Ali Babacan’ın yaklaşımı üzerinden yeni partinin işaretleri

Faruk Keleştimur

Adalet, refah seviyesi, insan hakları, ekonomik büyüme ve kalkınma bir memleket için muhakkak en elzem meseleler ve bir siyasi yapı için en kıymetli kavramlar ve hedeflerdir.

Ancak bu ideallerin icrası kadar önemli olan bir husus da bunların hangi zeminde yükseleceği ve hangi manevi temeller üzerinde kurulacağıdır.

Babacan’ın geçtiğimiz günlerde bir televizyon programında ortaya koyduğu genel çerçeve bu husus bakımından Türk milliyetçilerinde ciddi tereddütler hâsıl edecek düzeyde bir muğlâklık içermekteydi.

Başbuğ Alpaslan Türkeş’in maddi kalkınmanın manevi temellerine ilişkin şu yaklaşımını hatırlayalım: “Kalkınmamızın manevî temellerine dokunmak isterim. Kalkınmanın manevî temelleri Milliyetçilik, iman ve ahlâktır. Türklük gurur ve şuuru ile İslâm ahlâk ve faziletine, oy toplama endişesi ve siyaset riyakârlığının üstünde kalarak samimiyetle bağlıyız. Türklük gurur ve şuuru ile İslâm ahlâk ve fazileti, Milletimizi meydana getiren manevî unsurların tam bir ahenk içinde birleşmesidir. Maddî kalkınmamız ancak böyle yüce bir temel üzerinde yükselirse bir mana ifade eder.”

Yargı bağımsızlığının en iyi noktada olduğu bir ülkede yaşamak istiyoruz diye bu anlamda dünyada en ideal ülkeler arasında zikredilen İngiltere’nin ya da ABD’nin himayesinde bir ömür sürmek ister miyiz? Ekonomik refah seviyesi dillere destan Suudi Devleti’ne tâbi bir vatandaş olmak ister miyiz?

Hayır. Biz “Türklük ve İslamiyet” kimliğinin bayraklaştığı bir coğrafyada bağımsız bir yargıyı, güçlü bir ekonomiyi, müreffeh bir yaşam seviyesini arzuluyoruz. Kimliksiz, kişiliksiz, seciyesiz, milliyetsiz bir kalkınma hamlesinin bizi nasıl bir neticeye ulaştıracağını öngörebilir miyiz?

Bu bakımdan Babacan’ın teknokrat yaklaşımının teknik boyutu dışındaki zemini ve motivasyon kaynağına ilişkin ipuçları oldukça tereddüt vericiydi. Uzunca bir konuşmanın seyrinde Türk ve İslam kimliğine yönelik hiçbir vurgu yapmaması, güvenlik politikalarına ve etnik meselelere ilişkin soyut değerlendirmelerinde ‘mozaik’çi söylemleri andıran imalarda bulunması bu tereddüdü haklı çıkaracak nitelikteydi.

Yine insan ve devlet, birey ve millet, fert ve cemiyet kavramlarına olan bakışımıza ilişkin de bir arızî yaklaşım gözlemledik. Bunu Babacan’ın “insan” kavramını vurgulayışında hissetmek mümkün. Türk milletinin “insanı yaşat ki devlet yaşasın” sözünde vücut bulan perspektifinde insana yüklenen anlam devletin ve milletin önüne geçemez. Babacan’daki “insan” vurgusu Türk-İslam medeniyetinin çağrışımlarını değil batı hümanizmini çağrıştıran bir boyuttaydı. Hümanistlerin insana yüklediği anlam ve insan sevgisini algılayış biçimleri onlarda milli değerleri,  milli menfaatleri anlamsızlaştıracak düzeydedir.

Oysa Türk milliyetçileri milli menfaatlerin bireysel çıkarlardan üstün olduğunu savunan ve bununla birlikte insanı yaşatmanın amacını devletin bekasına bağlayacak düzeyde bir insan/millet/devlet denklemi kurabilme kabiliyetine sahiptir. Bu elbette insan’ı değersizleştiren bir yaklaşım değil aksine insanı salt ruh, et ve kemik bütünü olmaktan çıkaran daha anlamlı bir algılayış biçimidir.

Bu anlamda genel olarak ülkemizin teknik sorunlarına olan hâkimiyet ve çözüm perspektifi bizim için kıymetli olmakla beraber bunların ele alınış biçimindeki manevi temeller ile motivasyon kaynağı daha önemli ve kıymetlidir.

Babacan’da ilk hususa yönelik güçlü vurgular gözlemlemekle birlikte ikinci hususa yönelik çok ciddi riskler ve tereddütler taşımaktayım. Arka planında ciddi bir sermaye gücü hissedilen bu yapılanmanın ülkemizdeki teknik sorunlara getireceği can alıcı yaklaşımların büyüsüyle kitleleri etkileyip akabinde yine bir neo-liberal atmosferi egemen kılmaya çalışacağı kanaatindeyim. Bu planın karşısında olmak gerekiyor.

Bu memleketin kalkınma hamlelerini milliyetçilik motivasyonuyla ele almadığımız sürece, etnik gündemlere beynelmilelci yaklaşımlarla baktığımız sürece geleceğin büyük Türkiye’sini inşa etmek mümkün olmadığı gibi böyle bir büyüklüğün de kıymeti olmayacaktır. Dündar Taşer’in büyük Türkiye’sini hatırlayalım: “Türkiye, yol ağzındadır. Dünya dengesine uygun olarak milli rotasına oturabilirse, milli kültürünü yeniden canlandırıp onun üstün ölçülerini temel alarak çağımızın tekniği ve ilmiyle ağır sanayini kurarsa, eski büyük kudretine kavuşabilir. Bütün çalışmalarımız bunu gerçekleştirmek içindir.”

Evet… Bizim teknik meselelere olan yaklaşımımızı diğerlerinden ayıran husus bu motivasyon kaynağıdır. Bu motivasyon kaynağına sahip olmayan hiçbir kalkınma hamlesine dair iddiaları, içinde barındırdığı sihirli cümlelerin sinerjisiyle meşru göremeyiz. Bir Türk milliyetçisi olarak en Babacan vakasına dair huzursuzluğumun en büyük kaynağı budur.

Başbuğ Alpaslan Türkeş’in şu sözleriyle noktalıyorum: “Milliyetsiz bir yükselmenin, ahlâksız bir kalkınmanın hem imkânı yoktur, imkânı olacağı söylense bile kıymeti yoktur…”

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.