Ankara kültürünü ezen kültürsüzlük

Ali İnandım

1890-91 gibi İstanbul’da işsiz güçsüz kalınca Ankara Kocamanoğlu Tiyatrosu’nun kiracısı Kolacı Agop açıyor kısmetini. 150 altına anlaşıyorlar, kadrosuyla Ankara yolu görünüyor.

1856 doğumlu Ahmet Fehim Bey, 73 yıllık yaşamının 53 yılını tiyatroya adamış, bunun en hareketli 2 buçuk yılını da Ankara’da geçirmiştir. 10 parmağında 10 marifet bir adam; marangozluk yapıyor, resim yeteneği var, bozuk makineleri tamir ediyor, işletmecilik yapıyor.

Eski fotoğraflarda Ankara Kalesi’nin Gar’a bakan yüzündeki duvarı kaplayan Osmanlı Arması ve 31 Aralık 1892’de o gara gelecek ilk tren için hazırlanan tak ve süslemeler onun elinden çıkmıştır.

Ankara’nın salaş, derme çatma salonları onun elinden düzenli tiyatroya çevrilmiş, sosyal yaşamı canlandırmıştır Ahmet Fehim. Ayrıntılı hikayesini, ‘Ankara’da 10 Parmağında 10 Marifet Bir Tiyatrocu’ yazımızdan okuyabilirsiniz, bu çalışkan ve yetenekli adamın Ankara’yı terk ediş macerası konumuzla ilgili. (https://aliinandim.blogspot.com/2017/04/ankarada-10-parmaginda-10-marifet-bir.html.)

BİR GECEDE BİTER ONCA EMEK

Bir süre işler çok iyi gider, Polis Teşkilatı kuruluyor o sıra, tiyatroda loca ayırır polislere. Bir gece polisin laf geçiremediği Yağcının Ahmed ilk kez gelir tiyatroya, kafası güzel. Sayar söver. Sonra hesap ödemeyi sevmeyen Kodobaş, Kasap Şerif ve Kasap İbrahim dadanır mekana.

Bir gece “Burası saka çeşmesi değil. On beş lira borcunuz var. Daha da utanmadan getir diyorsun be!” diye çıkışınca Ahmet Fehim, Kodobaş masayı devirir, rahatsız olan polis ve subayların da katıldığı, filmleri aratmayan çıngar çıkar.

Aslında o gece Ankara’da işi biter Ahmet Fehim’in. Yaz başı oyuncuları toplar, Çankırı’ya göçerler. Bir kez daha söner Ankara’nın sönük sosyal yaşamı.

YENİ EĞLENCE DÖNEMİ

Cumhuriyet kurulup, Ankara’nın başkent oluşuyla devlet eliyle olduğu kadar özel girişimlerle de bir kez daha canlanır sosyal yaşam. Lüks lokantalar, tiyatrolar, halkevleri, sergiler, yepyeni etkinlikler, pavyonlar, gece kulüpleri…

Pavyon ve gece kulüpleri, şimdiki içeriğinden çok farklı, saygın sanatçıların sahneye çıktığı, izlendiği yerler.

Tabii ki arka sokaklar da kendi eğlence tarzı ve mekanlarını oluşturuyor. Kendi içinde kavrulan, şehrin kültürünü baskılayamayan, en fazla kendine zararlı tarz ve mekanlar. Hasatı kaldıran, malını satıp paralanan taşra, çok malı mülkü gömmüştür buralarda.

12 Eylül 1980’le başlayan siyasal, ekonomik ve sosyal dönüşüm, 1990’larda meyvesini vermeye başlar, eğlence tarzı, türkülere kadar sıçrayarak şehrin kültürünü ezmeye dönüşür. Başına ‘Ankaralı’ konan bilmem kim, bel altı ima ve kaba şakaları türkü diye söyler, doğru-yanlış her sansasyona atlayan ulusal medya, meşrulaştırır yozlaşmayı.

SAVUNMASIZ KALAN ANKARA

Her biri derinliği ve hikayesiyle onlarca, yüzlerce yıla direnmiş 200’ü aşkın tespit edilmiş türküsü var Ankara’nın. Altındağ Esenpark’ta, Gençlik Parkı’nda, Gar Gazinosu’nda, şimdiki Resim Heykel Müzesi Halkevi’nde izlenen konserlerin kültürel ortak noktasını kaybettik.

Bırakın Ankara’yı, ulusal müziğimizin ne ahlakı ne müzik aleti ne altyapısı ne de sözleriyle özünden kopmuş, ayağı toprağına değmeyen müzisyenlerini izliyor kalabalıklar. Bunun içinde özel bir kişiliksizlik, yok edercesine çiğniyor Ankara kültürünü.

Ahmet Fehim Bey’i Ankara’dan göçüren, 1890’lı yılların kabalığına dönmüş gibiyiz. Ulusal medyanın bu kabalığı meşrulaştıran yayın ve programları, kültürünü ezen kültürsüzlüğe karşı savunmasız bırakıyor Ankara’yı.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.