İki âşıklardan-Rus güzeli Şura Hanım Kazakistan’ın Karaganda Vilayetinde; öteki Bozkırın şanslı Kıpçağı Düsen, Türklerin ezeli toprağı sayılan Altay’ın Biysk kentinde dünyaya merhaba dediler. Daha sonra Karaganda şehrinde birlikte aynı okulda okudular. Her ikisi başarılıydı, yüksek puanla Karaganda Müzik Kolejine alındılar. Çok başarılıydılar, tek istekleri de başarılı olmaktı. Başarı neticedir derler. Doğru, ama yetenek olmadan başarıya ulaşamazsan. Çünkü başarı neticedir, bir amaç değildir, evet. Daha sonra her ikisi Müzik Kolejini üstün başarıyla bitirdiler. Gece uykusu dışında hep beraberlerdi; Okulda, Kolejde, orman derinliklerinde ve… Almatı Devlet Konservatuarına gitmeye de birlikte karar verdiler. Artık yetkin, dolgun, olgunlaşmış âşıklar evlenmeye karar verdiler. Düsen ve Şura Hanım altmış yedi yılında evlendiler, sıcacık yuva kurdular.
BOZKIRIN YENİLMEZ, CESUR EVLADI
Çok mutluydular, büyük arzuları, büyük hayalleri vardı. Bir-birlerine hayran değil, tek vücut -Leyla ile Mecnun gibi âşık olmuşlardı bir birlerine. İlk kızları oldu, adını Dana koydular. “Ben babamdan para almıyordum”, diyor Düsen Bey. “Yetmiş yılında ben Moskova Konservatuarına doktora öğrencisi kabul olundum, Şura ise Karaganda’da kaldı. Annemin yanında. Müzik Kolejinde ders veriyor, parayı bana gönderiyordu. Ben onu dünyalar kadar seviyordum, çünkü vücudumun yarısıydı. Onsuz yaşamıyordum, çünkü çocukluktan evlenene dek hep beraberdik. Can yarımdı, aşkım ve hayatımdı Şura benim için. İyilik yapma, vefa, sadakat, hoşgörüyü vücuduma enjekte etmiştir”.
"Torunların Sevdikleri Muhteşem Büyük Anne Şura Hanım Kaseinova".
Şura Hanım çok edebiyat okuyordu. Genelde dünya yazarlarının kitapları masasında eksik olmazdı. Deneyimli, çağdaş görüşlüydü. Güler yüzlü, sevinç dolu insandı. Hayatında kimseye kötülük yapmadı, hep iyi niyet elçisi olarak insanlar arasında bütünlüğü saklamaya özen gösteriyordu. O olan ortamda kahkahalar, gülüş sesleri yükseliyordu. Tek başına kalabalığı yönetiyordu-güzel deyimleriyle, edebi konuşmalarıyla her kesin sevinç odağıydı. Hem ailede, hem de çevresinde.
Yetmiş iki yılı Aralık ayında ikinci kızları oldu, adını Dinara koydular. Artık aile büyümüş, pervazlanmışdı hayalleri. Tiyatroya, Konserlere gidiyorlardı. Kızlarının geleceği için planları vardı: okuyacaklar, meslek sahibi olacaklar. Tam bu sırada Meksika devletinden davet aldılar: Düsen Bey Meksika Cumhurbaşkanı Lopes Portilyo’nun denetiminde yaratılan Senfoni Orkestrasına Kemancı olarak davet olundu. Şura Hanım ise Meksika Milli Bale Akademisine piyanist olarak davet aldı. Büyük kızları Dana’yı yanlarına aldılar, küçük Dinara’yı Karaganda’da akrabalarına bıraktılar. İlk defa uzun yurt dışı görevlerine yola düştüler. Macera dolu hatıralarla tek vücut olan aşk tutkunları dopdolu hayat yaşamaya yurt dışında da devam ettiler. Yurt dışı görevleri bitti ve Almatı’ya geri döndüler, yavrularını yanına aldılar. Ailenin torunları doksan üç yılında oldu ve aileyi yeniden sevince boğdu. Böylece, mutluluk dolu yaşam-Şura Hanımın hayat felsefesiydi.
SEVİNÇ DOLU YAŞAM HAYAT FELSEFESİYDİ
İki bin sekiz yılında Şura Hanımı tanımak fırsatını buldum. Ailece birlikte oluyorduk ve Şura Hanım tüm dikkatlerini üzerine çekiyordu. Fevkalade donanımlı, tecrübeli ve olgun müzisyendi. Torunlarına da müzik eğitimini veriyordu. Tüm aileyi tek avuçta tutuyordu; vefalı eş, titiz ve sevimli anne, olağanüstü büyük anneydi. Her ortamda, her etkinlikte insanlar tarafında sevilen insandı: Ruhunda Mevlana’nın temel felsefi kuralını taşıyordu: sevgi, saygı ve hoşgörü paylıyordu insanlara, insanlığa. Sanki Tanrının barış elçisiydi.
