m3 atıksu yerine 1 m3 atıksu iner, alışverişe araba yerine yaya ya da bisikletle gidersek egzoz kirliliğine meydan vermemiş oluruz. Böylece mevcut kirlilik bir anda yarı yarıya azalır.
Bu durum itibariyle, çevreyi korumanın en önemli yolu tasarruf anlayışından geçer. Az tüketenler çevreye daha az zarar verirler. Tasarrufa riayet edenler, aynı zamanda çevreyi de korumuş olurlar. Bu hasletlerin ruhumuza yerleşmesi için ebeveynlere büyük görev düşüyor. Nesillerimizi ta beşikten başlayan bir eğitim ve yetiştirme sürecine tabi tutmalıyız. Bilim adamları, insanların eğitim ve yetiştirme sürecinde en önemli yaş aralığının 0-6 yaş arası olduğunu, 20 yaşını geçmiş bir insana bazı şeyler öğretmek mümkün olsa da, eğitim vermenin zor olduğunu belirtiyorlar.
Öyleyse, “tasarruf etmek, aynı zamanda çevreyi korumaktır da” görüşünü öncelikle genç nesillerin kafalarına yerleştirmeliyiz. Havayı, suyu, toprağı, tüm doğal varlıkları, önce birer nimet olarak bilmeli ve bu nimetleri israf etmeden ölçülü kullanmalıyız.
Yukarıdaki anlayışa sahip olmanın birinci şartının, kapitalist tüketim kalıplarını kırmaktan geçtiğini de bilelim. Kapitalizm, üretmek ve tüketmek döngüsü üzerine kurulmuş bir sistemdir. Bu sistemde, tüketim ne kadar fazla olursa, o kadar fazla üretim olacağından, tüketim teşvik edilmiştir. Kapitalist tüketim kalıbında, tüketmek bir araç değil, amaç olarak görülmektedir. Bu sistemde, tüketmek neredeyse bir “erdem” olarak görülmüştür. Bu sistemin bir diğer özelliği de, doğada bol bulunan şeylerin fiyatının ve değerinin olmayacağı, bu nedenle de bol tüketilebileceği anlayışına sahip olmasıdır. Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi iken, iktisat dersine giren hocalarımız, “gürül gürül akan suyun, temiz havanın ve güneşten yayılan ışınların mebzul mal sınıfına girdiğini” öğretmişlerdi. (Mebzul mal, doğada sınırsız bulunan mal mânâsına gelir.) Kapitalist anlayışta, iktisat kıt malların ilmi olarak görülmüş, mebzul mallar iktisat ilmi dışında tutulmuştur. Bu bakış açısına göre, bol bulunan suyu, havayı, güneş enerjisini tasarruf etmek gerekmemektedir. Çevre sorunlarının kaynağında bu bakış açısı yatmaktadır. Bu bakış bizim özümüze ve kültürümüze ait değildir.
İslam’ın tasarrufu anlayışı, bir mal ister kıt, ister mebzul olsun değişmez. Yüce Rabbimiz (cc), Kur’an-ı Kerim’de, “yiyin, için, fakat israf etmeyin” buyuruyor. Peygamber Efendimiz (asm), “isterseniz bir nehir kenarında olun, abdest alırken suyu israf etmeden ölçülü kullanın” diye emrediyor. Bu kutsal emirleri duyduğumdan beri, nerede, fuzuli olarak akan bir musluk, nerede fazladan yanan bir elektrik görsem, hemen sızan musluğu sıkıca kapatır, fazladan açık olan elektriğin de düğmesine basarım. Bu inanca dayanan bir bakış açısıdır ve çevreyi korumanın en etkili metodudur. Bu durumda, bir nehir kenarındasınız ve gürül gürül akan nehirdeki suyu israf etmemek için çaba sarfetmelisiniz. Bir yayladasınız ve tertemiz havayı solurken dahi ölçülü hareket etmelisiniz. Çölde sımsıcak bir güneş altındasınız ve güneşin o enerjisini bile israf etmemeye özen göstermelisiniz. Bu Batılı’nın anlayabileceği bir durum olmasa da, inancımızdan dolayı bizim uygulamamız gereken bir husustur. Gerçi, bugün geldiğimiz nokta itibariyle, ne su, ne hava ve ne de güneş enerjisi mebzul değildir. Artık, mecburen tasarruflu olmak durumundayız.
