Anamın dişi

Cemal Kayı

ÖYKÜDÜR

Anamın her Metel’i “Yaşını yaşamış, dişini dişemiş.” ile biter!

Her seferinde sert tartışmalara neden olsa da, her seferinde bacaklarımı ovuşturarak abartılı bir şekilde, oflarla kalkmış olsam da, her seferinde sofrada oturanlar benim bu durumumu göz ucuyla gülümseyerek izlemiş olsalar da, babamın evini yer sofrasında oturmaktan bir türlü vaz geçiremedim. Tabakları ayırdılar ancak, yere sofra bezi serip üstüne sini koyarak bağdaş kurup yemek yeme alışkanlığını bir türlü bırakmadılar. İyi de onlar gayet rahattılar, olan bana oluyordu. Babam her seferinde;

“Sen nasıl yer sofrasında ırahatsız oluyorsan, bizler de masada ırahatsız oluyoh, dokanma bize! Herkes bildiği gibi yesin” derdi.

Anam ne eder eder sofraya en son gelip oturur, vücudunun üst kısmını sofrada oturanlar arasından çaprazlamasına sokup sofra çemberinde kendine yer bulurdu.

Sofraya mutlaka abdest alarak oturan anamın başörtüsü bir tarafa kaymış, yüzü ıslak olur, başörtüsünün altından siyah saçları o yaşına rağmen lüle lüle yanaklarına dökülürdü.

Sofraya oturduğunda ilk işi, ağzındaki protez dişini çıkarıp yanına koymaktı. Sofrada yemek uzar, sohbet uzar, anamın sofra bezine koyduğu diş unutulur, yemek bitip de Mariye sofra bezini balkondan aşağı çırptığında ufak tefek ekmek kırıntılarıyla birlikte anamın dişi de yere düşer, sabah kahvaltısı sonrası ise her seferinde tavuklar gagalayıp alıp kaçarlar, akşam yemeği ise tavuklar kümese kapatıldığından bu kez de Karabaş bulup gevelerdi…

Yemek yenilip, çay faslına geçildiğinde anam ağzına aldığı sıcak çayın ağzının içini hafif yakarak sanki bir boşluktaymış gibi takılmadan boğazından geçişini hissederken ağzında bir şeylerin eksikliğini de fark edip;

“Dişim! Eyvah dişim gene yok” diye çığlığı bastığında, neden yemek yerken dişini çıkarttığı, neden doğru dürüst bir diş kabına sahip olmadığı konusunda her seferinde ilk azarı babamdan işitirdi. Daha sonra, sofra bezini çırparken neden iyi bakmadığı, dikkat etmediği konusunda tüm hane halkı Mariye’ye yüklenir, sofra bezinin çırpıldığı yerde anamın dişi aranırdı…

Tavukların gagalayıp bir şeye benzetememelerinden olacak aramalar sonucu toz toprak içinde bazen bahçenin bir köşesine rast gele düşürülmüş gibi, bazen de tavukların yem yediği yem kabının içinde ıslak buğday taneleri arasında gagalanmış olarak bulunurdu…

Bu kayıp diş eğer akşam yemeğine denk gelmiş ise, mutlaka Karabaş’ın kaptığı tahmin edilir, örseleyip kırmadan ele geçirmek için evin çevresinde, "Karabaş, Karabaş” diye çağrılarak Karabaş aranır, bazen Karabaşın ağzından örselenmiş olarak alınır, bazen de Karabaş kızana gitmişse salyalar tükürükler içinde ve işe yaramaz bir şekilde bahçe duvarının dibinde bulunurdu…

Bir seferinde de küllükte közlerin içinde kabuğu soyulmuş, rengi değişmiş olarak bulduklarında hane halkı közlerin içine nasıl karıştığının içinden bir türlü çıkamadılar! Acaba, Karabaş ya da tavuklar küllüğe düşürmüşte, daha sonra sobanın külü üstüne mi boşaltılmıştı?

Hani inci gibi derler ya, hah işte tam da öyleydi anamın dişleri. Küçücük ağzına uyumlu, sanki üst kısımları yaldızlı gibi parlak ne iri ne de olması gerekenden ufak... Nasıl olması gerekiyorsa öyleydi, doğanın bahşettiği gibi doğal…

Anam da Haliyle her insan gibi yaşlandı. Yaşlandıkça dişleri de vücudunun diğer uzuvları gibi kendini bırakmaya, ağrımaya sızlamaya başladı, dişçiye götürdüler, bu anamın ilk dişçiye gidişi idi. Dişçi ölçtü biçti, bir kısmını köprü yapalım diye çekerken bir kısmını da köprüye bağlantı olacak diye keserek damakta bıraktı. Yaraların iyi olması için bir hafta sonra tekrar gelmesini tembih ederek eve gönderdi.

