ÖYKÜ
Ali Ağa abdestinde namazında esnaftan biriydi. Sabah erkenden yataktan kalkar, Camide namaz kılmanın daha hayırlı, sevabının daha çok olacağı düşüncesiyle yazlı kışlı camiye doğru koştururken çoğu zaman ceketini paltosunu yolda giyinir, caminin ulvi havasında kasvetli akan şadırvan çeşmesinin incecik suyundan aldığı abdestle namaza yetişirdi...
Bir gün öncesinin akşamından Ali Ağa yöreye özgü yemeklerden çok yemiş, karısının:
"Herif, fazla yedin ırahatsız olun, uyuyaman sona" diye uyarıları karşısında;
"Ulan avrat niye gözün daralıyo, bu gidişle sen bana gazancımı da yidirmiyeceğen ellam" diye çıkışıp, karısı Emine'yi azarlamıştı...
O akşam yemekten sonra çat kapı komşular misafirliğe gelmiş, hevenkten yaz üzümleri, kış odasından elmalar, ayvalar, evin çatısında samanlar üstüne yatırılarak tazeliği korunmuş kavunlar getirilip kesilip dilinerek siniye yerleştirilmiş, aralarına da ceviz içleri, iğdeler serpiştirilmişti. Odanın çıplak ampûlünün sarı ışığı kalaylı sininin üstüde menevişler çizerken mis gibi elma, ayva, kavun iğde kokuları odayı doldurmaktaydı...Uzayan sohbetle birlikte ikramlar da sürmüş, çay daha sonra kahveyle vakit gece yarısını bulduğunda misafirler evlerine giderlerken dışarının soğuğu da açılan kapıdan aç bir köpek gibi sesler çıkarıp hırlayarak arsızca içeriyi dolduruyordu...
Ali Ağa'yı gece bir türlü uyku tutmadı. Sağa dönüyor olmuyor, sola dönüyor olmuyor, sırt üstü yatıyor gene olmuyor bir türlü uyuyamıyordu. Bir kaç defa dışarının ayazında elinde ibrik omuzunda ceketiyle bahçede bulunan tuvalete ayak yoluna gitti geldi. Her gidiş gelişinde de karısı Emineyle tartışıyor, Emine:
"Ulan herif, gendin uyumadın ya, beni de uykuya durağa hasret ettin, ben sana, *SAMAN ELİNSE SAMANLIK TA MI ELİN* az ye çatlayacaksın, töhmelersin, uyuyamazsın!" dedikçe;
"Sus, geber yat! bana bir şey olmaz, ben bir yolunu bulur, ırahata ererim, bilmiyon mu bu benim ilk ırahatsızlığım olmuyor. Her seferinde nasıl bir yolunu bulup işin içinden sıyrıldıysam gene sıyrılır sabahı ederim" diye söylenerek yatağa girdi...
Komşunun çapar horozu, "Ü, ürüüüü" diye öttüğünde üstüne Enkebit çökmüş, içerinin havası ağırlaşmıştı, ter içinde uyandı!
Aceleyle giyindi, ceketini omuzuna aldı, çoraplarını ceketinin cebine soktu. Abdestini sular soğuk da olsa yılların alışkanlığı ile caminin şadırvan çeşmesinde alacağından çorabını da orada giyecekti...
Abdestini alıp, elini yüzünü sonra da ıslak ayaklarını cebinden çıkardığı epeyce büyüklükteki yağlık'ıyla sildi, çoraplarını silkeledi sıcak çoraplarından çıkan tozlar sonbahar ayının nemli havasında asılı kalırken çoraplarını giyip, camiye girdi...
Ucu ucuna namaza yetişti, camidekiler hep aşina olduğu tanıdığı kişilerdi. Sıraya geçip hocanın tekmilini beklerken hızlı hareketlerinden olacak barsaklarındaki gazlar harekete geçmiş, karnının içinde dolaşıyor, karnının derisini zorluyor, karnının derisi geriliyordu...Bir kaç kez ağzına kadar gelmiş gazları "tıss, tıss" sesleriyle ağzından çıkardı, namaz başladı. Kendini namaza veremiyor, hayırlısı ile kazasız belasız namazı nasıl bitireceğini düşünüyor, namazda alışkanlık üzerine hareket ediyordu...
Birinci farzın iki rekatını da kazasız belasız kıldı. "Hayırlısıyla farzı bitirebilseydim sünneti kılmadan buradan çıkardım" diye düşündü... İkinci farzın ikinci rekatına kadar geldi, kendini daha fazla sıkamıyor, sıkışan iç organları dış organlarını tetiklerken eğilip bükülmesi, acayip haller alıyor, rahatsızlığı açıkça belli oluyor, sağdan soldan göz altından gülüşmelere neden oluyordu..
