Güzel Ülkemin Güzel İnsanları Merhaba;
Ben hep derim ki, “Şu sosyal medya denen olgu; düzgün, seviyeli ve amacından saptırılmadan kullanılması halinde ne kadar güzel, yararlı, insan ve oğlu için bulunmaz bir nimet, hatta bazen neredeyse başucu kitabıdır” diye.
Bundan yaklaşık dört ay öncesiydi. Sosyal medya üzerinden Memleketim Kırşehir’in yetiştirdiği değerlerden biri olan rahmetli halk Ozanımız Şemsi YASTIMAN’ın akrabalarına bu vesileyle ulaşmıştım mesela.
Bendeniz, ne zamandır unutulmaya yüz tuttuğunu sezdiğim Üstadın hayatını araştırıp detaylıca yazmak arzusundaydım. İşte gökte ararken yerde bulduğum, bu akrabaları ile sosyal medya üzerinden hemen irtibata geçerek, Ozanımız hakkında daha fazla bilgiler edinebilmiştim. Ve nihayetinde Üstadın hayatını bu bilgiler ışığında detaylıca kaleme almış ve neredeyse naçizane belgesel tadında bir yazı ortaya çıkarmıştım. Daha ne olsun…
Hala bu sosyal medya bana istikrarlı bir biçimde yazı yazdırmaya devam ediyor desem ne dersiniz? Sizi bilmem ama ben buna ‘Allah-vesselam’ derim. Durun daha bitmedi!
Yine sosyal medyadan bir arkadaşım sayfasında, bu güne kadar adını hiç duymadığım Türk yazar, çevirmen, sosyolog ve ODTÜ’de Öğretim Üyeliği yapmış Ulus BAKER adında, işte asıl yerli ve milli filozofumuz diyebileceğim bir dehadan söz ediyordu. Okudum, bu dehanın ömrü kadar kısacık olan yazıyı… Zira bu zat kırk altı yaşında vefat etmişti. Yazı uzun olsaydı okumayacak mıydım? Elbette okuyacaktım… Çünkü bu yazı çok canımı acıtmasına rağmen, keza merak da uyandırmıştı bende.
Bunu yazan arkadaşım YouTube’dan adı geçen filozofumuzun konuşmalarını içeren bir adres de vermişti. Hemen açtım ve izledim. Sanki bir macera filmi izliyordum… Yazarın değişik tarihlerde yaptığı bu konuşmaları yaklaşık iki saat sürmüştü ve ben hiç sıkılmamıştım. Ben diyorum ki; https://www.youtube.com/watch?v=ejMqDokSY5A Ulus BAKER’i bu adresten izleyin ve izledikten sonra eminim bana hak vereceksiniz…
Şimdi sizlerde ayrı bir merak uyandırdığımı biliyorum. “Tamam Ulus BAKER’i anladık da, kimmiş senin bu arkadaşın” dediğinizi duyar gibiyim.
Bu arkadaşım, benim gibi gazete ve dergilerde köşe yazarlığı yapan, aynı zamanda ‘Düz Adam’ adlı dumanı üstünde yeni bir kitap çıkaran Sayın Bekir YILDIZ’dır. Geleceğin, kesinlikle dahiyane yazarlarından biri olacağına inandığım, aydınlık yüzlü, gözü pek, genç ve pırıl pırıl bir arkadaş Bekir YILDIZ. Buradan kendisine selam, sevgi ve teşekkürlerimi sunuyorum.
Eyvah eyvah bakar mısınız! Ben esasında bu genç yazar arkadaşımın öyle bir yazısı var ki, asıl onu paylaşacaktım sizlerle. Ah Ulus BAKER ah! Senin bu hayatın var ya, benim aklımı başımdan aldı gerçekten de… Allah’ım seni rahmeti ile nurlandırsın, mekanın cennet olsun.
