(24 YIL ÖNCE de bugün olduğu gibi hizipler, kongreler, ihraçlar, istifalar yaşanıyordu. Bakalım neler olmuş? Sanki bugün!)
***
18 Nisan 1999 seçimlerinde barajı aşamayarak Meclis dışında kalan Türkiye’nin en eski ve köklü partisi CHP, Genel Başkan Deniz Baykal’ın “zorunlu” istifası ve ardından yaşanan gelişmelerle bölünmenin eşiğine geldi...
Halbuki Baykal’ın istifası sonrasında Genel Başkanlığa getirilen Altan Öymen, verdiği mesajlarla partilileri rahatlatmış ve partinin ilk seçimde yeniden TBMM’ye girebilmesi için bir yeniden yapılanma operasyonu başlatmıştı.
Ancak gidişatı, taraftarlarının tasfiyesi olarak algılayan Deniz Baykal, çekildiği köşesinden sahneye çıkarak yeniden CHP’nin başına geçmişti.
Baykal’a Genel Başkanlık yolunu bir kez daha açan gelişmeler, 30 Eylül 2000’deki kurultayın, Öymen yönetimi tarafından tüzük değişikliği ile yetinmeyip seçimli bir havaya sokulması ile başlamıştı.
Siyasi geçmişi mücadelelerle dolu olan ve adı bu mücadeleler yüzünden “hizipçi”ye çıkan Deniz Baykal, amacına ulaştıktan sonra gülücükler dağıtarak verdiği mesajlarla, CHP’ye sinen pasifliği aktifliğe dönüştürmeyi yeğledi.
Ancak bunun kolay olmadığını kendisi de biliyordu. Kısa süre içinde parti içi çekişmeler su yüzüne çıktı. Birbiri ardına disiplin cezaları, ihraç kararları ve istifalar başladı.
SEBEP ÇOK, ÇÖZÜM YOK...
Kimi sebep olarak, Deniz Baykal’ın partiyi götürdüğü noktayı eleştiriyor ve “halk yoksulluk içinde kıvranırken, CHP’nin gündemi evliyalar” oldu diye tepki gösteriyor, kimi de muhaliflerin tasfiye edilmek istendiğini öne sürüyordu.
Deniz Baykal’ın daha altı ay öce kedi taraftarlarını tasfiye etmekle suçladığı isimler, şimdi aynı suçlamayı Baykal’a yöneltiyordu.
Bu arada, partiye genel başkan olarak hizmet vermiş isimler sık sık ev toplantıları ile bir araya geliyor ve Baykal yönetimine karşı geliştirilecek stratejiyi görüşüyordu.
Muhalifler, yaptığı görüşmeler sonunda Deniz Baykal’a verilmek üzere bir mektup hazırlıyor ve zarfı, “en kıdemli isim” olarak Cezmi Kartay götürüyordu Deniz Baykal’a...
Altan Öymen, “Ertesi günü gazetelerden mektubu açmadığını öğrendik” diye, hayıflanırken; Genel Başkan Deniz Baykal, “bir sıkıntısı olan gelir yüz yüze görüşür” şeklindeki sözleriyle, muhaliflerin kullandığı yöntemi yadırgadığını ifade ediyordu...
BAYKAL KARARLI...
Ancak, iş bu kadar basit değildi... Fikri Sağlar’ı disiplin kuruluna gönderme, Mehmet Moğultay’ı Parti Meclisi’nden ihraç etme girişimleri öyle küçümsenecek şeyler olamazdı.
Partinin başına bir işler geleceği çoktan belli olmuştu ama bunun ne olacağı ve ne zaman gerçekleşeceği merak ediliyordu.
Belki de bu bilinmezlik sebebiyle, muhalifler “can simidi” olarak gördükleri Erdal İnönü’ye gidip, kedisini yine “arkadan iterek” politikaya sokup, Baykal’a karşı güçlü bir cephe oluşturmak istemişler, ama bunda başarılı olamamışlardı.
Tüm bunlar olurken, Şeyh Edibali’den Hacı Bektaşı Veli’ye, gündemdeki tarikat şeyhlerinden Ahmet Yesevi’ye uzanan bir kulvarda “fikir koşturan” Deniz Baykal, “Parti içinde bazı derebeylikler oluşmuş... Bu derebeylikleri yıkacağım” sözleriyle, bir alamda tasfiye hareketini doğrularken; bu konudaki kararlılığını da en keskin biçimde dile getiriyordu.
Gelişmeler bu noktaya varınca ne oldu? Neler olmadı ki...
Genel Başkan Deniz Baykal ve genel merkezin izlediği yeni politikayı onaylamadığını söyleyerek Parti Meclisi üyeliğinden istifa eden Prof. Emre Kongar’ı, partinin ağır isimlerinden Erdal İnönü ve ardından da Mehmet Moğultay’ın CHP’den istifaları izledi.
İNÖNÜ: BEN YOKUM...
Erdal İnönü’nün istifasını “neden bırakıyorum?” başlıklı yazısı ile ayrıntılı bir biçimde izah etmesi, artık dönülmez bir yola çıkıldığını ve bir ikna yöntemi bulunmazsa bundan sonra CHP’deki oyunun İnönü’süz oynanacağını gösteriyor.
(…)
HAYRA ALAMET DEĞİL...
Gündemdeki ilçe kongreleri öncesinde yaşanan bu hareketlilik, hayra alamet değildi...
Nitekim Baykal her ne kadar “Küskünlükle parti kurulmaz” dese de, ok yaydan çıkmış gibi görünüyor.
Baykal, “Kimse ayrılmasın isterim. Ayrılmasınlar diye ne varsa yapmak isterim. Umarım kimse ayrılmaz” sözlerinde ne kadar samimi bilemeyiz; ancak, “Siyasi partiler, birtakım politikacıları bireysel mutsuzlukları, küskünlükleri, kızgınlıkları üzerine kurulamaz. Kurulur da, o siyasi parti olmaz” değerlendirmesindeki haklılığının, dikkate alınacağına ihtimal vermek pek mümkün değil...
YENİ BİR PARTİ KAÇINILMAZ (MI?)
CHP içinde kaynayan kazanın parti dışına atmaya başladığı isimlerin mazisi düşünülecek olursa, bu isimlerin siyaset dışında kalmasını beklemek de pek mümkün görünmüyor...
Kaldı ki, yeni oluşumlardan, yeni partilerden sıkça söz edildiği bir ortamda, yeni bir sol partinin habercisi olan bu gelişmeler, muhtemel bir erken ya da zamanında yapılacak genel seçimlerde CHP’nin yine TBMM dışında kalması ihtimalini güçlendiriyor.
Du bakalı nolcek?!
***
NOT: Öncesinde olduğu gibi 1999 - 2023 arasında 24 yıldır aynı filmin defalarca izlenmesi, bu gelişmeler sonucu CHP içinden çok sayıda parti doğması, aynı şeylerin bugün de yaşanıyor olması ilginçten de öte bir hal ve gidiş değil mi? Aklı eren beri gelsin!