Başarı nedir sorusunu Şura Hanım net cevaplıyordu: “Başarıya inanırsanız, o sizi alıp götürecektir yükseklere, güçlendirecek sizleri. Ama başarının da sırları vardır, diyordu: “Bilmek, istemek, cüret etmek ve susmak”. Bu sözler Axel Munthe’ye aittir, fakat Şura Hanımın dilinden düşmezdi bu hikmetli kelamlar.
Aileyi avucunda taşıyordu dedim. Evet, aile için gelenek haline gelmiştir-her yaz, tüm aile bir araya toplanır, tatil yaparlardı. Artık altı torunu vardı. “Bir de Düsen vardır”, şakayla ekliyordu buluştuğumuzda. Ünlü düşünür Conficius şöyle der: “En büyük başarı, hiç düşmemek değil her düşüş sonunda kalkıp yola devam edebilmektir”. Ailede, bir başka ortamda, birlikte buluştuğumuz anlarda dikkat ediyordum: bu insanda ne kadar hoşgörü ruhu, insanlara sevgi dolu yaklaşımı, sıcaklı mevcuttur; ona hayran kalıyordum. Ayrıca Düsen Bey de onun yavrusu gibiydi; yemeğine, giyimine, sağlığına dikkat ediyordu aralıksız. Her iki âşıkların sevgi dolu yaşamları her gün artıyordu, başkalarına örnek oluyordu. Olduğu ortamda her kes tarafından seviliyordu. Bir insanın elinden geldiği kadar insan olması muhteşem bir şeydir. Bana göre insan, düşünmek, inanmak ve sevmek için dünyaya gelmiştir. Bütün bu özellikler Şura Hanımın yaşam tarzıydı; seviyordu Düseni, “O ilk ve ebedi aşkımdı, onsuz yaşayamam”, diyordu. Ayrıca insanları da, seviyordu torunlarını, tüm torunu olanları da seviyordu.
TANRI İYİLERİ ALIP CENNET BAHÇESİNE GÖTÜRÜYOR
Coşku dolu, sevgi dolu, gülüşü sağlam ve yürektendi Şura Hanımın. Onu tanıyan her kes ona olan ihtiram ve sevgisini paylıyordu çevresindekilere. Hakiki, gerçek, şeffaf çeşme suyu kadar saf ve temiz kalbi ve ruhu vardı. Tanrı kendisini insanlara ve insanlığa sevgi, hoşgörü paylamak için yaratmıştı. Kötü huylulara da sevgiyle, saygıyla yaklaşıyordu ve her kesimden insanlar tarafından seviliyordu. O masum ve sevgi paylayan bakışlarında “hakiki insan olma” ruhunu paylıyordu etrafa. Tüm aile bireyleri de onun ışığında, ufkunda yürüyordu hayatın mucize dolu maceralarına.
Her yıl iki torunu Amerika’dan, kalan dört torunu ise Almatı’dan pervazlanarak büyük keyif ve coşkuyla koşuyorlardı Ankara’ya, büyük annelerine. Yanına alıyordu yavrularını ya orman kıyılarına, ya su dolu havuzlara, ya Silifke kıyılarına tatile götürüyordu sevimli torunlarını. Sıkı-sıkı avucunda tutuyordu tüm aile bireylerini. Bazen kendisi de koşuluyordu dünya kadınları toplantılarına, yurt dışına. Fakat kalbi torunları için titriyordu, buna göre son yıllarda sımsıkı torunlarına bıraktı kendini. Ve…
Alanya kıyılarında mütevazı evlerinde yine torunlarıyla tatildeydi.
Yanlarına aldı onları, suya indiler. Ne olduysa aniden fenalaştı, sudan çıkamadı. Peşine koştular, yardım çağrıldı… Doktor bulunamıyordu Ak Denizin kıyılarında… Geç kaldılar, nefesi tıkanmıştı ve dünya insanı Şura Hanım son nefes aldığında “torunlarıma iyi bakın”, diyebildi… Gözlerini ebediyen yumdu…
Kalmış olsaydı evli olduklarının 50. Yılını bu yıl kutlayacaklardı. Almatı’da bir tepenin koynunda ona yakışacak abide yükselmiştir.
Bir zaman eğitim aldıkları Kurmangazı adına Almatı Devlet Milli Konservatuarı öncülüğünde Büyük sahnede Şura Hanımın anısına muhteşem Konser yapılıyor. Konserde ilk defa torunları Büyük Annenin anısına özel konser programıyla çıkış edecekler. Şura Hanımım ölmez ruhuna hitap edecekler, onu mutlu edecekler. Sevenleri, Dünya Kadınları Örgütü Üyeleri, Kazakistan, Azerbaycan, Türkiye’nin, ayrıca dünya sanat camiası ve müzisyenleri, sanat sevenler Konserin şeref misafirleridir.
Alanya’dan ulvi bir Çiçek Tanrının Cennet Bahçesine uçtu… Fakat erken uçtu… Saf, temiz ruhuyla, az rastlanan olağanüstü üstün insani özellikleriyle dünyasını değişti…
Allah Rahmet etsin!
Nur içinde yatsın.
Âmin!