Sıkılmadınız değil mi dostlar? Gelelim asıl meseleye… Haydi öyleyse şimdi sıkı durun…
İşte bu genç arkadaşım Bekir YILDIZ’ın oldukça güncel, hatta beni/bizleri yakından ilgilendiren “Mavi Mürekkep” adlı yazısını sizlere aynen aktarmak istiyorum. Gerçek sever, aydınlık yüzlü, ne olursa olsun asla kalemini satmayan gazetecilerin kanayan yarasını ve bilindik sorununu anlatan bir yazıdır bu. Size iyi okumalar diliyorum.
Sevgi ve muhabbetle kalınız efendim…
Okul ve iş ile alakamın olmadığı bir dönemde şu an kapanmış olan bir gazetede yazılar yazıp harçlığımı çıkarıyordum. İşler başta iyi gidiyordu. Yazılar beğenildi, satışlar arttı. Doğruları açık ve net dille okumak, okuyucuların hoşuna gidiyordu. Doğal olarak doğruları yazmanın bir cezası vardı. Yediği naneleri yazdığım yerel yöneticiler gazeteye telefon etmeye başladılar. ‘’Adam akıllı yazsın, size aylık şu kadar reklam parası ödüyorum’’ diyorlardı. Patronun sekreteri çaktırmadan söylüyordu bana konuşulanları. Mecbur söyleyecek, kıza şiir yazmışım. Hem de kâğıt kalemle, akıllı klavye ile değil. Sonra patron bana birkaç uyarıda bulundu yazılarım konusunda. Daha sonra ısmarlama yazılar yazmamı istedi. O, belediye başkanı adayını söyleyecek bende köşe yazılarında onu övecekmişim. Tek cümlelik bir istifa mektubu yazdım ve işten ayrıldım. ‘’Gazetenizde kırmızı mürekkep bulunmadığı için istifa ediyorum.’’ Sekreter üzüldü, arka arkaya 2 Camel içti. Gazetenin sahibi aslında iyi adamdı. Mektubu alınca beni aradı. ‘’Kardeşim yirmi çeşit mürekkep var gazetede, böyle istifamı olur, belli ki ayrılasın var, doğru söyle, başka gazeteyle anlaştın değil mi, kızmayacağım. ‘’ Hiçbiri ile alakası olmadığını söyledim. ‘’Maddi konuda sıkışırsan burada bir ağabeyin var unutma dedi.’’ Dedim ya iyi insandı. Aradan biraz zaman geçti. Kim olduğunu söylemeyeyim ayıp olur, Camel marka sigara içen bir bayan beni aradı. Patron gazeteyi kapatmış Almanya’ya gitmiş. Kâğıt sektörü ile ilgili bir iş kuracakmış. Ülkeden gittiğini öğrenince üzüldüm ve ona istifa mektubumda yazdığım kırmızı mürekkep olayının nereden geldiğini anlatan bir mail gönderdim. Olay şöyleydi;
Alman işçisinin biri Sibirya'da bir iş bulur. Mektupların sansürcüler tarafından okunacağını bildiğinden arkadaşlarına şöyle der: "Aramızda gizli bir haberleşme sistemi belirleyelim, benden aldığınız mektup mavi mürekkeple yazılmışsa doğrudur, kırmızı mürekkeple yazılmışsa yanlıştır." Bir ay sonra arkadaşları ilk mektubu alırlar, mektup mavi mürekkeple yazılmıştır. "Burada her şey harika, dükkânlar mal dolu. Yiyecek bol. Apartman daireleri geniş ve güzel ısınıyor. Sinemalar batının filmlerini gösteriyor. Kızlar çok güzel. Burada tek bulunmayan şey kırmızı mürekkep!
Şimdiki yalaka basına ve beceriksiz siyasetçilere baktıkça sokağa çıkıp ‘’kırmızı mürekkep bitti mi?’’ diye bağırmak geliyor içimden… Biz en sonunda Sohrab Sepehri’nin dediğini yapalım dostlar. Siyasetçilerin yerine ağaç dikelim, en azından hava tazelensin. Korkuluk diye de basını dikeriz.