Yazımın birinci bölümünde anlamanın üç aşaması hakkında, yani, “ilm'el yakin, ayn'el yakin ve hakk'el kavramları” hakkında bilgi vererek, örnekler anlatarak açıklamalarda bulunmuştum. İlk yazımın en sonunda şunları belirtmiştim: “İlme’l yakin, ayn’el yakin ve hakk’el yakin” kavramlarını biraz daha anlatacağım ve Kur’an ve Hadisler’den örneklerle izah etmeye çalışacağım. İnşallah.
Evet, şimdi konumuzu Kur’an ve Hadisler temelinde izah edelim.
En başta şunu belirtelim. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Rabbimizin (cc) “hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”, “akletmez misiniz?”, “hiç öğüt almaz mısınız?”, “öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?” ve benzeri ayetler, “ilm’el yakin, ayne’el yakin ve hakk’el yakin” ile doğrudan doğruya ilgilidir. Çünkü, bu üç kavram da “insanın kendini, nefsini ve özünü bilme yolculuğu” ile ilgilidir.
Zümer Suresi 9. ayette belirtilen “hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ikazı sırf maddi bilgi ile donanmak yani ilm’el yakin aşamasında kalmak ile ilgili değildir. Bu ikaz doğrudan doğruya insanın “kendisini, nefsini ve özünü bilmesi” ile ilgilidir. Yoksa, ilmi öğrenmiş ve bir konuyu öğrenmiş, ancak Allah’ı bilmeyen, kendi yaratılışını bilmeyen, nefsini tanımayan kişinin başkalarına karşı manevi bir üstünlüğü olamaz.
Yüce Rabbim “üstünlüğü ancak takvada” görüyor. “Üstünlük ancak takvadadır.” (Hucurat Suresi, 13. ayet) Takva nedir diye soracak olursanız, “takva, insanın kendisini bilmesi, özünü tanıması ve yaratılış maksadının farkına varmasıdır.” İşte bu ilm’el yakin, ayne’el yakin ve hakk’el yakin’in tamamını içermektedir.
İnsanlar arasındaki asıl farkın kaynağı, ne zenginlikte, ne parada pulda, ne soy ve sopta, ne makam ve mevkide, ne boy ve posta, asıl fark şuurda. Asıl fark bilmekte. Asıl fark Dünya’ya neden gönderildiğini düşünerek idrak etmektedir.
“Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse (o inkarcı gibi) midir? (Resûlüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (Zümer Suresi, 9. ayet) Biraz önce bir kısmını yazdığım ayetin tamamının meali böyledir.
Bilmek, bilmek ve bilmek.
Sevgili Peygamber Efendimiz (asm) “men arefe nefsehu, fekad arefe Rabbehu” diye buyurmaktadır. Yani “nefsini bilen Allah’ı bilir.” Burada bilmekten kasıt elbette yine kendini bilmektir. Nefsini bilmektir. Allah’ı bilmektir. Bu saydıklarımı bilmeyen kişi neyi bilirse bilsin boştur ve cahildir.
Cahilin asıl manası okula gitmemiş ve okumamış kişi değil, Allah’ı bilmeyen kişi cahildir, isterse profesör olsun. Allah’ı bilen kişi Alimdir, isterse hiç okumamış olsun. İşte bu ikisi asla aynı olmaz.
Şimdi buraya kadar anlattıklarımız “yakin” ile yani bilmek, esasında özünü, nefsini ve kendini bilmek ile ilgili açıklamalarımızdır.
Kur’an-ı Kerim’de “yakin” kelimesi kaç yerde geçmektedir? Hadis-i Şerif’lerde “yakin” kelimesi nasıl belirtilmektedir?
Bunları açıklayalım. Ancak öncelikle şu surenin mealini tamamen verelim. Bu surede 5. ayette ilm’el yakin ve 7. ayette ayn’el yakin kelimeleri bizzat geçmektedir.
Tekasür Suresi: “Çoklukla övünmek sizi, kabirlere varıncaya (ölünceye) kadar oyaladı. (1-2) Hayır; ileride bileceksiniz! (3) Hayır, Hayır! İleride bileceksiniz! (4) Hayır, kesin olarak bir bilseniz (ilm’el yakin) (5) Andolsun, o cehennemi muhakkak göreceksiniz. (6) Yine andolsun, onu gözünüzle kesin olarak (ayn’el yakin) göreceksiniz. (7) Sonra o gün, nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz? (8)”
Bazı ayetlerde ise yalnızca “yakin” kelimesi geçmektedir. Mesela, “ve yakin sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et” ayetinde (Hicr Suresi, 99. ayet) yalnızca “yakin” kelimesi vardır. Mesela, “sonunda yakin (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı" ayetinde (Müddesir Suresi, 47. ayet) yalnızca “yakin” kelimesi geçmektedir.
Evet, yakin kavramı Kur’an-ı Kerim’de yirmi sekiz ayette yer almakta, bunların yirmisinde fiil kalıplarıyla inançtaki kesinlik belirtilmektedir (mesela Bakara 118, Neml Suresi 14. ayet). Dört ayette yakin çeşitli kelimelerle terkip oluşturur. Bunlardan “hakka’l-yakin”, İslâm’ın inanç esaslarını asılsız sayıp haktan sapanları âhirette bekleyen kötü âkıbetin kesin gerçekliğini anlatmaktadır (Vakıa Suresi, 95. ayet, Hakka Suresi 51. ayet).
Yukarıda da belirttiğimiz üzere Kur’an-ı Kerim’de “ilme’l-yakin” suresi sadece bir yerde, Tekasür Suresi 5. ayette geçmektedir. O ayette insanların ölümü sürekli hatırlamaları durumunda boş şeylerle övünüp sonsuz saadeti ihmal etmeyecekleri ifade edilmektedir. Aynı surenin 7. ayetinde geçen “ayne’l-yakin” terkibi “gözlem yoluyla bilmek, yakinen müşahede etmek” manasına gelir.
Kur’an-ı Kerim’de yakin kavramı, “kesinlikle bilme” anlamında da kullanılmıştır (Neml Suresi, 14. ayet).
İki ayette geçen “gerçekleşeceği kesin olarak bilinen” manasındaki yakin kelimesiyle ölümün kastedildiği bildirilmektedir. Hicr ve Müddesir Surelerinde kesin olarak gelecek ölümden bahsedilmektedir ki, zaten her aklı başında olan bunun kesinliğini anlar. Hicr Suresi 99. ve Müddesir Suresi 47. ayetten yukarıda bahsettik.
Hadis-i Şeriflerde yer alan yakin kavramı “şüpheye düşmeden inanmak, bilmek”, özellikle namazın rek‘atları, secdeleri, abdest organlarının yıkanması gibi durumlarda tereddüde düşülmesinden sonra “şüpheden sıyrılıp bir kanaate ulaşmak” anlamında kullanılmıştır. Bir rivayette Abdullah b. Mes‘ûd’un yakini “tam iman” diye tanımladığı bildirilir. Yakinin Dünya’da insanlara verilen en faziletli şey olduğunu söyleyen Hazreti Peygamber kendisine iman ve yakin vermesi için Allah’a dua etmiştir. Bazı hadislerde yakin ölümün yalın gerçekliğini ifade eder.
Biz de yazımızın en sonunda “Yüce Rabbimizden (cc) iman, yakin ve İslam niyaz ediyoruz. Amin.”
Vesselam.