Uzun zamandır sosyal şebekelerde Azerbaycan’dan kenarda yaşayan “soydaşlarımız”(özellikle Cenubi Azerbaycan’daki soydaşlarımız) mevcut Azerbaycan devletine, özellikle Cumhurbaşkanı Sayın İlham Aliyev ve aile bireylerine, devlet adamlarına karşı iftira, pek etik olmayan edepsiz, terbiye dışı ifadeler, hatta sövüşler yağdırıyorlar. Halkımızın ta kadimden gelen örf adetlerimiz, geleneklerimiz vardır: Ata anaya saygı, büyüklerine hürmet ve sevgi, el aksakalına, çevre insanlarına, yaşından büyüklere ihtiram hep önde olmuştur. Bu örf adet ve gelenekler diktatör Lenin’in getirmiş olduğu Sosyalizm sistemi döneminde eritildi, yok edilme noktasına ulaştı. Ama uç köy ve kasabalarda kadim örf adetlerimiz bu gün hala da yaşıyordur. Örneğin, kalabalık bir öğretmen ailede büyüdük, babam ve annem bizleri kadim geleneklere bağlı şekilde terbiye etmiştir. Bu geleneğin ışığı ailemizde bu gün de yaşıyor, başkalarına örnek teşkil ediyor.
SOVYET SİSTEMİ MİLLİ GELENEKLERİMİZİ ERİTTİ, YOK ETTİ
Fakat Sosyalizmin çöküşü beraberinde işsizler ordusunu miras bıraktı. Sosyalizmde her çalışana verilen maaş sadece yemeğe yetiyordu. Tarihen cesur, kahraman, çalışkan, cömert ve yetenekli insanlarımız ruhen ve manen tembel bırakıldılar. Bağımsızlığı kazandık, bu günkü sistemde başarı-yeteneğini kullanmakla, harikalar, mucizeler yaratmakla yaşama tutulmaya imkân veriyor; iş yapmak, toprakla uğraşmak, sanayide çalışmak ve s. Fakat Sovyet sistemi insanlarımızı tembel bıraktıktan dolayı bazıları az çalışıp, çok zahmete katlanmadan da yüksek maaş talep ediyor. Yüz, bin yıl öncelerinde de dedelerimiz toprakla uğraşmışlar, ekmişler, biçmişler, yaşamışlar. Başarı-aklın, maneviyatın, tahayyülün, şuurun hedefe doğru iyi kullandığında gerçekleşiyor.
Başarı-çalışmakla mümkün oluyor. Fakat aklını, yeteneğini doğru kullanmayan, bazı fersiz, yeteneksiz, cahil, başarısız soydaşlarımız Avrupa ve dünya ülkelerine yüz tuttular. Orada da başarılı olamadılar ve sokaklarda dolaşıyorlar. İşte bu zayıf ruhlu soydaşlarımızı, taşeron şebekeler iyice kullanırlar; Ermenilerin baskılarıyla çeşitli ülkeler Azerbaycan’a karşı, özellikle Sayın İlham Aliyev iktidarına karşı iftiralar, bühtanlar atmak, kirli emellerde bulunuyorlar. Bu kişilere soydaş demeye utanıyorum, çünkü aile sırrını dış ülkelerde yayıyorlar. Bu kişilerde onur, geçmiş örf adetlerimize bağlılık, şeref, kurur olsaydı, 1918 yılındaki soykırımı, Ermeni Taşnak katillerin yaptıkları katliamı, Hocalı soykırımını propagandasını yapacaklardı. Bu daha isabetli ve yararlı olacaktı. Devletine, halkına karşı hıyanet yapmak yerine ölmek daha şerefli olacaktır, diye düşünüyorum. Kendimden bazı örnekler sunmayı uygun buluyorum.
