“Niyet hayır, akıbet hayır” der işe başlarız. Çünkü her şey niyetle başladığı gibi, her amelin hayırlı olabilmesi de iyi niyetle söz konusudur. Niyet, nice mubah davranışları bile ibadete çevirirken nice ibadetleri de yok hükmüne getirebilir.
Her şeyde olduğu gibi, ibadetlerde de niyet, samimiyet ve ihlâs yegâne kriterdir. Bu kriterler kalbin amelidir. Yani Allah, insanın kalbine ve niyetine bakıp ona göre değerlendirir. Niyetlerin yönü farklı tarafa çevrili, samimiyetlerde problem var ise amellin insana faydası dokunmaz.
Peygamber efendimiz buyuruyorlar ki:
“Dikkat edin! İnsanın bünyesinde bir et parçası vardır. Eğer o salah bulursa bütün ceset salah bulur; eğer o bozulursa bütün ceset bozulur. Dikkat edin o, kalptir.” (Buhari)
Nice az amel edenler vardır ki niyetlerinde samimi olduklarından kazanmışlar, nice çok amel edenler de vardır ki niyetlerinde ki bozukluk nedeniyle kayıp etmişlerdir. Burada önemli olan sadece niyet değil, o niyetin gereğini de yerine getirmek için iradenin hakkını vermektir. Düşünün bir! İnsan fakir fukaraya yardım etmeye niyet etmiş olsa, bunun için hiçbir girişimde bulunmasa bu iyi niyetin faydasını görebilir mi? Aslında bu niyet eyleme dönüşmemiş, samimiyetten uzak bir niyettir. Elimizden geleni yaptıktan sonra o şeyi gerçekleştirememiş olsak bile sırf niyetimizde ki samimiyetimiz nedeniyle mükâfata nail oluruz. Peygamberimiz buyuruyor ki:
“İyi bir iş yapmaya niyet edip de, yapamayana, tam bir iyilik yapmış gibi sevap verilir. Niyet edip yaparsa, on mislinden 700 misline, hatta daha fazla sevaba kavuşur. Kötü bir işe niyet edip, de, yapmayana, yapılmış tam bir iyilik sevabı verilir, niyet edip de yapana ise sadece bir günah yazılır.”(Buhari)
Peki, niyetlerimizin sırf Allah için olduğunu nasıl belirleyeceğiz? Allah’ın her emrine aynı hassasiyeti göstererek tabi ki... Diyelim ki bir insan kurban kesmeye ya da oruç tutmaya gösterdiği hassasiyeti namaz hususunda göstermiyorsa; oruç tutmadı diye üzüldüğü kadarının aynısını kulların hakkına girdiği için üzülmüyorsa veya bir vakit namazı geçtiği için üzüldüğü kadar bir kardeşini kırdığı için üzülmüyorsa, namaz ve orucundaki niyetinde problem var demektir.
Ayrıca yapılan ibadetlerle başkalarının takdirini almakta bizi sevindirmemeli. Böyle bir düşünce riyaya ve gösterişe işarettir. Mümin yaptığı amellerin mükâfatını Allah’tan bekler ve sırf O’nun rızası için yerine getirir. Ne başkalarının övgüsü onu memnun eder ne de yergisi üzer.
Allah Resulü buyuruyor ki:
“Allah telânın rızası gözetilmeden sevap kazanılmaz. Niyetsiz hiçbir amel olmaz.” (Deylemi)
Ayrıca yaptığımız ibadetleri gözümüzde çok büyütmekte doğru değil. Çünkü ibadetler hiçbir nimetin karşılığı değil, kulluğun gereğidir. Hem yaptığımız ibadetlerle değil, Rabbimizin rahmetiyle ihsan ve ikrama kavuşabiliriz. İbadetleri Allah’ın rahmet kapısını açan yegâne anahtar olarak görmeli, ona göre bir duruşa sahip olmalıyız.
Hani anlatılır ya kanuni sultan Süleyman bugün ki Süleymaniye camisini yaptırırken ustalara sıkı sıkıya tembihte bulunur. Aman ha bu cami inşaatı için kimseden yardım almayacaksınız. Sırf benim paramla tamamlanacak bu inşat.” Cami biter, namaz kılınır. Sultan sevinir, ben yaptım ve inşallah sevabına da nail olurum, diye kalbinden geçirir.
Bir gece rüya görür. Terazinin bir kefesinde Süleymaniye Camisi öteki kefesinde bir bakraç yoğurt vardır. Ancak bir bakraç yoğurt tarafı daha ağır basmaktadır. Sultan uyanır uyanmaz araştırılmasını ister. Ustalara, işçilere sorulur, soruşturulur bir gelen giden oldu mu, kimse yardımda bulundu mu diye. İşçiler güneşin kavurucu sıcağında ihtiyar bir kadının elinde bir bakraçla geldiğini “benim hiçbir şeyim yok yardım edecek ancak şu soğuk yoğurdu ayran yapıp için” dediğini, kendilerinin de bunu kabul ettiğini anlatırlar.
Mesele anlaşılmıştır. O da; Bir bakraç yoğurdun bir Süleymaniye camisinden dahi ağır hale getirecek amelin iyi niyet olduğu gerçeğidir.
Bu nedenle niyet halis olunca küçük ameller bile ağır, niyette bulanıklık olunca büyük büyük ameller hafif gelir. Tonlarca toprak içerisinden ayıklanan altın madenini değerli eden onun hacmi değil, mahiyeti ve kıymetli oluşudur. Dağlar kadar yaptığınız amellere bakıp benlik hatasına düşmemeli; o amellerde ki bir cevher kadar önemli olan halis niyetinize bakmalıyız. Binlerce fakiri doyursanız, yüzlerce han hamam yaptırsanız, gece sabahlara kadar namaz kılıp gündüzleri oruçla geçirseniz, gayeniz sırf rıza-i ilahi olmayınca, niyetinizde bulanıklık söz konusu ve siz insanların size uzanan parmaklarını gözetliyorsanız, başkalarının övgüsüyle istediğinize kavuştuğunuzu zannediyorsanız o ibadetlerden istediğiniz asıl menfaati elde edemezsiniz.
İnsanın niyeti neyse eline geçecek şey de başkası değildir. Dünyayı isteyenin ahretten nasibi olmaz. Ahrete talip olanın da dünyadan beklentisinin olmaması gerekir. Yüce Allah buyuruyor ki:
“Ahreti kazanmak için çalışanların kazançlarını arttırırız. Dünya menfaati için çalışanlara da, ondan veririz. Fakat ahrette bunların eline bir şey geçmeyecektir.” (Şura 20)
Peygamber efendimizde şöyle buyuruyor:
“Ameller ancak niyetlere göredir. Herkes için ancak niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah ve Resulüne ise, onun hicreti Allah ve Resulünedir. Kimin hicreti de dünya veya bir kadınla evlenmek için ise, onun hicreti de, hicret ettiği şeyedir" (Buhari)
Selam ve dua ile…