Gözünden yaşlar dolup taşıyordu; yine. Yıllar önce yaptığı bir hatanın bedelini ödüyordu; Nar-ı aŞK. Ailesine karşı gelmeyip boyun büküşü, ömrü boyunca, sevdiği insanın yokluğuna mahkum etmişti. Yıllar yılı eşiyle hiçte barışık olmayan bir hayat yaşıyordu. Dertlerini bir nebze unutabilmek için, kendisini bahçesindeki papatyalara adamıştı. Papatyalara bakarken en çok sevdiği insanı kaybetmenin acısını içten içe yaşıyordu. Son zamanlarda eşi rahatsızlanmıştı onun sağlığının düzelmesi için birçok uğraşılar verse de; artık umutları bir bir tükeniyordu. Bir süre geçtikten sonra, günlerden bir gün eşi, hakkı rahmetine kavuşmuştu.
Çektiği aşk acısının yanı sıra artık eşini kaybetmenin verdiği üzüntüde üstüne eklenmişti. Bir türlü bitmeyen üzüntüsü içini iyice acıtıyordu. Eşinin ölümünden bir yıl kadar daha zaman geçtikten bir müddet sonra.
Artık bahar gelmiş papatyalar açıyordu. Günlerden bir gün Nar-ı aŞK özenle yetiştirdiği papatyaların arasında oturmuş aşkını düşünürken; sevdiğinin verdiği o papatyayı da okuduğu kitabın arasından çıkardı ve AŞK'la kokladı. Kurumuş papatyaya öyle bir aşkla bakıyordu ki! Yetiştirdiği bütün papatyaların o kuru papatya kadar değeri hiç bir zaman olmamıştı. O kuru papatyayı her koklayışında yaşadıkları bütün anılar bir bir gözlerinin önünden geçiyordu. Onun aşkını söyleyemediği ancak; sevdasını haykıran bakışlarını özlüyordu. Nar-ı aŞK eşini kaybettikten sonra aşkını daha sık düşünür olmuştu. Hatta gecesinde, gündüzünde her zaman aşkının hayali ile yaşıyordu. Hele ona takılıp, onun başka kızları sevdiğini itham ettiği anları hatırlayınca. Onu sinir ettiğini anlarda, birden bire sinirlenip; o ortamı hızla terk edişlerindeki aşkın sıcaklığını hala buram buram kalbinde hissediyordu. Sevdiğinin egede bir sahil kasabasında olduğunu duyduğu için de sık sık değişik sahil kasabalarına tatile çıkıyor. Bir umut ışığı olarak onu görebilir miyim? Dese de sevdiğinin izine dahi rastlayamamıştı. Bu durum ise onu bir hayli üzüyordu.
Onun yanına gelmesini o kadar istiyordu ki! Aslında ona gitmek; seni seviyorum diye haykırmak istiyordu. Aşkına koşmak istese de, önceki yaptığı yanlışı acaba affeder miydi? Bilmiyordu ki! Alacağı yanlış bir tepkiden de korkuyordu. Aslında sevdiğini bulabilirdi ama onun tepkisinden korktuğu için. Eski dostlarına dahi nerede yaşadığını soramıyordu. Hem onu görmek ona koşmak istiyordu. Bir yandan da onun tepkisinden çekiniyordu. Hani derler ya; iki arada bir derede kalmıştı; Nar-ı aŞK.
Nar-ı aşk ömrünün sonbaharını yaşıyordu. Sevdiğinin gelmesini hayatının sonuna kadar beraber yaşayıp, yaşayamadıkları en güzel anlarını, kalan ömürlerinde aşk ile dolu dolu yaşayarak ömürlerinin sonuna kadar mutlu yaşamak istiyordu. Onu bu duygularını NaR-ı aŞK'ın son zamanlarda sıkça dinlediği; Funda ARAR'ın "Ömrüme Yetiş" parçasından dinleyelim. Eee hadi ne duruyorsunuz.
Göndersem gitmez anılar
Hepsi yatılı misafir
Bir şarkı bir şiir
Herhangi bir şehirde
Yakalanırım sana
Cennet de olurum ama
Gel ömrüme yetiş
Sevmedim kimseyi sevsem bile işe yaramaz
Bu gönül senle dolu hiç kimse sığamaz
Billahi bir daha buralara gelmedi yaz
Sakladım kalbimi senden başka kimse bulamaz
Bu arada onu çok özleyen aşkı ise; ağlayarak yine Nesrin Sipahi'den ANKARA RÜZGARI adlı şarkıyı dinliyordu.
Pembe küçük dudağın söyledi şarkımızı
İndi bahar Ankara'nın sisli yamaçlarına
İçli sesin ah ne kadar açtı gönül yasını
Her gören ağladı, kalbini bağladı dalgalı saçlarına
Söyledim aşkımı ben, Ankara rüzgarına
Olmadı kaldı benim her hevesim yarına
Her gören ağladı kalbini bağladı dalgalı saçlarına
Önce biraz gülecek, kalbe ümit katacak
Söz verecek, gelmeyecek, hep seni aldatacak
Sev diyecek, sevmeyecek, belki de ağlatacak
Boş yere ağlama, kalbini bağlama Ankara kızlarına
Söyledim aşkımı ben, Ankara rüzgarına
Olmadı kaldı benim her hevesim yarına
Boş yere ağlama, kalbini bağlama Ankara kızlarına.