Altmışlı, yetmişli yıllardı
Biz çocuktuk. Şimdi büyüdük abi, amca, dede olduk. Bizim çocukluğumuzda görsel yoktu daha sonra tanıştık televizyonla.
Beyaz yakalı siyah önlüğümüz vardı. Bir sınıfta beş sınıf bir arada okurduk.
Cumartesi günleri istiklal marşı okunur ay yıldızlı bayrak direğe çekilir tatilin sevincini yaşardık.
Daha sonra Kırşehir’e geldik ve sabahçı olduk, öğlenci olduk okumayı, yazmayı, güzel konuşmayı öğretmenlerimizde öğrendik.
Öğretmeler öğreticiydi. Her konuda bizlere öğreticilik yaptılar. Birçok öğrenci anne ve basasından sonra öğretmenini örnek alırdı.
Biz o zaman sokakların, mahallerin ortasında, bağların, bahçelerin, çayırların çocuklarıydık.
Çok lüks parklarımız, spor sahalarımız, top koşturduğumuz suni sahalarımız yoktu. Sokak lambaların altında oynardık.
Mahallelerin harman yerleri bizim top koşturduğumuz, oynadığımız, yorulduğumuzda mahallenin çeşmesinde kana kana su içer Hırla gölünde suya çimerdik.
Hayat lüks oldu teknoloji çocukları ve bizleri kendinse bağımlı kıldı. Eskide biz oyun kurardık, bugün bilgisayarlar oyun kuruyor.
Mahallemizde herkesin topu yoktu. Bayram gelse de haçlıklarımızla ortak bir beşin top alsak derdik. Ama bir top ile herkes oynardı.
Sonra sokak oyunlarımız vardı. Saklambaç, kovalamaca, sek sek, birdirbir, yerden yüksek, körebe, istop, çelik, çomak, top dönderirdik, tornete binerdik, çember çevirdik.
Birliktik. Bir mahallenin çocukları birbirimizi tanırdık. Aşağı mahalle, yukarı mahalle kavramı vardı. Oralardan da arkadaşlarımız olurdu.
Arada kapışırdık. Kavgamız, ağız dalaşımız çabuk geçerdi, kin gütmezdik.
Şimdiye göre çoğu şey yoktu. Acıktığımızda en yakın komşuya teyzelere musallat olurduk. Komşu ninenin, annenin, ablanın ekmek üzerine sürdüğü yağ ve salça tadı bambaşkaydı.
Hele Tereyağlı yumurta pişirildi mi tadı bir başka olurdu. Bakkal amcalar vardı, somun içerisine çemen yanında bir gazoz varsa demeyin gitsin.
Parası olan alırdı. Olmayanlarda bakardı. Ancak kimse aç kalmazdı. Aramızda bölüşme vardı. Eşit pay eder tadardık.
Birbirimizin yediğini yer bulaşıcıymış sümüklüymüş, öksürüyormuş hasta olmazdık. Pazartesi günleri okulda kaçardık, pazarda testiyle su satardık.
O vakitler kâğıt bardak kavramı yoktu hacı tası olurdu onula isteyene ikram ederdik. Aynı tasta herkes içerdi lakin yine de hastalanan duymazdık.
El arabasıyla pazar yükü taşırdık aldığımız parayla hafta sonu sinemaya giderdik. Mahalle aralarına bırakılmış her şey oyun için yer olurdu.
Yağmur yağınca kapalı yerlerimiz olurdu oraya toplanır oyunlar kurardık. Dahası çukur açar misket oynardık.
Kış günleri karın yağışını soba başında sıcacık evden dışarıyı izlemekle geçirirdik.
Kar durduğunda yine sokaklara koşar kartopu oynar kardan adam yapardık, kömürden göz, havuçtan burun, başına eski kasket koyardık.
Neredeyse her evin bahçesinde dut ağacı olurdu onun gölgesinde ayın ışığı altında muhabbetler olurdu.
Havlumuzun işçinde su kuyularımız vardı, tulumbamız olurdu suyu oradan çekerdik.
Her şeyi mevsiminde dalından yerdik. Komşuların duduna koşar kırmızı dut ağacı üzerinde mahvolmuş şort ve tişörtümüz lekelenir evde dayak hazırdı.
Her komşunun bahçesinde Ceviz, Ayva, Dut, Erik, Armut, Kiraz, Vişne, Elma ağacı ve Üzüm bağı ve asması her bahçede olurdu.
Bunları mevsiminde dalından yiyerek büyüdük. Sokak hayvanlarıyla dosttuk. Her evin avlusunda köpek evin içinde sobanın dibinde uyuyan kedisi olurdu.
Köpekleriyle çok haşir neşir olana köpekçi, güvercinlerle olana kuşçu, tavuklarıyla uğraşanlara tavukçu, horozlarıyla uğraşana horozcu, kekliklerle uğraşanlara keklikçi derlerdi.
O günler güzeldi. Altmışlı, yetmişli yıllarda biz çocuktuk. Mahallede yaşımıza uygun arkadaşlıklarımız olurdu.
Bizler bilgisayarlarda, televizyonlarda sosyal medya üzerinde sahte görüntülerde değil sokaklarda yaşayarak oynayarak hayatı öğrendik.
Sokakların son nesli sokaklar da oynayan son çocuklardık belki bizler.
Bugün sokaklarda çocuk gören var mı? Çocukların cıvıltısını duyan var mı? Oyunda oynaşta koşan çocuklarınız, torunlarınız var mı?
3 Mayıs 2023 tarihli www.anadolugazete.com.tr’den alınmıştır.