Batılı tüketim kalıpları nedeniyle, bir zamanlar mebzul olarak bilinen hava, su, artık kıt mallar kapsamına girmeye başladı. Hava kirliliğinin yoğun olarak yaşandığı yerlerde kim diyebilir ki, hava mebzuldür diye. Kış günü, kaloriferli bir evdesiniz. İçerisi sımsıcak fakat kuru bir hava. Boğazının kuruduğunu hissetseniz ve pencereye doğru koşsanız. Fakat, dışarıda kipkirli, genizleri yakan bir hava nedeniyle, pencereyi açamazsınız. İşte bu noktada, hava en değerli ve kıt bir mal olmaz mı? Tabi ki olur. Demek ki, hava dahi öyle bol ve israf edilerek kullanılacak bir meta değil. Tasarruf gerekli. Bu yazıyı bundan 30 sene önce yazsaydım. Havayı bile mi tasarruflu kullanmalıyız diye soranlar çoğunlukta olacaktı. Bugün bile, tek tük de olsa, hâlâ gerçekleri görememiş bazı vatandaşlarımız, “havayı da mı tasarrufla kullanacağız” diye, bu sözlerime dudak bükebilirler.
Gerçekleri göremeyenler, geleceği öremezler. Bırakalım onlar yine bildiklerini yapsınlar. Ama biz, mutlaka tasarrufa özen göstermeliyiz. Deniz kenarında, nehir kenarında da olsak, suyu tasarrufla kullanmalıyız. Dağın yamacında, yaylanın başında da olsak havayı tutumlu kullanmalıyız. Çölde de olsak, güneş enerjisini ölçülü kullanmalıyız.
Tasarruf anlayışı ruhumuza işlemeli ve hayat görüşümüz olmalıdır. Bu hayat görüşü doğrultusunda ve inancımızın ışığında, en iyi çevre temizliğinin kirletmemekten, çevreyi korumanın en ucuz ve en iyi yolunun tüketimi kısmaktan geçtiğini tüm Dünyaya göstermeliyiz.
2-TOPLUMDA VE FERTLERDE ÇEVRE ŞUURUNU OLUŞTURMANIN YOLLARI
Çevre, hem de bir vakıa, hem bir mefhumdur. Bir vakıa olarak çevreyi bilmeyenimiz yoktur. Çünkü, her an onla iç içeyiz. Bu nedenle içinde bulunduğumuz çevreyi tanımlamaya lüzum yok. Çevre’yi, bir mefhum olarak tanımladığımızda, “insan veya başka bir canlının hayatı boyunca irtibat içinde olup münasebetlerini sürdürdüğü dış muhit”dir. Hava, su ve toprak bu muhitin fiziksel unsurlarını, insan, hayvan, bitki ve diğer mikroorganizmalar ise biyolojik unsurlarını teşkil etmektedir. Görüldüğü üzere, çevre hayatımızın tamamını ihtiva eden bir vakıa ve çok geniş bir mefhumdur. Bu mefhumun, idari, eğitim ve bilim eksenleri vardır. İdari eksenine, başta Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olmak üzere, ilgili diğer merkezi ve mahalli idare kuruluşları girer. Eğitim ekseninde, yediden yetmişe herkes vardır. Bilim ekseni ise ekoloji ya da çevrebilim olarak adlandırılmaktadır. Biz bu yazımızda daha çok eğitim eksenini ön planda tutacağız.
Çevre şuurunun oluşmasında çevre sorunlarının dayanılmaz hale gelmesi ve herkesi etkilemesinin payı büyüktür. İşte keyfiyet ve kemiyet olarak derinden baş gösteren çevre meseleleri çevreyi hayati bir konu, çok önemli bir mefhum olarak devamlı gündemde tutmaktadır. Çevrenin bir mefhum olarak devamlı gündemde kalması çevre alanında şuurlanma meydana getirmektedir. Çevre meseleleri üzüntü vericidir, ama bu meseleler karşısında gelişen bu şuurlanma umut verici ve sevindiricidir.
