Akılcılık/denge üzere olmak

Ahmet Sandal

İslam dini akıl dinidir. Sevgili Peygamber Efendimiz (asm) “aklı olmayanın dini yoktur” buyurmaktadır.

Din sorumluluk gerektirir ve sorumluluk ancak akıl sahipleri için geçerlidir. Akıl sahiplerinden hesap sorulur, ancak aklı olmayan bir deliden kim hesap sorabilir?

Aklını kullanan ve ona göre hareket eden, her daim mutlu ve huzurlu olur. Bunun tersini yapan, yani aklına değil de nefsine ve hevasına tabi olan, rezil ve rüsvay olur.

Nefisten gelen istekler ve nefsinin gösterdiği yol, tehlikelidir. Kısa süreli keyif verse de uzun sürede çile ve eziyet verir. Nefis o kadar kördür ve o kadar akılsızdır ki, bir anlık keyfi, birkaç saniyelik zevki için ömür boyu ya da yılla boyu sürecek bir cezayı dahi düşünmez ve ona göre hareket etmez. Nefsin istekleri ancak akıl dairesinde ve helal çerçevesinde makul görülür. Bunun dışında nefsin istekleri asla ve asla meşru değildir.

Biz buna akılcılık ve denge üzere olmak diyoruz. Elbette nefsin de hoşuna giden şeyler yerine getirilir. Ancak bunun sınırları vardır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır. “Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır. Nefsinin senin üzerinde hakkı vardır. Ailenin senin üzerinde hakkı vardır. Şu halde her hak sahibine hakkını ver!” Bu dört cümlede akılcılık ve denge vardır.

Aşağıdaki şu söz de sabrın sonunun selamet ve huzur olduğuna, haram ve yanlış şeylerin de sonunda acı ve elem olduğuna işaret eder.

“Çilelerin son bulmasında lezzet vardır. Haram lezzetlerin son bulmasında da elem vardır.”

Bunu bir misal ile şöyle açıklayalım: “Bir adam sana geldi. Şeytan gibi bir adam. Sana dedi ki, gel seninle bir seyahate çıkalım. Eğlenelim, yollarda gördüğümüz mola yerlerinde içelim, sarhoş olalım. Bak bu yerde sen sıkıldın ve çok da çalıştın. Senin de dinlenmeye ihtiyacın var. İşten de birkaç gün kaytar. Ne olacak sanki, biraz eğlendikten sonra, işine kaldığın yerden başlarsın. Sana işe niye gelmediğini soracaklara da, “hastaydım, evdeydim, işe gelemedim” dersin. Akla yüzde yüze ters bu öneri ve bu davet, belki hoşunuza gidebilir. Ancak, bu öneriyi yerine getirip de iş işten geçtikten sonra, “hüsran ve pişmanlıkla baş başa kalırsın.” Çalışman gereken günleri boşa geçirdin ve bir düşmana uyarak işte de sorun yaşadın ve hatta kovuldun. Şimdi o öneriyi yapan şeytan gibi adam da ortada yok. Kaybolup gitmiş. Sen sorunlarla boğuşurken belli ki o bir köşede seni izliyor ve senin perişan hâline kıs kıs gülüyor.

“Akıllı ol, kendini düşmanlarına güldürme!”

Hayatta en bahtiyar odur ki, bu Dünya’da dostlarını üzmemiş ve düşmanlarını da sevindirmemiş kişidir.

Akılcılık tefekkürün bir gereğidir. Mihverimiz tefekkür ve akılcılık olmalıdır.

Akıl var da tefekkür yoksa, bu senin için bir hata ve pişmanlık nedenidir. Aklını ortadan kaldırmadığın müddetçe sorumlusun. “Aklı olmayanın sorumluluğu da yoktur.”

Yazımızın en başında belirttik. Sevgili Peygamber Efendimiz, “aklı olmayanın dini de yoktur” diye buyurmaktadır.

Buradan çıkan sonuç elbette aklı olmayan dini yönden hiçbir mükellefiyete tabi değildir ve mesul de değildir. Buradan şöyle de bir sonuç çıkar. “Aklı olmayanın ahlakı da yoktur.”

Akıl iyiliği emreder, bu akıl samimiyeti emreder, akıl ihlâsı emreder. Akıl, ahlakı emreder.

Akıl ve ahlak arasındaki bağı da başka yazımızda açıklayacağız. İnşallah.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.