Çok uzun zaman değil şu son zamana kadar toplumumuzun ana yapı taşının aile olduğuna hepimiz inanır ve bunu savunurduk. Benim gibi, ailenin toplumu şekillendiren ve en kıymetli olgusu olduğuna inanamaya devam edenler de bulunuyor tabii.
Sadece yurdumuzda değil dünya çapında da aile kavramı giderek değerinin yitiriyor olması çok can sıkıcı bir durum niteliğindedir. Yazık ki günümüzde özgürlükçüler ve medeniyetçiler diye kendini ifade etmeye çalışan bazı küçük kesimler ailenin nasıl olması gerektiğini ve bunun nasıl sağlanmasını tartışıp çözüm aramak, aileyi ayakta tutmaya çalışmak yerine aile kavramını gerici, çağımızda ailenin yerini bireysel hayatlar alması gerekliliği tezinin savunuculuğuna soyunmuş durumdalar.
Bireyci düşüncenin, bencilliğin adını özgürlükçülük koyup gençleri de buna inandırmak için her türlü hokkabazlığı yapıp aile kurumun çağımızda yeri olmadığından, günümüzün koşulları ile çatıştığında bahsetmektedirler. Günümüzdeki sıkıntıların sebebinin özgürlükçülük adı altında yaşamak istenenlerin çağımız ile önceki nesil ile fikir ayrılıklarından ve aileleri kurma amacının büyük bir yüzdesinin aşka, sevgiye, saygıya değil çıkara dayalı olduğu gerçeğinden kaynaklanmaktadır.
Aile kurumunun, çağın koşullana uygun olup olmadığı konusunu masaya yatırıp ele alabiliriz ancak kültürel ve toplumsal yapının ana unsur temellerden birinin hala aile kurumu olduğu gerçeği unutulmamalıdır. İnsan oğlunun fiziksel, ruhsal gelişimini sağlıklı bir şekilde tamamlamasında, ailenin sağladığı güveni, huzuru ve gelişimi hiç bir kurumun gerçekleştirmesinin mümkün olmadığı gerçeği göz ardı edilemez. Bireyin toplum içinde yer almasında, kişiliğinin oturmasını sağlayan en önemli unsur yine ailedir.
Tabii her toplumun yönetim şekilleri, ekonomik düzenleri, inandıkları dinleri ve ibadet şekilleri, sosyal tutum, gelenek-görenek gibi birçok konularda farklılıklar görülmekte ve her toplumun aile yapısı birbirinden farklılıklar göstermektedir. Hatta aynı şehirde yaşayan ama kırsalda olan aile ile şehrin merkezinde yaşayan aile arasında bile farklılıklar gözlenmektedir. Ancak bu farklılıkların bile en büyük paydayı oluşturan ortak unsuru aile fertlerinin birbirine olan sevgisi, bir arada olma arzusu ve anne, baba, çocuktan oluşmasıdır. Aile yapısı ve biçimi, yöresel bazı farklılar taşımaktadır. Kırsalda tarımsal toplum düzenlerinde genellikle kalabalık, geniş ailelere rastlanırken, şehir merkezlerindeki endüstriyel toplum düzenlerinde ise anne baba ve çocuktan oluşan az kişi sayısı ile minik, çekirdek aile görülür.
Toplumun yapısına göre aile içindeki bireylere düşen görevleri ve sorumluklarda da değişkenlik öne çıkar.
Ailedeki kişi sayısı ve biçimi nasıl olursa olsun , aile toplumdaki toplumsal düzenin bir parçasıdır. Bütünün bir parçası olduğu gibi toplumdaki diğer bir çok kurum gibi aile de tarih içerinde köklü gelişmelere ve değişimlere maruz kalırken toplumu da etkilemiştir.
Aile sözcüğünün nereden geldiğini merak edip baktığımda Latince "famulus" yani (evcil köle) anlamında olduğunu gördüğümde çok garip gelmişti. Bu başlı başına bir araştırma inceleme konusu olabilir kanımca. Bu konuya da ilerleyen zaman içerisinde değineceğim.
Her çağda aile kutsal kabul edilse de bazılarında görevler, yaşama tarzları farklılıklar gösterse de genelinde ailenin bireyleri aynı evde, aynı çatı altında yaşarlar ve bazı sebeplerden dolayı geçici olarak ayrı yerlerde yaşamak zorunda kalsalar da aile bütünlüklerinin bozulduğu anlamına gelmemiştir. Bütün sorumlulukları paylaşan, bir sorun karşısında kenetlenen, bütün işleri beraberce yöneten, durumları söz konusudur. Ancak geçmişte ya da zamanımızda ailenin bel kemiği olan kadının rolü bazı toplumlarda farklılıklar göstermiştir.
