Annelerin bir adı fedakarlıksa diğer adı çiledir...
Yılda bir gün, her Mayıs ayının ikinci pazar günü de olmasa; hayatın meşakkatleri içinde hiç aranıp sorulmayacaklar sanki!
Taa ki, ayrılık acısı yürekleri dağlayana kadar...
Bakmayın siz, “Anneleri senede bir gün mü hatırlayacağız; her gün annelerin...” diyenlere.
Bu söz, herhangi bir zamanda değil de, neden hep Anneler Günü’nde söylenir? Çoğumuz belki de sadece o gün hatırlıyordur annesini!
Çok sevmeme rağmen, annemi ihmal ettiğimi ancak o vefat ettiğinde anladım!..
Beni en az ölümü kadar üzen şey, sağlığında, “Özledim, torunları al da gel” çağrılarına, “Haftaya geliriz anne...” atlatmasına sığınmamın utancıdır...
Aramızdaki yarım saatlik, bir-iki saatlik mesafeyi başka işlerime vakit ayırmak için göze alamadığımı hatırlamak, şimdi acımı arttırmaktan başka bir işe yaramıyor...
Ölümünün hemen ardından;
Anne en şair günümde öldün
Senin için şiir yazamıyorum
Mezar yapmış adam kelimelerle
Ben seni anlatamıyorum
Derken, bu acının çaresizliğiyle hareket etmiş olmalıyım...
Sabahat Emir, annesinin vefatıyla birlikte içine düştüğü haleti ruhiyeyi anlatırken, yazmıştı ya, “Eskiler söylerler; insan, bir sevdiğini kaybedince yüreğinde kırkbir çıra birden yanarmış. Geçen her günde bir çıra sönermiş. Kalan bir çıra ise, ömür boyu yanar dururmuş... Gerçekten öyle! Zaman nelere kadir! Gün değil ama geçen yıllarla birlikte gerçekten kırk çıra söndü gitti. Bir daha gülmem eğlenmem, kolay kolay yiyip içmem sanıyordum. Zamanla güldüm de, eğlendim de, yiyip içtim de...
Ama o kırkbirinci çıra var ya... O, hiç sönmüyor!” diye; işte ben de o kırk birinci çıranın yakıcılığındayım.
Anladım ki; anneler, çileyi yüreklerine hapseden meleklerdir...
Sevgi yüklü sözcükler, candan dökülür dudaklarından...
Çocuklarına kızmayı beceremez çoğu, dilleri dolaşır...
Elvermez yürekleri kem söze...
Beddua değil hep dua ederler; dünyayı güzellikler sarsın diye...
Ölüme bile başka gider anneler...
Dirileri gibi ölüleri de üzmesin ister çocuklarını...
Ellerinde olsa ağlatmazlar arkalarından...
Anneler erken öğrenir sevginin gücünü, altında ezilirler o yükün...
Çocuklar geç kalır anneye ulaşmakta...
Ulaştıklarında da iş işten geçmiştir...
Bu gecikmişliğin acısıyla olsa gerek, annemi kaybettiğimde isyanım ‘kar’aydı!:
Delirmiş rüzgar
Sanki kıyamet var
Bir kar, bir kar
Her yer kar beyazı
Her şey gül beyazı
Dünya dün dipdiri
Pırıl pırıldı
Bugün kolu kanadı kırıldı
Yaşlandı birden
Saçları ağardı
Benim gözlerim kan çanağı
Bölünmüş ikiye
Sanki kesilmiş nar
Bir kar, bir kar
Önce çullanıyor üstüme ölümüne
Sonra yorulup düşüyor yere
Tane tane
Kar bugün bembeyaz
Kar bugün kara bela
Ne yol ne iz kaldı
Azrail dün annemi
Kar bugünümü zorla aldı
Çocuklar büyüyor ‘adam’ oluyor ama adamlar küçülüp çocuk olamıyor...
Sadece annelerin ölümü çocuklaştırıyor koskoca adamları!
Son pişmanlığın fayda etmediği anların yıkıntısından kurtulmak istiyorsanız annenizin kıymetini bilin...
Çünkü:
Annelerin ölümü ışığın sönmesidir
Karanlıkta kalana Allah yardım eylesin
Devri daim şeklinde hayatın dönmesidir
Bu acıyı yaşamam diyen varsa söylesin
(Seyirbaz’dan özet)