Çevre şuuru denilince, başta “çevre meselelerinin ve çevre değerlerinin farkında olmak” anlaşılır. Bunun yanında, “çevre meselelerinin temel sebeblerini araştırmak, meselenin özüne inmek” anlaşılır. Çevre şuurunun göstergeleri bunlarla bitmiyor. Bunlardan daha mühimi “çevre korumaya, çevre kirliliğini önlemeye ve çevre planlamaya dair yararlı olan tutum ve davranışlarda bulunmak” gerekir.
Çevre şuuruna sahip fertlerin bu hususta iki tür çalışma içine girmesi mümkündür. 1- Kendi üzerine düşen vazifeleri yapmak. (Örneğin, evdeki atıkları kaynağında ayrıştırıp ilgili çöp kutuların atmak, sokağa çöp atmamak, yeşili korumak vb gibi) 2- İdarecileri çevre koruma konusunda teşvik etmek, zorlamak. (Örneğin, beldesinde gördüğü bir çevre meselesini Belediye Başkanına hemen bildirmek ve meselenin çözülüp çözülmediğinin takibini yapmak vb gibi)
Evet, çevrenin korunması ve çevre adına yararlı işler yapmak için çevre şuuru gereklidir. Peki, bu şuur nasıl oluşturulabilir? Bu şuuru oluşturmak için ne gibi eğitim ve yayın vasıtalarından yararlanabiliriz? Fertlerde çevre şuurunun oluşturulması için çeşitli vasıtalardan yararlanılabilir.
Çevre şuurunun oluşturulmasında başta ailelere büyük görev düşmektedir. a) Ailede anne baba çocuklarına örnek olup “hak kavramı”nın gelişmesi ve komşuluk hukukuna uygun tutum ve davranışlar sergilerlerse bu durum çocuğun zihninde doğrudan yer eder. b) Ailede anne baba çevre şuuru ve mesuliyetine sahip tüketiciler haline geldiklerinde çocuklar buna da dikkat eder. *Alışverişte ambalajı en az olan ya da dönüştürülen ürünlerin satın alınması, *Tabiatta yok olması ok uzun zaman isteyen pet şişe, metal kutu, plastik kaplar ve poşetler yerine daha kısa sürede yok olabilen kağıt, cam vb. maddeler ile geri kazanılmış ürünlerin satın alınması, *Yürüme mesafesindeki yerlere otomobille değil yürüyerek ya da bisikletle gidilmesi, bu alanda alınabilecek önlemler arasından sadece birkaçıdır.
Çevre şuurunu oluşturmak için okullarda okutulan ders kitapları ve çeşitli eğitim materyallerinden yararlanılabilir. (Mesela, özellikle ana okullarından başlamak üzere ilköğretimden yükseköğretime kadar okul müfredatlarına çevre dersi konulması vb gibi) b) Okullarda düzenlenen çeşitli faaliyetler üzerinden şuurlandırma sağlanabilir. (Mesela, ağaç dikme kampanyası, duvar boyama faaliyeti, okul avlusunu temizleme faaliyeti vb gibi)
Çevre bilincini oluşturmak ve geliştirmek için basın-yayın ve kitle iletişim vasıtalarından yararlanılabilir. a) Basın yayın yoluyla halkın çevre üzerinde düşünmesi sağlanabilir.(Mesela, başta televizyon ve radyodan yararlanarak halkın çevre meseleleri üzerinde düşünmesi sağlanabilir. Bununla birlikte doğrudan çevre amaçlı yayın yapan radyo, televizyon kurulabilir, dergi, gazete çıkartılabilir.) b) Basın yayın yoluyla çevre üzerine kamuoyu oluşturulabilir. (Mesela, bir mıntıkada yaşanan çevre meseleleri üzerinde yoğun olarak haber yapılabilir. Böylece kamuoyunda meselenin halline yönelik bir görüş oluşturulabilir.
Gönüllü çevre kuruluşları yoluyla çevre üzerine yardımlaşma ve şuurlandırma sağlanabilir.
a) Bu kuruluşlar çevre yönetime bizzat katılarak (Mesela, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mahalli Çevre meseleleri konusunda seminer, panel, sempozyum türü toplantılar yaparak çevre şuurlandırması sağlanabilir. (Ülkemizde özellikle kış günlerinde seminer, panel ve sempozyum türü toplantılara ilgi artmaktadır. Bu vasıtalardan çevre maksatlı olarak yararlanmak gerekir.
