Huzur evleri açılalı yaşlıya hürmet, büyüklere saygı kalmadı.
Huzur evleri çoğaldıkça yaşlılar hapsediliyor.
Biz çocuktuk bundan eli, altmış yıl önce.
Şehirde ve Köyde yaşadık.
Yaşlının dizinin dibinde oturur sıcaklığını koklardık.
Onlardan masal, hikâye, hatıra dinler onunla hayal kurardık.
Akşam olsa da sobanın başında ebemizin dizinin dibinde bize masal anlatsa diye beklerdik.
Sofraya birlikte oturur yaşlısı, gelini, oğlu, kızı, genci, çocuğu bir aileydik.
Evlerimiz küçüktü ama soframız ve gönlümüz genişti.
Masamız yoktu yer soframız vardı tahta kaçıkla çorbamız bereketliydi.
Baza yoktu yünden döşeğimiz, yastığımız, yorganın sıcaklığı birbirimizi ısıtırdı.
Hayatımız doğal, komşuluğumuz kalpten, yaşlımız, büyüklerimiz baş tacımızdı.
Damlarımız topraktandı ama kalplerimiz sevgi doluydu.
Aile terbiyesi ata geleneği Dede başköşede, ebemiz onun yanına otururdu.
Soframız sohbetlerimiz onlarsız olmazdı.
Biz kalabalık yüreği sevgi, kalbi geniş, sofrası açık aileydik.
Türkmen geleneğinde kapımız, soframız, kesemiz azda olsa açıktı.
Bugün Türkmen kültürü kayıp oldu, kapıyı çalan, sofraya oturan, cebinde veren el kalmadı.
Bugün evler koca koca oldu ama içi soğuk yaşayanlar barışık değil.
Yemekler aynı sofrada aynı saatlerde yenmiyor.
Aile bireylerinin zamanı vakti bir birine uymuyor.
Çocuklar ayrı bir dünyada, baba mesaide, anne çalışmakta.
Anadolu toplumunu özünde, geleneğinde, töresinde, dininde uzaklaştırmak isteyenler.
Önce Aile yapımızı tahrip ettiler.
Daha sonra Eğitim sistemimizi tahrip ettiler.
Rol modellerimizi, ebeveynlerimizi, örnek aldığımız büyüklerimizi küçümseyip dışlattılar.
Bilinçli aile kaybolduğunda, adanmışla öğretmenler kaybolduğunda, rol modeller itibarsızlaştığında, kim gençlere insani değerleri öğretecek.
Bugün yaşlıya huzur evi deniyor.
Çocuklar yetimhanelere konuyor.
Oğlan, kız ayrılıp başka hayat kuruyor.
Baba, anne evladım bir gelir diye pencere önünde duruyor.
Yaşlı teyzenin ahirete göçmüş beyine mektubu.
“Son günlerde; bir surat bir surat ki gelinde, çayımı bile yarım dolduruyor bey.
Allah'tan kulaklarım ağır işitiyor da, duymuyorum ne söylediğini…!
Ama yine de hissediyorum..!
Beni, bu evde galiba istemiyor artık.
Hey gidi günler heeey…!
Oğlunu bilirsin, vur kafasına al lokmayı.
İki ara bir derede ne yapsın…?
Ana bu, atsa atılmaz; satsa satılmaz.
Bana artık gizli gizli sarılıyor bey...!
Dün akşam, uyurken öptü beni biliyor musun?
Nasıl ağırıma gitti nasıl…!
Artık Akide şekeri de getirmiyor.
Hani dişlerim yok ya, güya yerken garip sesler çıkarıyormuşum da; çocuklar iğreniyormuş benden.
Yok; vallahi yalan bey, hiç yapar mıyım ben öyle şey..?
Gelin; çocuklara masal anlatmamı da yasakladı.
Üstelik seninle konuşuyormuşum diye, duvardaki resmini bir yere sakladı. Olsun, koynumdaki resminden haberi bile yok..!
Yine de beddua edemem bey, oğlumun karısı; torunlarımın anası o…!
Geçenlerde üst komşu geldi.
Ne konuştuklarını duymayayım diye, kapıyı üstüme kilitledi.
Duymadım, duyamadım; lakin hissettim.
Düşkünler evine yatıracaklarmış önümüzdeki ay beni.
Ne yalan söyleyeyim epey ağırıma gitti, epey…!
Ha, sen ne diyorsun bey..?
Hani bir görünsen oğluna…!
Ne de olsa babasısın, seni dinler.
Bu odada oturur, vallahi hiç dışarı çıkmam.
Akide şekeri de istemem.
Masalda anlatmam artık çocuklara.
Ne olur, ayırmasınlar beni bu evden.
Yaşayamam, nefes bile alamam.
Sana ait anılardan uzak ne yaparım ben, ne yaparım..?
Şu camın pervazında hayalin durur, çekmecelerde el izin.
Bastonun hala duvarda asılı.
İstemiyorlar beni artık, istemiyorlar hasılı...!
hey gidi günler hey..!
Hani diyorum, bir çağırsan..!
Yoksa, yoksa sendemi unuttun beni bey…?
Unuttuğunuz anneniz babanız mı var?
Bir kenara bırakıp kapısını çalmadığınız sizleri bekleyen yalnızlıktan sıkılmış bir kenar bıraktığınız babanız, anneniz mi var?
Yoksa kalbini kırıp tarumar edip kenara bıraktığınız babanız mı?
Yarın belki son günleri yâda sizin son gününüz.
Öpün o pamuk elleri...
Sarılın boynuna…
Dayayın başınızı onun omzuna...
Beraber doyasıya...
Unutmayınız bugün onlara yârin sizlere…
...