Ankara siyasetinde ruh çağırma seansı

Dursun Erkılıç

Politika Kasabasının Siyaset Meydanında yürürken Millet Bahçesine bir uğrayayım dedim…

Güneşin altında enseyi karartan emeklilerin ruh hali hoşuma gitmediği için onları teğet geçtim! Az ötedeki ciğercide, “Biri kalksa da ben otursam” havalarındaki cüzdanı şişkin vekillere ‘yarasın’ diyerek ilerledim…

Ankara’ya yakışan dev palamut ağacının gölgesine konuşlu medya leşkerlerini görünce aralarına katıldım.

***

Ne konuşuyorlarsa artık… İsmet (Özçelik) abi, “Rusya ve Çin olmadan olmaz…” diyordu. Televizyonda koltuğa bağlanmış gibi oturan Masum Türker bakanımız rahattı. Sırtını palamut ağacına dayamış, üst üste atarak uzattığı ayaklarıyla piknikçi havalarında konuşuyordu:

- O işler öyle olmuyor. Bakın anlatayım…

Yamacında duran ve kırık tebessümü ile gözünün içine bakan Zafer Şahin itiraz etti:

- Sayın Bakan size saygım büyük ama…

- Saygın büyükse bırak da konuşayım…

Melik Yiğitel, tartışmanın büyümesini önlemek için sözü Milli Takıma getirdi:

- Abi, Stefan Kuntz gitmeli…

Yanındaki Abdülkadir Selvi kayıtsız kalmadı:

- Futboldan anlamam ama Sergen Yalçın gelmeli…

Ben, ekranların muhteşem beşlisinin masaya yatırdığı ana konuyu anlamaya çalışırken yan gölgelikten Fatih Portakal’ın sesi geldi.

DSP Genel Başkanı Önder Aksakal’ın, “Ey Washington portakalı…” diye seslendiği meslektaşım, karşısına GP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nu almış, Millet İttifakını didikliyordu.

Hemen gölgelik değiştirdim!

Portakal’ın bazen rol kesme adına takındığı tavırlardan biri olan ürkütücü bakışına maruz kalınca gözlerimi kaçırdım!

***

Sohbet yakın düne dair yaşanmışlıkları içeriyordu.

Portakal sordu:

- Altılı Masada neler konuşuyordunuz?

- Kimi zaman tasavvuftan, Nazım Hikmet’ten, Kemal Tahir’den, Necip Fazıl’dan, Osmanlı tarihinden, Cumhuriyet tarihinden…

Verilen bilgilerden hoşnut olmayan Portakal, matrak bir hava da sezdiği için bozulmuş, başını kaldırarak, göz bebeklerini kaydırarak ağaçtaki palamutları sayıyor gibiydi.

Birden gözlerini konuğuna yani sohbet arkadaşına çevirerek çemkirdi:

- Aday diyorum aday… Aday belirlemeyi konuşmadınız mı?

Davutoğlu bildiğini okuyordu:

- Türkeş’ten, Erbakan’dan, Demirel’den konuştuk…

- Bu ne ya! Cumhurbaşkanı adayı belirlemek yerine ruh mu çağırıyordunuz?

Portakal’ın yüksek sesi yan gölgelikten rahatlıkla duyulunca Masum Türker söze karıştı:

- Merhum Ecevit’i neden unuttunuz? Bakın size bişey söyleyim: Ecevit’in ruhu hepinizi çarpar!

Bakan, sözlerini tamamlarken değme çizerin yansıtamayacağı bir tebessüm yerleştirdi yüzüne…

Melik Yiğitel’in kahkahası Millet Bahçesinde yankılanırken Abdulkadir Selvi ve Zafer Şahin ciddi bir duruşla onu izliyordu. Portakal ise ‘Fesuphanallah’ çekiyordu.

***

İşin içine ruhlar da girince bana tüymek düştü…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.