Başımıza bir felaket geldiğinde akıl veren çok olur. Çünkü bu yapılabilecek en kolay davranıştır.
Cem Karaca’nın şarkısındaki gibi; “Düştün Mü Mahpus Damlarına, Öğüt Veren Çok Olur, Toplasan O Öğütleri; Buradan Köye Yol Olur”.
Genelde öğüt vermek kolay, yapmak zordur. İnsanlarımız kolay olanı daha çok tercih ediyor. Deprem oldu akıl ve öğüt veren çoğaldı.
Bir garip ülkeyiz iş yapamayız yapanlarında eleştirmeden üzerimize yoktur. Elini taşın altına koymayanlar bol derinde laf üretiyor.
Her konuda çokbilmişler yine sahnedeler aklı veriyor. Etrafta basın arayıp televizyonlar röportajlar vermek için deprem bölgesindeler.
Bugün bir yıkım var bu yıkım anlatılacak gibi değil. Birçok yürekler yanıyor, analar evlatlar ağlıyor.
Deprem bölgesinde insanlar acil yardım beklerken. Bölgede bu şiddette bir felaket yaşanıyor bilende konuşuyor bilmeyende.
Muhalefet iktidarı yeriyor. İktidar biz işimizin başındayız diyor. Bir olalım, iri olalım, diri olalım diyen olmuyor. Meydanlarda olmayıp kanal, kanal koşan şok bilmişler.
Başınıza bir iş gelmeye görsün gelince herkes söz sahibi oluyor. Akıl veren çok oluyor. Ülke bir felaketi yaşıyor Anadolu halkı depremzedeler için kenetlenmiş.
Bırakın dedi kodu üretmeyi her kez işini yapsın. Gerçekten halk olarak işimize odaklansak her işin üstesinde gelebiliriz.
Halk olarak iş yapanı taşlarız. Eksiklerimiz varsa ona odaklanmıyoruz. Eksik araştırmakta üzerimize yok. Laf üreteceğimiz bir tuğlada biz koyalım demiyoruz.
“Nasreddin Hoca eşeğini pazara götürüp satmaya karar verir. Ancak yorulmasın ki pazarda dinç dursun. İyi para etsin düşüncesindedir. Dolayısıyla eşeği yürütmeden götürmesi gerekmektedir.
Oğlunu çağırır. Eşeği ön ayaklarını ayrı, arka ayaklarını ayrı olarak birbirine birlikte bağlarlar.
Hoca sonra oğluna seslenir; Hadi oğlum getir şu sırığı… Eşeği ayaklarının arasından sırığa asalım. Omuzlarımıza alıp taşıyalım… Yolda gördükleri bir adamın kahkahayla gülmesiyle Hocanın morali bozulur; Vay be, bu dünyada eşek olmak da varmış. Şu keyfe bak be… Kendileri eşeğe bineceklerine onu sırtlamışlar.
Hoca üzülmüş buna. Kendileriyle alay etmelerine izin vermeyelim, çözelim şunu, demiş. Eşeğin ayaklarını çözerler. Eşek önde Nasreddin Hoca ve oğlu arkada, yürümeye başlarlar. Bir müddet sonra bir başka yolcuyla karşılaşırlar. Adam haklı olarak meraklanıp sorar:
-Burada âdet böyle midir? Eşek önde sahipleri arkada mı yürür? Eşek binmek için değil midir?
Hoca da düşünmüş; Yahu galiba bu adam da haklı… Eşek varken bizim yürümemiz biraz anlamsız oluyor… Ne yapalım baba? Ya aslında eşek yorulmasın diye yaptım. “Bari sen bin de insanların dilinden kurtulalım...”
Çocuğunu bindirir hoca… Bir süre sonra bir başkasının sözüyle tuhaf olur; Ne terbiyesiz çocuklar var. Babası arkada yürürken, evlatlar eşeğe biniyor… Vah vah vah…
Hoca der ki; Oğlum pazara az kaldı. Bari dedikleri gibi olsun. Sen in de ben bineyim. Belki dillerini kapatırlar… Öyle yaparlar. Çocuk iner hoca biner… Az sonra karşılarına üç kız çıkar.
İçlerinden biri; Şu adama bakın hele, der. Kendi eşeğe binmiş, zavallı çocuğunu peşinden koşturuyor. Bir baba çocuğuna bu kadar mı sevgisiz olur?
Hoca der ki; Kız da haklı. Gel oğlum birlikte binelim, der ve beraber binerler eşeğe. Karşılarına bir yolcu daha çıkar. Bu yolcu da karışır.
İnsaf yok mu sizde? Bu kadar yüke nasıl dayansın bu zavallı hayvan?
Hoca yine düşünür; Yahu denemediğimiz hiçbir yol kalmadı. Ama her seferinde herkes hem de haklı çıkacağı bir sebeple bizi tenkit etti… Ne yapacağız peki baba? Bildiğimizden şaşmayacağız evlat…”
Hocanın hal ve davranışı bizim topluma tıpa tıp uyuyor.