Parola ve slogana dayalı şuurlandırma yapılabilir. (Mesela, “Çevreyi hor gören, geleceği zor görür”, “Tasarruf etmek aynı zamanda çevreyi korumaktır da.” “Çevreyi korumanın en iyi yolu onu sevmekten geçer. Çevreyi bekçi değil sevgi korur.” “Çevre Yönetimine katıl, yönetenleri uyar. Yetkililer sesini elbet duyar.” “Çevre bir emanettir”, vb gibi)
Çevre üzerine düşünmeyi ve duyarlılığı sağlamak üzere yılın belirli gün ve haftalarını çevre haftası, çevre günü vb adlarla ilan etmek ve benzeri yollarla halkın şuurlandırılması mümkündür. (Mesela, Avrupa Yeşil Hareket Haftası, Otomobilsiz Kent Günü, 5 Haziran Dünya Çevre Günü vb gibi.)
3- ÇEVRE KORUMACILIKTA ÖNEMLİ HAKİKATLER
Birinci hakikat, “çevre zorla korunmaz, çevre sevgiyle korunur.” Birçok parkta ya da ormanlık alan kenarlarında, uyarı levhaları üzerinde yazan o meşhur ibareyi siz de görmüşsünüzdür. “Ağacı, yeşili bekçi değil sevgi korur.” Bu ibare basitmiş gibi görünse de içerisinde büyük bir hakikati saklar. Evet, gerçek şu ki, çevre zorla korunmaz, çevre sevgiyle korunur. Çevre korumacılıkta birinci hakikat budur.
Bunu böylece belirledikten sonra, ikinci hakikate geçebiliriz. “Çevre bir emanettir”. Kimin emanetidir? Kime emanettir? Çevre yani, yani toprak, hava, su, ağaç, orman, nehirler, dağlar ve diğer varlıklar hepsi de Allah’ın insanlara bir emanetidir. Bu husus, Kuran-ı Kerim’de, “O sizi yeryüzünün halifeleri kıldı ve size verdikleriyle sizi denemek için kiminizi kiminize göre derecelerle yükseltti” şeklinde beyan edilmektedir. (Enam Suresi, 165. ayet) Halife kelimesinin lügat mânâsına baktığımızda, “öncekinin yerine geçen”, “şer'î hükümlerin tatbik ve icrası için Peygamber'e (asm) vekil olan zât”, “imam” şeklindeki açıklamalarla karşılaşırız. Bu açıklamalardan çok açık bir şekilde anlaşılacağı üzere, “halife”, bir konuyu, bir görevi ya da bir idareyi yüklenen mânâsındadır. Geniş ve farklı mânâları bulunan bu kelimeye konumuz açısından baktığımızda, “yeryüzünün insanlara emanet olarak bırakıldığı hakikatiyle” karşılaşıyoruz. Çünkü, yeryüzünün halifesi kılındığımıza göre, bir bütün olarak çevre emanetini yüklenmiş bulunuyoruz ve emaneti gereği şekilde muhafaza etmekle mükellefiz. Bu emaneti, gelecek kuşaklara, bizden sonraki nesillere en güzel ve en uygun bir şekilde devretmek zorundayız. Esasında, bu hakikat içinde bir başka hakikat daha vardır. O hakikat de şudur: “Mülk Allah’ındır”. Bu husus, Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklanmaktadır: “Göklerin ve yerin mülkü Allah’a aittir.” (Furkan, 2) Öyleyse, hiçbir kimse, tabiattaki nimetlere, yani toprağa, havaya, suya, ağaca ve diğer varlıklara kendi malı, mülkü gözüyle bakamaz.