Hafta bitip tekrar dişçiye gelirken anamın elinde dişçiye hediye edilmek üzere bir de hindi vardı. Dişçi, daha önce getirilen hediyelerin alışkanlığı ile olacak o an için hediye getirenlerin yanında sevinmeyi uygun görmedi, ya da sevincini belli etmedi. Kuru bir teşekkürle, “Aman niye zahmet ettin Şaziye Teyze” diyerek, anama oturması için dişçi koltuğunu gösterdi.

Ağzı açıp kontrol ettikten sonra İçleri oyuk at nalı gibi ağırca demirlere renkli alçılar döküp ağzına yerleştirip ısırmasını, dişini sıkmasını isteyip bekletti. Bu at nalı gibi kalıpları sökerken sanki damağı da bu kalıplarla geliyormuş gibi anamın ağzından tükürükler boşandı. Aynı işlemleri alt damak için de yaptı.

“Tamam Teyze ölçüleri aldım, dökümü için Ankara’ya gönderiyorum, on gün içinde hazır olur, sen on gün sonra gel de dişlerini takalım” dedi.

Anam, saçı başı dağınık, kumar masasından ütülerek kalkmış gibi avurtları çökmüş, gözleri kanlanıp küçülmüş, yüzü kurşuni sarı renge bürünmüştü... Çenesinin yerinde olmadığını düşünerek dişçiden çıktığında soranlara;

“Valla ağzımın içi bazar yeri gibi gurban olduğum! Sanki, her biri bir tarafta gibi mi desem” diyor, sanki bir başkasının ağzıyla dudağıyla konuşuyor, ağzının iki yakasını bir araya getiremiyor, kendisini bir başkasının bedeninde gibi hissediyor, kendi sesi kendine yabancı, başka bir diyardan geliyormuş gibi geliyordu…

Dişçi, anamı gönderdikten hemen sonra, yan odaya giderek masanın altına sürdüğü hindiyi çıkardı. Hindinin iriliği karşısında bir yandan “maşallah! maşallah” diyor, bu koca hindiyi arkadaşlarıyla rakı masasında kızarmış halde düşünüyordu. Üstündeki sabah mahmurluğu gitmiş, keyfi yerine gelmişti.

“Hey nari topak taşın kenarı

Hey nari dibinde yedik narı!”

Hey nari aldattı da gelmedi

Hey nari oy seni alıram deyi"

Çekiç Ali türküsünü söylerken omuzunu başıyla birlikte ileri geri hareket ettirerek oynuyor, havaya kaldırdığı ellerinin işaret parmaklarını bir birine sürterek tak tak tak diye sesler çıkartıyordu!

“Ömer! Şu hindiyi eve götür!” diye bağırarak avuçlarını birbirine sürttü…

Anamın ikinci dişçisi Çorumluydu. Birinci dişçi ölçüleri yanlış almış, protezleri damağa uyduramadığından, damağı protezlere uydurmak istemiş bu nedenle damakta kalan sağlam dişleri de kesip biçmişti!

Anamın dişleri takılıp eve geldikten sonra morfinin etkisi geçmiş, ağrıdan sızıdan dağlara düşmüştü. Belki faydası olur diye başının üstünden tülbent geçirip çenesinin altından bağladılar. Anamın feryadına o da yetmemiş olacak ki, ikinci bir tülbent daha çaprazlamasına bağlayıp tülbentin ucunu eline verdiler. Anam bir elinde ikinci tülbent düğümünün ucu, ağzı kapalı olduğu için anlaşılmaz ağıtlar yakarak oda oda dolaşıyor, küçülüp kaymış, kanlı gözleriyle çaresizce yüzümüze bakıyordu...

