“Allah, bu kadının kocasına sabır versin…” dediğimi hatırlıyorum, korsan kongre yapmak üzere salona ulaşmak amacıyla polis bariyerlerine tırmanmaya çalıştığı sırada, kendisini, “Hadi karıcığım, evimize gidelim...” diye sakinleştirmeye çalışan eşini, dövercesine azarladığında…
1997’nin lanet olası 28 Şubat darbe sürecinde, dönemin ‘kudretli’ generalleri tarafından ‘yağlı kazığa oturtulmakla’ tehdit edildiğinde, kendisini ‘cesur siyasetçi’ sınıfına yazmıştık. O zaman, Refahyol Hükümetinin, DYP kontenjanından İçişleri Bakanı idi.
Yıllar yıllar sonra öğreniyoruz ki, o hükümetin darbeyle yıkıldığı süreçte, kendisi de boş durmamış; el altından iktidarın altını oyma faaliyetlerine küçümsenmeyecek katkılarda bulunmuş.
Sonrasında gezmediği parti kalmadı. Hatta AK Parti kurucusu olmak üzereyken, kimden hangi işareti aldıysa, kuruluş toplantısına giderken, aracını gerisin geriye döndürdüğü rivayet edildi.
Derken, postu MHP’ye serdi. Öyle ya, 28 Şubat çakallarının hedefi olduğu ‘imajıyla’, bir şekilde ‘Asena Meral’ sıfatı yakıştırılmıştı.
MHP’YE DARBE DENEMESİ
Lakin rahat durmadı MHP’de… Ülkücü Hareketin başına geçmek için, ‘Ocaktan-bucaktan Ülkücü olmak’ gerektiğini bir türlü idrak edemedi. Parti içindeki memnuniyetsizler ile Ülkücülüğü siyasî ikbale tahvil etme hevesindeki bazı siyaset esnafını da peşine takarak, MHP Genel Başkanı olmak istedi. Bunun için korsan kongre yapmaya kalkıştı. FETÖ’cü yargıçların hukuksuz ve korsan kararlarıyla, 15 Temmuz’un hemen arifesinde, bozkırın ortasında korsan bir kongre yapmayı denedi.
Neyse ki, FETÖ yargısının korsan kararı, basiretli Türk yargıçları tarafından bozulmuştu. Buna rağmen, hırsı dizgin tutmadı. Yargı kararını uygulamak üzere, kongre yapılacak yeri çembere alan polisin kurduğu bariyerleri aşmak için, 68’in devrimci ergenleri misali, o bariyerlere tırmanmaya çalıştı. İşte tam da o sırada, kendisini sakinleştirmeye çalışan eşini bir güzel haşladı.
Zaman, tam da 15 Temmuz 2016’da ABD ve Batının içimizdeki devşirmeleri FETÖ hainleri tarafından yapılan darbe-işgal girişiminin birkaç hafta öncesiydi. Kendisi, tuhaf bir şekilde, “Ben Temmuz’dan sonra Başbakan olacağım…” gibi laflar ediyordu. Temmuz’dan sonra bir seçim filan olmadığından, kimse bu laflara anlam veremiyordu.
Dahası, merhum Bülent Ecevit’ten başka hiçbir Türk siyasetçisi, sağda solda, “Ben Başbakan olacağım…” diye ünlememişti. Ki, Ecevit o lafı ettiğinde, henüz ortaokul sıralarında bir yeniyetmeydi. Meral Hanım ise 70’ine merdiven dayamıştı. Her neyse…
OLMAYAN MAKAMA TIRMANMAK
Kendisinin Başbakan olma hevesi hiç bitmedi. Hatta Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçildiği, dahası kendisi 2018’de Cumhurbaşkanı adayı bile olduğu halde, nedense 6+PKK’lı masada, Türkiye düşmanlarının emellerine alet olduğu sırada bile, “Ben Başbakan olacağım…” söylemini sürdürdü.
Hâlbuki artık ‘Başbakanlık’ diye bir makam yoktu. Yine de herkes, “Kendisi icranın tamamından yetkili şekilde Cumhurbaşkanı Yardımcısı olacak, Cumhurbaşkanı seçilen Masa erbabı da Beştepe Külliyesi’nde bostan korkuluğu gibi oturacak…” şeklinde tevilde bulunarak, en azından Meral Hanım’ın aklî melekelerini sorgulamaktan kaçındı.
Oysa azıcık idrak etmiş olsaydı… 2015 Haziran seçimlerinde AK Parti tek başına iktidar çoğunluğunu kaybettiğinde, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin, kendisine altın tepsi içinde sunulan Başbakanlık teklifini elinin tersiyle ittiğini… Böylelikle, PKK’yı Hükümete dolaylı yoldan ortak etmeye çalışan şeytanî aklın oyununu bozduğunu anlardı.
Bir şeyi daha anlaması umulurdu: Ülkücülük; şahsî ikbal için bir merdiven değil, gerektiğinde vatan-millet için her türlü fedakârlığı yapmaktır. Tabi bunu anlamak için, önce ‘Ülkücü’ olmak gerekirdi.
HER PARTİNİN UYUMSUZU
Siyasî hayatı zikzaklarla doluydu. Dizginleyemediği hırsı; bulunduğu konuma, yaşına ve kalıbına uymayacak hareketler yaptırıyordu kendisine. Otoyolda arabayla ilerleyen birkaç sarhoşun havaya sıktığı mermilerden biri gelip de partisinin İstanbul İl Başkanlığı binasının camını deldiğinde, bunun kendilerine dönük bir tehdit olduğu iddiasıyla yeri-göğü inletti. Yetinmedi, TBMM gibi saygın bir kurum çatısı altında, avuç avuç mermiyi kürsüden havalara savurup, çocukça hareketlerde bulundu.