Kadınların kocadan sonra söz sahibi olan ya da hiç söz sahibi olamayan, kadının sokağa çıkma yasağı gibi kocası vb. yakın erkek akrabası olmadan sokağa çıkmasının tamamen kısıtlanması, eşlerini aile büyüklerinin seçtiği kişiyle evlenmek zorunda bırakılması ve evlendiği güne kadar eş adayını göremediği, şahitlik durumlarında bile verilen değeri gözler önüne seren, iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk gösterildiği durumlarla bile karşılaştığı düşünülünce; kadına zaten hakkı olması gereken ancak, daha önce kimsenin umurunda ya da kapasitesi dahilinde olmayan kadın hakları konusu bütün dünya ülkelerinden önce kadını tekrar hak ettiği makama çıkartan Mustafa Kemal Atatürk’e Cumhuriyet aşığı bir kadın olarak teşekkürü borç biliyorum.
Şimdi istisnai durumlar olsa da kızlarımız eşlerini seçmede özgürler. Eğitimlerini, işlerini ya da hayattaki rollerini kendileri seçebiliyor. Hakları itibari ile artık hak ettiği verilmiş olsa da yöresel ya da yaşamsal bir çok sebeple hala bu haklarından mahrum olan kadınlarımız, kızlarımız bulunmaktadır. Aile kavramındaki eski dönemdeki kadının rolü ile şimdiki kadının rolü çok büyük farklılıklar göstermekte ve gelişim dolayısı ile değişim sağlamaktadır. Ancak bu durumu bütün ülkeye, bütün mecralara, bütün ailelere kadar uyarlayamamış ve ailelerin inisiyatifine ya da vicdanına bırakılmışsa hala uygulamada ve eğitimde hatta yasamada bazı eksikliklerin ya da yanlışların olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Büyük önder Atatürk sayesinde sadece kadın hakları ile değil çağdaş devletler düzeyine gelmemiz için insan üstü emeklerle refah seviyeye cumhuriyet devleti şekliyle yönetim seviyesine geçilmiştir.
Başka bir deyişle, toplumsal ve kültürel alanlarda da devrimlerini tamamlanmış özellikle eğitim ve üretim alanında devrim niteliğinde adımlar atılmıştır. İşte tam da bu yüzden altın tepside bize sunulan bu devrimleri kaybetmek ya da dejenere etmek bir tarafa yücelterek ,genişleterek ve sürdürülebilirliğini sağlayarak çalışmalara devam etmek zorundayız. Bunun için şimdiki (meb.gov.tr)Türk eğitim sistemi Fulbright Programı, Amerikan Kongresi tarafından 1946'da, 2. Dünya Savaşı bitiminde, eğitimsel ve kültürel değişim yoluyla ülkeler arasında ortak bir anlayış geliştirmek için oluşturulmuştur. Bu yasanın fikir babası olan Senatör J. William Fulbright, bu programı silahlı çatışmaya karşı atılan bir adım olarak görmüştü .Aslında bu gerekçe bile savaşmaktan daha fazla zarar verecek bir sistemin sinsice Türk eğitim sistemini yok ederek silahsız kendi elimizle kendi Türk eğitim sistemini yok etme girişimi olarak algılanmalıdır. Türk eğitim sistemine de yeri geldikçe değineceğiz.
Atatürkçülük ilkelerinden olan laiklik ile toplumsal yaşamda dine karşı özgürlüklerini kazanan bireyler, özellikle kadınlar, eşitliğin ana temelini de atmaya başlamışlardır. Özellikle 1926 yılında Medeni Kanun'un kabulüyle hukuksal açıdan kadın ve erkek arasındaki kurulmaya başlanmıştır. Kadın özgürlüğü açısından, kadının ekonomik bağımsızlığı kazanabilmesi de büyük bir devrimdir. Ancak bu özgürlüğün bile hala günümüzde tam olarak uygulanır olduğunu söylemek mümkün değildir. Bunların çeşitli nedenleri vardır, yeri geldikçe bu konulara da değineceğim.
Bugün ki pazarımızı oy kullanarak ve sonuçlarını takip ederek geçireceğiz. Bu önemli hakkınızı kullanırken, takım tutar gibi değil, eleştirisel yaklaşarak, her partinin ne katacağını ne götüreceğini tartarak kullanmanız doğru bir vatandaşlık örneğidir kanaatindeyim. Sonuç ne olursa olsun vatanımıza milletimize iyilikler güzellikler getirmesini diliyorum. Haftaya cumartesiye kadar hoşça kalın.