Sabahı zor edip bu ikinci dişçiyi bulduk. İkinci dişçi kontrol edip baktı, hepsinin çekilip yeniden alt üst damak yapılması gerektiğini söyleyip geri kalanını da o çekti, ilk protezleri de fırlatıp attı. Anamın dişleri gitmiş ama ağrıdan sızıdan kurtulmuştu, bu nedenle ikinci dişçisini çok sevdi…

İkinci dişçi gençliğinde motorsikletiyle köyleri dolaşıp, dişler çekmiş, kronlar, köprüler, protezler yapmış bir teknisyendi… Bodur kısa sağa sola dağılmış meşelere benzeyen bir boyu, kısa, düz daima ıslakmış gibi duran yaşına göre siyah saçları, köşeli bir yüzü, rengini belli etmeyen küçük çipil gözleri vardı. Basık burnu yüzüne sonradan ve aceleyle yapıştırılmış gibi iğreti, kişiliğinden ayrı bir hava veriyordu…

Elli yaşının üstünde olmasına rağmen halâ, Rus dediği açık mavi renkli kabaca bir motorsiklete biner, her seferinde, motorsiklet alışkanlığının gençlik döneminde iki buçukluk dediği Java marka motorsikletten geldiğini, bu nedenle alışkanlığından bir türlü vaz geçemediğini anlatırdı...

Babam gönülsüz de olsa her diş kaybı olayından sonra anamı yanına alır, anam sanki zorunluymuş gibi provalar bile olsa her seferinde yanında bir helke yoğurt, bazen bir sepet içinde samanlarla belenmiş yumurtaları, katmerleri taze bazlamaları bu sefer de Çorumlu dişçiye taşımaya başlamıştı. Babam başta olmak üzere bizlerin anama her seferinde hediye götürmesine gerek olmadığını, dişçinin yaptığı iş karşısında para aldığını söylediğimizde biz azarlar;

“Susun bakalım! Ben böyle gördüm böyle işlerim, garışmayın benim işime, sizler de hediyesiz bir yere gitmeyin” derdi.

Ağrısı sızısı kesilip dişleri takılmıştı. Bizlere, "Gelin bakalım oturun şöyle, size bir Metel anlatayım" diyerek Meteline başladı:

"Küçük bir kız varmış, bu kızın babası çok genç yaşta ölmüş babası öldüğünde kız yedi yaşındaymış. Küçük kızın dul kalan anasını bekâr olan amcasına vermişler. Kızın babası öldüğünde kendinden küçük iki kız kardeşiyle Ali adında bir de erkek kardeşi varmış. Babaları öldüğünde Ali henüz üç aylık bir bebekmiş...

Bir gün sabah uyandığında kızın üst damakta süt dişlerinden biri sallanmaya başlamış, kız yemek yerken ne kadar dikkat etse de lokmayı o tarafta çiğnememeye çalışsa da çocuk heyecanı, çocuk dalgınlığı işte, lokma o tarafa gelir, acıyan diş, küçük kızı ağlatır, küçük kızın gözünden dökülen inci tanesi gibi yaşlar yemeğini ıslatırken sofrada oturanları güldürürmüş...

Küçük kız yatakta, yolda oyunda mutlaka parmağıyla bu dişine bastırır, bu dişi sallar sallanan diş az da olsa acı verirmiş. Adeta bu küçük kızda alışkanlık haline gelmiş...

Bir gün yatakta yine dişini sallarken hafif bir acı, birazcık kanla bu sallanan diş kırt diye eline gelmiş mika gibi zayıf, parlak küçücük bir şey...Yatağından kalkan kız anasını uyandırıp dişini göstermiş. Anası yatağından kalkıp çırayı almış, kızını elinden tutarak tekrar yatağına yatırmış, şimdi beni iyi dinle demiş. "Şimdi sen bu dişini yastığının altına koy ve uyu. Sarı inek akşam sabah buzalayacak, dişini yastığının altına koyduğun için buzağı dişi olacak, biz de bu buzağıyı sana vereceğiz, senin bu buzağı da dişi buzalayacak böylece bir sürü ineğin olacak..."

Artık bu küçük kız her sabah kalktığında ilk işi ahıra gidip sarı ineği kontrol etmek oluyormuş... Bir kaç gün sonra bir sabah küçük kız uyanıp ahıra vardığında anası ile amcasını sarı ineğin yanında küçük sarı bir buzağıyı okşayıp severlerken bulmuş, gülümseyerek "Gel, bu buzağı senin, al bu kurdelayı buzağının boynuna tak" Demişler.

Küçük kız, ortası nazar boncuklu kurdelayı ayakta yalpalayarak durmaya çalışırken titreyen buzağının boynuna takmış...

"Torunlar, "Eee, sonra n'olmuş babaanne, o küçük kız kimmiş?"

"O küçük kız mı, işte o küçük kız bendim"

Anam, 24 Mart 2018 tarihinde bu dünyadan göçtü... Yıldırım, abi "anamızı cankurtarana yükleyip hastaneye gönderdikten sonra protez dişini yastığının altında bulduk." dedi.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.