Ziya Paşa’nın güzel bir sözü vardır: “Verirler dünyaya nizamat, bin bir teseyyib vardır hanelerinde.” Kendi düzensizliklerini ayıplarını kusurlarını göremezler ama dünyaya nizam vermeye çalışırlar… Yani halkın tabiriyle” Kendi gözündeki hezeni göremez başkalarını gözündeki çöpü sorar”. Aleme nizam verme ideali neslimizin en aşikar özelliğidir. Göktürkler döneminden Atilla’dan, Cengiz Han’a, Fatih’e. Timur’dan Yavuz Sulatan Selim’e hatta Kanuni Sultan Süleyman’a ve nihayet Mustafa Kemal Atatürk’e kadar dünyaya nizam vermiş büyük insanlar geçidi adeta tarihimizin kahramanlar geçidi gibi. Ama bunların ideallerini asla okutmazlar tarih kitaplarında. Çünkü tarihe yalan söyleterek nesli düşmanın ağzıyla okur, düşmanın gözüyle bakar, düşmanların kulağıyla iştir. Gerçek tarihi kimler yazmış demeye gereke yok. “Yalan söyleyen tarih utansın” deyip utanmazca iftiralar yalanlar söyleyenlerin yazdıkları değil elbette. Ne Atilla atlarının nal sesleriyle Roma’yı inletirken bir dünyalık peşindeydi ne de Cengiz han. Burnu havalarda sömürgeci batıyı işte o kişneyen atların nal sesleriyle çiğnedik. İşte ancak o zaman korku akıllarına gelen, dünyada kendilerinden de büyüklerin olduğunu fark eden batı, “Tanrının kırbacı” demek ihtiyacı duydu. Bundan sonra beşikteki çocuğuna dahi “Türkler geliyor sesini kes, sus” diye korku salarak avuttular.
Yakın zamanda devletimize ve elbette içinde bulunduğumuz coğrafyaya nizamat vermek isteyenlerin kurduğu BOP ile alakalanan kazanacağını zanneden zavallılar ancak ham hayalin peşinden koştuğunu anlamış olabilirler. İşte dünyanın özellikle İslam coğrafyasının perişan halinin bu ham hayal peşindeki karnı ateşle dolu zavallıların yaptıkları yıkım ve can yakan hali…
Ziya Paşa’nın söylediği gibi kendi evindeki ayıpları kusurları göremeyenler başkalarının evine coğrafyasına vatanına nizamat vermeye çalışmaktadırlar. Bu gün bir Atilla, Yavuz Türk devletinin başında olsaydı ne o peşinden koştuğumuz batı BOP haliyle coğrafyamızı karıştırabilir, ne de coğrafyamız yıkıntılar arasından sağ çıkan kanlar içindeki çocuğun feryadına şahit olurdu. Şayet bu gün bir Türk “cihan hakimiyeti mefkuresi” ile yola çıkan bir Türk başta olsaydı Felluce’deki Sünni kadın kendi neslinden dönek Arap’ın batılı haydutlarla bir olup namusunu kirlettikleri için ellerini açıp yalvarmazdı.
Şayet o tarihe yön veren şekil veren adamlar yani Türk olanlar bir devlet sahibi olsalardı bırakınız bölgemizi dünyada kötülük kalmazdı. Elbette bu “Türk diye bir millet yok” diyen kanı bozukların böyle bir dönemde hayat bulmaları da imkansız olacaktı. “Ben Türk değilim” diyecek bir aslı meçhul çıkmayacaktı. Bu korkuyla değil adaletle, dünyaya nizamat verme idealindeki idealistlerle olacaktı. Yedi yüzyıl bir imparatorluk yaşatan bu millet gerçek nizamı getirecekti. “İyi insanlar iyi atlara binip gittiler” misali iyiler kalmadı çakmalarla da ancak bu kadar olabiliyor. Dün “nizam-ı alem “peşinde koşanların perişanlığı da ayrı bir konu. Her şey bana göre, her şey benim için, her şey benim çıkarıma uygun olmalı ahlakı ne kadar kötü bir anlayış. Demek herkesin nizam vereceği alem de anlayış da başkaymış. Kimse kimseyi beğenmez, kimse kimsenin hakkını hukukunu gözetmez, kimse kimseden helallik dilemez. İşte bunun sonu başkalarını ayakları altında ezilmek, perişan olmak paçavraya çevrilmek olmuştur. Herkes önce kendine nizam vermeli sonra dünyayı konuşmalı. Düzensizlerden düzenleme beklenmez. Olsa da o düzensizlik olur.
Yeni bir Türk asrı geliyor. Yine yediyüz yıl nizamat vermek üzere geliyor. Elbette BOPçu popçu topçu hophopçu dingillerle değil. Bu gün akıl aldığımız izin aldığımız çağdaş çarın ülkesi de bu yenilikten en fazla pay alacak olan yer olma durumundadır.