1991 yılında Türkiye Devleti Kültür Bakanlığının resmi daveti üzerine Ankara’ya geldim. Ankara Opera sahnesinde S. Aleskerov’un “Zengin Babanın Fakir Oğlu” müzikalini sahneledim. Geri döndüm. İkinci defa yeniden davet olundum ve Nahçıvan üzerinden Ulu Önder, Haydar Aliyev’in talimatıyla gönderildim. 19 Mayısta, saat 14.30’dan 21.30’dek kendisiyle yüz-yüze uzunca konuştuk; bana ülkemiz için çok önemli görevler verdi; gençlerimizi Türkiye Üniversitelerde, Harbi Okullarda ve Polis Akademisinde okumayı organize etmemi istedi. 1992 yılı Ağustos ayında Tahsil Bakanımız Refik Fezullayev’i T. C. Milli Eğitim Bakanı Köksal Toptan’ın huzuruna götürdüm. Protokol imzalandı, 550 öğrenci bursunu almayı başardım. 1992 Kasımında Genel Kurmay Başkanlığı ve 1994 yılında Polis Akademisinde de Protokoller imzalandı. Üç önemli görevi gerçekleştirdim. Ayrıca ekonomi bloke edilmiş Nahçıvan’a 20 ton makarna, un, şeker, sıvı yağlar toplayıp götürdüm. Bunları vatanım ve halkım için yapmışımdır.
DÜNYADA REJİSÖR OLARAK TANIYORLAR
Opera rejisörü gibi Mersin Devlet Operasının kurucu başrejisörüydüm. Operayı Ü. Hacıbeyli’nin “Arşın Mal Alan” opereti ile açtık. Daha önce Moskova Bolşoy Operasında çalıştım ve beni Yemen Devlet Milli Müzikal Tiyatrosunu yaratmak için başkent Aden’e göreve gönderdiler. Aden’de Devlet Milli Tiyatrosu’nu 1982 yılında Martın 28’de Ü. Hacıbeyli’nin “Meşedi İbad” opereti ile açtım. Dünya basınında çok yazıldı. Bu arada aralıksız “Nahçıvan” gazetesinin Türkiye temsilcisi olarak seri makaleler yazıyordum. TRT Programlarında Azerbaycan kültürünü, edebiyatını, müziğini; resim, heykel, el sanatları, geçmiş tarihimizi ve Garabağ’ın İşgali ve Hocalı soykırımını aralıksız tanıtıyorum, anlatıyordum. Bu çalışmaların canlı şahidi Cumhurbaşkanlığı Siyasi Şube Müdürü, Prof. Dr. Ali Hasanov ve Diaspora Sektör Müdürü Dr. Gafar Aliyev iyi biliyordur. Cumhurbaşkanı ile de görüşmüşümdür.
Devletimiz tarafından hiç bir Ödül, Fahri ad bile almadım o yıllarda. Elbette ki birilerinin söylemesi, takdim etmesi gerekiyordu. Fakat unutuldum, diye bilirim. Şimdi sizler gibi ben de devletimi, ülkemi eleştirmeliyim mi? Sizler gibi aklımı, şuurumu yitirmiş olarak üfürler mi etmeliyim ve ya akla gelmeyen bühtanlar mı yamalıyım? Sizler vatan hainlerisiniz, şebekelerden maaş alıyor, Azerbaycanlı olduğunuzu unutuyorsunuz. Evet, ben unutulmuş ola bilirim, fakat bu görevleri içtenlikle, severek yaptığımdan dolayı mutluyum. Çünkü vatanıma hizmet ediyorum. Bu gün vatanımda NATO silahlarını, uçaklarını kullanan genç kadrolarımız çoğalmıştır; doktorlar, mühendisler, fizikçiler çoğalmıştır; yüksek Harbi rütbeli gençlerin çokları beni iyi tanırlar, hatırlıyorlar. Çok ağır yıllarda onlara el uzattım, öğrenci burslarıyla temin ettim; yurtlara yerleştirdim, bazılarına çalışma olanağı yarattım. Azerbaycan - şerefim, milli sevgim, vatanımdır, ruhumdur; toprağıma olan yüksek bağlılığımı ayakaltına mı atayım, sizler gibi? Nerede şerefiniz, nerede milli ruhunuz, vatana bağlılığınız? Kimlerin maşasısınız, hangi gizli servis sizleri kullanıyor vatana karşı? Büyük Dedemiz Oğuz’un Yüce Tanrıya duasından bir cümleyi sizlere aktarıyorum:
VATAN, MİLLER ŞEREFİNİ TAŞIMAYAN HAİNLER
“Yüce Allahım, bir namussuz, bir şerefsiz Türkü yaratmaktansa dünyayı dağıt, yeniden kur”, diyor Büyük Dedemiz Oğuz Kağan! Buradan her kes payını almalıdır. Evet, ben unutula bilirim, emeğimi zamanında Ödüllendirmediler; öğrencilerime bile “Medal”lar, “Şöhret Ordeni” Ödüler verdiler. Ben unutuldum, diye vatanıma, devletime karşı isyan mı etmeliyim? Küfür etmek, sövüş yağdırmak vatanına, devletine karşı hıyanettir, zayıflıktır, başarısızlıktır. Zayıf iradeli olanlar ise kolayca yurt dışı şebekelerin, ajandaların, kısacası Azerbaycan düşmanlarının ağına kolaylıkla düşüyorlar. Orada hainlere maaş veriyorlar, sen böylece vatan haini oluyorsun. Zaten içimizde de, dışta da düşmanlarımız yeterli kadar vardır. Eski Türk kavimlerinde kural vardı: aile sırrı dışarıya aktarılmaz, sonuç vahim oluyordu. Amerika topraklarının eskiden asil sahipleri, Kırmızı derili insanlar aile sırrını dışarıya aktaranları hemen öldürüyor, yakıyorlardı. 55 milyon Kırmızı derili insanlar aslinde Yakutstan’dan Alaska üzerinden Amerika topraklarına yerleşmiş, aslinde Türk soylu insanlarımız olmuşlardır. Bizler onlarla aynı kanı taşıyoruz. “Tarih Sümer’de Başlar” (A. Samuil) kitabını okumanızı dilerim. Okuyup anlayacaksınız.