Üçüncü hakikat, çevre meselelerinin kaynağında, “insanın açgözlülüğü, nimetlere karşı nankörlüğü, yalnızca bugünün düşünüp istikbalini göz ardı etmesi, çevresine karşı kayıtsız kalması” yatmaktadır. Esasında, insanın açgözlülüğü, nimetlere karşı nankörlüğü, geleceğini ciddi mânâda düşünmemesi çevre açısından yanlış olduğu gibi, her açıdan yanlış ve hatalıdır. Bu durumda, çok açık ve altını çizecek şekilde, “nankörlük, açgözlük, düşüncesizlik çevre konusunda yanlış ve hatalı olduğu gibi, her zaman kötüdür” diyerek, bu hata ve yanlıştan uzak durmalıyız.
Dördüncü hakikat, “çok tasarruf ederek, az tüketerek hem cebimizi ve hem de çevremizi koruruz”. Bu hakikati, kapitalizmin alışveriş çılgınlığına kapılanlar, “nereden bulursan bul, harca, nerede olursan ol, tüket” mantığına sahip olanlar pek anlayamazlarsa da, çevre korumacılıkta geçerli en temel hususlardan birisi “tasarruftur”. Tasarrufun bu cephesi bilhassa gençlerimize anlatılmalıdır. Bu noktada, Kuran-ı Kerim’de belirtilen “israfın haram olduğu” gerçeği tüm zihinlere nakşedilmelidir. Kuran-ı Kerim’de belirtilen bu hususu çevre korumacılıkta ehemmiyetine binaen burada hatırlatıyorum: “Ey Âdemoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez”. (Araf, 31)
Çevre korumacılıkta beşinci hakikat şudur: “Her canlının korunması gereken bir hakkı vardır”. İster nebat, ister hayvanat olsun herkesin korunması gereken bir hakkı mevcuttur. Bu hakkı tanımak ve ona saygı göstermek gerekmektedir.
Çevre meselelerinin yoğun olarak yaşandığı günümüzde, “çevre korumacılık” lük değil, bilakis hayati bir konudur. Kimse çevre konusuna bigane kalamaz. Bizler de kalmamalıyız. Bu konuyu mutlak surette devamlı ön planda tutmalı ve yaşadığımız dünyada çevre korumacılık alanındaki mesuliyetlerimizin farkında olmalıyız. Çevre korumacılık dediğimizde, sanki çok karmaşık ve içinden çıkılmaz bir konu anlaşılmasın, esasında çevre korumacılık hakikatlere dayandırıldığında muvaffakiyet mutlaktır. Bu hakikatleri yukarıda beş madde hâlinde sıraladık. Bu hakikatleri gönüllere ve zihinlere yerleştirmesini dilerim.
4- KÜRESEL ISINMA MI YOKSA BİR AYETİN TECELLİSİ Mİ?
İnsanlara “çağdaşlık adına yutturulan” bir akım var. Akımın adı, pozitivizm. Bu akım, kaç yüzyıldır dünyaya hakimse, Batı da o yıllar kadar Dünyaya hakimdir. Bu akım kaç yüzyıldır dünyaya egemense, mazlumlar o yıllar boyunca boyun eğmektedir Batılılara. Nedir bu pozitivizm? Özet olarak belirtelim yeter: Pozitivizm, insanın kısır aklını yüceleştiren, akıldan başka bir rehber tanımayan ve bu doğrultuda, bilim kılıfı içinde materyalizme ve Batılılara hizmet eden bir akımdır. Pozitivistler, “insan-doğa ilişkilerinde oldukça taraflı davranırlar, konunun ilahi boyutunu hep göz ardı ederler, insanları kavramlarla, kuramlarla kandırmayı amaçlarlar. Dünyadaki bilime, yönetime, kültür-sanata ve diğer alanlara halen de egemen olan bu akıma neden değindim? Son zamanlarda, pozitivistlerce ortaya atılan şu Küresel Isınma konusu nedeniyle değindim.