Partisinin TBMM grup konuşmalarında veya sağda solda çıktığı kürsülerde, hep bir sinir kumkumasıyla, bağırdı-çağırdı. En basit mevzuları bile, sanki Kurtuluş Savaşı’nda Sultanahmet Mitingi yapıyormuşçasına abartarak dillendirdi.
Ve hep öfke kustu. Eminim ki, onun öfke nöbetleri geçirdiği kürsünün karşısında kendisini zoraki alkışlayan parti ileri gidenleri, muhatap oldukları öfke nöbetleri karşısında kuyruk sokumlarına kadar terlemişlerdir.
PKK’nın, altına gizlendiğini bile bile oturduğu 6’lı Masada epeyce itilip kakıldı, hırpalandı. O masanın, ‘Üst Akıl’ dediğimiz ABD ve saz arkadaşları tarafından, Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ı iktidardan indirmek ve Türkiye’yi kendileri için ‘Türk Lokumu’ haline getirmek ve dahi Kemal Kılıçdaroğlu’yu ‘düşkünlerin ortak adayı’ yapmak üzere kurulduğunu bal gibi biliyordu.
Buna rağmen rol kasmaya, kapris yapmaya devam etti. CHP’nin içine hem elini hem burnunu soktu. Kılıçdaroğlu’nun Almanya icazet turunu fırsat bilip, Ekrem İmamoğlu ile Saraçhane Tiyatrosunda başrol oynadı.
Masada karar anı gelince, Kılıçdaroğlu ve buçuklukların, kendisini diskalifiye etmek üzere anlaştıklarını gördü. Tabii hır çıkardı. Kılıçdaroğlu ve buçukluklar da kendisini masadan kovdu.
O gün esti-gürledi. ‘Noter Masası’ dedi. ‘Kumar Masası’ dedi. Bir daha o masada olmayacaklarını haykırdı. Lakin aradan 48 saat geçmeden, kafası gözü patlatılmış, kanatları yolunmuş ve süngüsü düşmüş vaziyette, süklüm püklüm ‘döndürüldü’ Noter-Kumar Masasına. Zira, o masayı kuran irade böyle istiyordu. Direnenin sonu merhum Deniz Baykal gibi de olabilirdi, Muharrem İnce gibi de…
31 Mart 2024 Yerel Seçimlerinde yaşadığı hezimet, onu bir kez daha ‘Genel Başkan adayı olmama’ kararına götürmüş.
Daha önce de bir istifa tiyatrosu oynamıştı. 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimlerinde, partisi yüzde 9.96 oy alırken, kendisi Cumhurbaşkanı adayı olarak yüzde 7.29’da kalmıştı.
Bu başarısızlık üzerine, olağanüstü genel kurul kararı almış ve başkanlığa aday olmayacağını açıklamıştı. Fakat 12 Ağustos 2018’deki olağanüstü kongrede, ‘partililerden gelen yoğun istek üzerine’ karar değiştirerek, yeniden Genel Başkan seçildi. Yani siyaseti, onurlu ve tadında bırakmayı beceremedi.
2023’te 6+PKK’lı Masadan kovulduğunda da dik durmasını beceremedi. Ki, görevi bırakmak için bu kadar irtifa kaybetmesi gerekmezdi.
31 Mart 2024 hezimeti, kendisini bir kez daha İyi Parti Genel Başkanlığını bırakma noktasına getirdi. Daha önceki zikzaklarından mülhem, bir kez daha karar değiştirip, “Eh, madem partili arkadaşlarım bu kadar ısrarlı, bari biraz daha Genel Başkanlığa katlanayım…” demesi, zayıf da olsa ihtimal dâhilinde.
Fakat bu defa, İP postuna oturma kavgası veren zevat da kolay kolay geri çekilmez. Tüm kredisini tüketen ve kendinden menkul karizmasını yerle bir eden Akşener’in, bu kez koltuğu koruması pek mümkün görünmüyor. 6+PKK’lı masaya süklüm-püklüm dönmesini bile kendisinin ‘siyasî dehasına’ hamleden yardımcısı bile, bu kez Genel Başkan adaylığını açıklamak için dakika kaybetmedi.
Meral Hanım!... Genel Başkanlığı ve siyaseti bırakmak için çok geç kaldınız. İrtifa ve onur kaybetmek için bunca zorlamaya gerek yoktu. Siz basiret gösterip, bırakılması gereken yerde bırakmazsanız, siyaset sizi işte böyle bırakıyor.
Şimdi, yaptıklarınızın Türkiye’ye ve Türk Milletine verdiği zararların muhasebesini yapıp, tövbe ve istiğfar etme zamanıdır. Gökkubbede nahoş bir seda bıraktınız.
Peki bundan sonra İyi Parti ne olur? Kimin başkanlığında yürürse yürüsün, siyasî ömrünü tamamlamıştır. MHP’yi bölmek ve Erdoğan’ı iktidardan indirmek için projelendirilmişti. MHP’yi biraz zayıflatmış olsa da amacına ulaşamadı.
Bir sonraki seçimlere girebilir mi? Girse de bir varlık gösterebilir mi? Hiç sanmıyorum. Yolun sonu görünüyor.