MAKALELERİMİ 135 ÜLKEDE OKUYORLAR
2006 yılından ise “Ankara İl” ve “Anadolu” gazetelerinde vatanımla bağlı her gün tam sayfa yazılar yazmaya başladım; Azerbaycan’ın kadim tarihi, sanatı, edebiyatı, örf adetleri, devlet adamlarımızı, şairlerimizi, yazarlarımızı, bilim ve sanat hadimlerimizi, ekonomi başarılarımızı, dünya devleti olduğumuzu, vatanımızın yükselişini yazıyorum; ayrıca Ulu Önder Haydar Aliyev, İlham Aliyev, Haydar Aliyev Fondu’nun milli kültür ve sanatımızı dünyaya tanıtmalarından yazıyorum. Vatanımla kurur ve kıvanç duyuyorum. Başarılı, yetenekli, şerefli iş adamlarını tanıtıyorum. Evet, hatalar ve eksilikler vardır, zamanla eleştiriyorum da. Ama ülkemi, vatanımı, şerefli devlet adamlarını yüce tutuyorum, onlar şerefimizler; sadece Garabağ’ın Ermeni teröristler tarafından işgali ve Hocalı soykırımı hakkında 50 sayfadan çok makaleler yazmışım; bana tehditler yağıyor, fakat yoluma şerefimle devam etmekteyim. Ve yazmış olduğum makalelerden para almıyorum. Her gün altı, sekiz saat yazıyordum. Sağ gözümü yitirdim, tek gözümle hala da yazmaya devam ediyorum.
2009 yılında Bişkek Opera sahnesinde Türk devletleri sanatçılarının iştirakiyle ve TÜRKSOY’un organizasyonunda ilk defa “Köroğlu” operasını Bişkek opera sahnesinde sahneye koydum. Almatı, Ankara ve Bakü’de turne yaptık. Yine bana ne Ödül (Orden), ne de Fahri ad verilmedi. Ben hiç şikâyetçi olmadım, rahatsızlığımı bildirmedim. Çünkü vatanımın sanatını, müziğini dünyada yüksek seviyede tebliğ ediyordum.
2010 yılında bu seferinde Astana Operasında “Köroğlu” operasını sahneye koydum ve I. İstanbul Dünya Opera Festivalinin finalinde İstanbul Haliç Kongre Sarayında 5 bin seyirci temsili ayakta alkışladı. Kurur ve kıvanç duydum. Temsilde bütün Türk devletleri Kültür Bakanları iştirak ettiler. Azerbaycan Kültür Bakanı hürmetli Abulfes Garayev ile tanış oldum. Onun sayesinde 2011 yılında Cumhurbaşkanımız, Sayın İlham Aliye tarafından Devlet Sanatçısı Fahri adına layık oldum. Ama ne “Şeref Ordeni”, ne de “İstiklal Ordeni” almadım. Şimdi sizin gibi şikâyet mi etmeliyim ben? Bu arada binin üzerinde sayfa makalelerim, tankit, ilmi makalelerim dünya dergilerinde basılmıştır ve bu makalelere göre para almıyorum. Ama siz vatan hainisiniz, utanın ve benden ibret alın.
Güzel vatanımın tebliği daha önemli değil mi?