Evet ortada bir sorun var. Adına küresel ısınma denilen bir sorun. Nedir küresel ısınma? Küresel ısınma, Dünyadaki ortalama sıcaklıkların yıllar içinde düzenli olarak artış göstermesidir. Hangi yıllar içinde? Son yüzelli yıl içinde. Şimdi hoppala demek lazım. Dünya milyarlarca yıl önce yaratılmıştır. Milyarlarca yıldan beri var olan dünyada son yüzelli yılın sözü mü olur? Haydi oldu diyelim. Dünyamız ısındığı için, küresel boyutta kuraklık baş gösterecek, buzullar eriyecek, çölleşme her tarafı saracak, dünyayı sular basacak vb küresel felaketler ortaya çıkacak. Haydi bunları da kabul edelim ve tedbirler alınması gerektiğini düşünelim. Peki çözüm yolu nedir? Pozitivizmin temsilcileri tarafından çözüm yolu olarak sunulan tedbir, “sera gazı etkisi yapan yakıtların kullanımını yasaklamak” şeklinde kendini gösteriyor. Bu yakıtlar, kömür, petrol vb gibi yenilenmesi mümkün olmayan yakıtlardır. Gelelim işin en can alıcı noktasına. Bu yakıtları ölçüsüzce sanayi ve teknolojinin kullanıma açan ve gerekli tedbirleri düşünmeyen kim? Yine pozitivizm. Yine pozitivizmin ağababaları, yani kapitalistler ve materyalistler.
Ey pozitivizm, Ey materyalizm, Ey kapitalizm adınız batsın sizin. Sonunda onu da yaptınız ve dünyanın başına büyük bir felaketi diktiniz. Dünyayı büyük bir felaketin eşiğine siz getirdiniz. Nasıl mı?
İnsan, pozitivizmin vermiş olduğu sarhoşlukla, pozitivizmin vermiş olduğu sahte güvenle, dünyayı yalnızca kendisinin sandı. Dünyadaki çevre değerlerinin, toprağın, havanın, suyun yalnızca kendisine hizmet etmesi için yaratıldığını düşündü. Diğer canlıların haklarını hiç aklına getirmedi. Halbuki, hayvanlar da, kuşlar da, bitkiler de, ağaçlar da aynı insanlar gibi birer ümmettir (birer topluluktur) ve onların da hakları vardır. Diğer canlılar ekosistem içinde güzel bir uyum sergilerken bu uyumu insan bozdu. Bilinmektedir ki, bitkiler ve hayvanlar ekosistem bütünlüğü içinde görev yaparlar. Örneğin, toprağa düşen bir hayvan leşini diğer hayvanlar sanki bir temizlik görevlisi gibi yerler, tüketirler. Ama insanoğlu öyle değil. İnsanoğlu devamlı kirletir. İnsanoğlu, kendi çıkarları için ormanı keser, nehirleri kirletir. Bu fiilleri o kadar ölçüsüzce işler ki, kendi sonunu hazırladığını, kendi kıyametini çağırdığını bile düşünemez. Bunun adı aymazlıktır, bunun adı ahmaklıktır.
İnsanoğlu, yaratılmışların en şereflisidir ama, aynı zamanda da nankör, düşüncesiz ve bencildir de. İnsanın bencilliğinin, düşüncesizliğinin, nankörlüğünün bir tezahürünü, çok açık ve net bir şekilde, çevreyi, doğayı tahrip etmesinde görmekteyiz. Pozitivizmin, bu bencilliğe, bu nankörlüğe bir tedbiri, bir çözümü var mı? Yok. İnsanoğlunun doğayı tahrip etmesinin en büyük nedeni “doğayı bir emanet olarak görmemesi” değil mi? Pozitivistler, “emanet kavramı”nı hiç dikkate aldı mı, hiç aklına getirdi mi? Hayır. İnsan, bu Dünyayı ve içindeki nimetleri Kur’an-ı Kerim’de emredilen tarzda değerlendirseydi, böyle bir sorun meydana gelir miydi? Kesinlikle gelmezdi.
İşte, küresel ısınma, küresel ısınma diye feryat eden pozitivistlerin bu hususlara da eğilmesi ve bunu da araştırması, bunu da dillendirmesi gerekir. Maalesef, bu yapılmadığı gibi, küresel ısınma kavramı bir şal gibi bütün soruların üzerini örtmektedir. Evet, pozitivistler sorumluluktan kaçmıştır. Küresel ısınma diye bir kavram ortaya atmış, dikkatlere başka yöne çekmiş, kendi sorumluluklarından kaçmıştır. Pozitivistlerin, “küresel ısınmadan biz sorumluyuz” demeleri gerekirken, “küresel ısınmaya bizim yanlış eğitim ve tek taraflı bilim metodumuz neden oldu” demeleri gerekirken, “küresel ısınma” diye bir kavram icat ederek, dikkatleri başka tarafa çekmişlerdir.