Kendini ne kadar sıkarsa sıksın organlarına ses geçiremiyor, organları beyninin gönderdiği direktifleri dinlemiyor, beyninin istemleri dışında hareket ediyordu...Son bir defa daha kendini sıktı rükûya eğildi;
"GÜM!"
Kendini dışarı attığında çevresinde bulunan gençler de gülmekten namazı bozup dışarı çıktılar...Bir yandan gülüyorlar, bir yandan da Ali Ağa'yı kızdırmak için:
"Ali Ağa güm! Ali Ağa güm! diye bağırıyorlardı...
Ali Ağa bir kaç gün dışarı çıkamadı...Dışarı çıktığında olayı tüm şehir neredeyse tüm ülke duymuştu. Tanıyanlar tanımayanlara göstererek gülüyorlar gülüyorlar; "Ali Ağa güm, Ali Ağa güm!" diye bağırarak kaçışırlarken, Ali Ağa, yere eğiliiyor sağdan soldan taş, sopa ne bulursa:
"Ulan, ben sizin ananızı avradınızı! diyerek kendisiyle alay edenlere fırlatıyor, kafa göz yarılırken esnafın camı çerçevesi de aşağı iniyordu!
Bu olay, Ali Ağayı çok yıpratmış ruhen, bedenen çökertmiş hasta etmişti...Ali Ağa'nın bu ruh bozukluğu aile içinde de kopmalara neden oluyor, aile çevresi içinden bazı bireyler bile tek tek dağılırken yanında gibi görünenler de ya korkularından, ya körü körüne Ali Ağaya bağlılıklarından, ya da çıkarlarından halâ yanındaymış gibi görünüyorlardı...
Şehri terk etmeye, kaçıp gitmeye, kendisini kimsenin tanımayacağı "Ali Ağa Güm!" diyemeyeceği yerlere, diyarlara gitmeye karar verdi. Sanki bu, Ali Ağa güm alay sözü, vücuduna, elbiselerine tüm organlarına yapışmış gibiydi...
Defalarca karısı Emine'ye su ısıttırdı, hamamlık'a oturdu, ayaklarının altına kiremit alarak kiremitlerin erimesini bekleyerek su dökündü. Baş kiliyle başını yıkatıp, pazardan aldırttığı sırt kiliyle bastırtarak sırtını sürdürttü. Emine kesyi bastırdıkça beynine bedenine, derisinin altına kadar işlemiş olan bu düşüncenin kirle beraber dışarı çıkıp eriyeceğini düşünüyordu... Emine'ye "Bastır bastır, iyice bastır, haa şöyle, ooh ooh bastır diyor, biraz rahatlamış gibi görünse de ne ayaklarının altına aldığı kiremitler eriyor, ne de bu:
*Ali Ağa güm!* alay sözü bir türlü aklından çıkıyordu...
Bir akşam üstü çağırdığı kamyona eşyalarını yükleyip kendisini tanıyanların olmayacağını düşündüğü şehre, verdiği adrese gönderirken, hanımı Emineyi'de yanına alarak eşyalarını gönderdiği şehre giden otobüste ayıttığı koltuğa oturdu...
Otobüs hareket ettiğinde koltuğuna iyice yerleşirken, çok şükür bunu da atlatacağız, gittiğim yerde kimse beni tanıyıp alay edemeyecek: "Ali Ağa Güm!" diyemeyecek diye düşünerek uykuya daldı...
Sabaha karşı ülkenin en büyük şehrinin terminaline gelmişlerdi. Otobüs, kendine ayrılan yere müşterilerini indirmek için yanaştı...Ön kapıyı açan terminal görevlisi:
"Hoş geldiniz, ...firmasının sayın yolcuları, umarım firmamızla iyi bir yolculuk yapmışsınızdır" diyerek konuşmasını tamamladıktan sonra; Ali Ağa'nın oturduğu koltuğa baktı, Ali Ağa ile göz göze geldiler:
"ALİ AĞA GÜM!, ALİ AĞA GÜM!" diye bağırarak kaçtı...
Ali Ağa'nın otobüse bindiğini gören otobüs çalışanları, otobüs hareket ettikten sonra varacağı şehrin terminaline telefon edip, meseleyi anlatmışlar.....plakalı otobüsümüz sizin terminale yanaştığında kapıyı açıp:
"ALİ AĞA GÜM! ALİ AĞA GÜM! DİYE BAĞIRARAK KAÇIN" demişlerdi...
Not: Öykümde hakaret kastı güdülmemiştir...
Saygılarımla...