Kısacası, pozitivizm sorunun asıl nedenini ve çarelerini tam olarak, tüm boyutlarıyla açıklamıyor. Diğer sorunlarda yaptığının aynısını yapıyor. Küresel ısınma konusunda da ilahi metinlere hiç eğilmiyor. Halbuki eğilseydi, Kur’an’da Rum Suresinin 41. ayetini görecekti. Allah (cc), bu ayette“İnsanların kendi işledikleri sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı sonuçlarını dünyada onlara tattıracaktır” şeklinde buyurmaktadır. Başta pozitivistler olmak üzere herkes bu ayeti derin derin tefekkür etsin bakalım. Hangi sonuca vardınız? İnsanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden, karada ve denizde bozulma çıktı. Çevre kirliliği ne demektir? Toprakta, suda meydana gelen bozulmalardır. Bu bozulmaların sebebi nedir? İnsanın kendi eliyle işlediği yanlışlıklardır. Yani, bu ayet çok açık bir biçimde çevre kirliliğine işaret ediyor. İşaret etmekle kalmıyor. Yanlıştan dönmeleri için, Allah (cc) insana, çevre kirliliğinin bazı sonuçlarını tattıracaktır. Yani, bu bozulmalardan dolayı zarar görecektir insanoğlu. Zarar görmesini siz küresel ısınma diye de özetleyebilirsiniz. Bu zararı siz, kuraklık, çölleşme şeklinde de özetleyebilirsiniz. Kısacası, genel mânâda çevre kirlilikleri özel mânâda ise küresel ısınma dedikleri Kur’an’daki bu ayetin açık bir tezahürü değil mi?
Evet, insanoğlu kendi eliyle kendi felaketini hazırlamıştır. Bunu “küresel ısınma” kavramıyla açıklamaya çalışsalar da, konunun asıl boyutunu dikkatlerden uzak tutsalar da, sorunun temelinde Rum Suresi 41. ayette tanımı çizilen “insanlar” vardır. Bu gözden uzak tutulamaz.
Sözün özü, küresel ısınma dedikleri, bir ayetin açık bir tecellisidir.
Bu vesile ile bir şiirime de yer vermek isterim.
ÇEVRE BİR EMANETTİR
* Oğullarım Mehmet ile Abdurrahman Taha’nın şahsında tüm gençlere ve çocuklara
Bu güzel, bu muhteşem tablonun,
Renkleri bir emanet, koru oğlum.
İnsana huzur veren bu tabiatın,
Değerleri bir emanet, koru oğlum.
Toprak dediğin, bedeninin aslıdır.
Hem dünya hayatının son faslıdır.
Vatandan ayrı kalan elbet yaslıdır.
Toprak bir emanet, koru oğlum.
Su, azizdir, temizdir, durudur.
Gözlerin, gönüllerin sürûrudur.
Hayat kaynağı, toprağın gururudur.
Su bir emanet, koru oğlum.
Hava, nefes nefes ihtiyacımız olan.
Dünyanın akciğeridir yemyeşil orman,
Havasız yaşamaya var mı imkân?
Orman bir emanet, koru oğlum.
Çiçekler, kelebekler kırlara koşturur.
Masmavi deniz, bir başka coşturur.
Issız dağlar, sakin ve gizem doludur.
Güzellikler bir emanet, koru oğlum.
Herkesindir dünya, bu eşsiz yeryüzü.
Tefekkür et, bak direksiz gökyüzü.
Sandalî uzatmağa ne hacet sözü.
Çevre bir emanet, koru oğlum.
Çevre koruma ve çevre kirliliğini önleme noktasındaki görüş ve düşüncelerimiz gelecek haftaya da devam edecektir.
Bu haftaki yazımın sonunda bir teşekkürde bulunmak istiyorum. Bizlere görüş ve düşüncelerimizi açıklama fırsatı veren Pazarcık Havadis Gazetesi sahibine ve tüm çalışan ekibine en kâlbi teşekkürlerimi arz ediyorum.