Dizeleri aforizma olarak postlardan duvarlara geniş bir coğrafyada dolaşan, portreleri ve denemeleriyle düzyazıda da "başyapıt" kıymetinde eserler ortaya koyan bir şair Cemal Süreya.
Nüfus cüzdanında adı “Cemalettin Seber” yazan şair, gerçek adını eserlerinde hiç kullanmamıştır.
“Şehir” dergisinde yer alan röportajında Beyoğlu’ndaki ilkokulunun ikinci sınıfındayken adından, okulundan, mahallesinin ve sokağının adından utandığını söyleyen Cemal Süreya, bunu şöyle açıklıyor:
“Düşün: adım Cemalettin, soyadım Seber (ki anlamı yok, herkes yanlış anlıyor); Pürtelaş Mahallesi’nde oturuyoruz, pürtelaşın anlamını da bilmiyorum, sokağımızın adı da Tavukuçmaz... Okulum da ahşap bir yapı; A, B, C diye şubeleri olmayan çok küçük bir oku.”
İlkokulda bir dergi çıkarmaya karar verdi.
Ancak baskı makinelerinin azlığı, var olanların kalitesizliği buna imkân sağlamadı.
Ama yine de yılmadı Cemalettin, yakın dostu Altan Günalp ile birlikte yazılarını elle yazdığı, resimlerini kendi çizdiği okul dergisini yine de çıkardı.
Çok iyi bir şairdi, kompozisyonu da bundan aşağı kalır değildi ama sayılarla sorunu vardı.
Saatin kaç olduğunu 5. sınıfta öğrendi.
En kötü dersi resimdi, birkaç kişi hariç tüm sınıfın kompozisyon ödevini o yapardı.
Ortaokulda 100 metre koşusuna katıldı.
Yarışmada birinci gelen Cemalettin’e kalem hediye edildi.
Böylece ilk dolma kalemine sahip olmuştu.
Yazar olmaya karar verdiğinde bir yazara yakışır ad bulmaya kalkıştı ve Cemalettin’i kısaltarak yanına “Süreyya”yı ekledi, zamanla “Seber” soyadından vazgeçti.
Cemal Süreya, Muazzez Akkaya, Sezai Karakoç…
O zamana kadar birbirinden habersiz olan bu üç gencin yolları, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde kesişir.
Cemal Süreya ve Sezai Karakoç yazdıkları şiirlerle adlarından yavaş yavaş söz ettirmeye başlarlar.
Cemal'in tahtaya yazdığı şiirlerin ardı arkası kesilmez.
Sezai gönlüyle, gözleriyle şiir yazar.
Muazzez'in cebinde her gün imzasız bir şiir.
Bütün bunların tek bir sebebi vardır:
Geyveli muhacir kızına duyulan büyük aşk.
Cemal ve Sezai'nin aynı kişiye âşık olmaları bir süre sonra rekabete döner ve gençler aralarında iddiaya girerler.
İddiayı kaybeden bu yenilginin izini bir ömür boyu taşıyacaktır.
Kaybedenin soyadından bir harf sildirmeye karar verirler.
Sezai kaybederse KARKOÇ, Cemal kaybederse SÜREYA olarak yaşamlarına devam edeceklerdir.
Ve Sezai amacına ulaşır, hem sevdiği kadına kavuşur hem de soyadını korur.
Ancak Muazzez iddiayı öğrenir ve Sezai Karakoç ile olan gönül bağını koparır.
Bunu kaldıramayan Muazzez, okulu bırakıp memleketi olan Geyve’ye geri döner.
Sezai Karakoç bu duruma çok üzülür ve Muazzez Akkaya’ya ithafen Mona Rosa’yı yazar.
“Mona Roza siyah güler ak güller
Geyve’nin gülleri beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller ak güller”
Gizemlerle dolu bir şiirdir Mona Rosa.
Şairinin gönlündeki karşılığı “tek gül”dür.
14 kıtalık şiirinde aşk, sevgi, hasret, itiraf ve sitem vardır.
Ancak kimse çok uzun bir süre Mona Rosa’daki sihri çözememiştir.
30 yıl sonra anlaşılır şiirin kıta başlarındaki harflerin yan yana getirilmesinden “Muazzez Akkaya’m” isminin ortaya çıktığı…
Üç arkadaş arasında hazin aşk hikâyesi geriye onlarca şiir bırakarak hatıralarda kalır.
Dostoyevski hayranı olan Süreya, Rus yazarın eserlerini defalarca okumuştur.
Büyük şair, edebiyata olan tutkusunu annesinden; yaşama enerjisini babasından almıştır.
Babası Hüseyin Seber’in ölümünden sonra yıkılan büyük şair “Sizin hiçbabanız
öldü mü” şiirini yazmıştır:
“Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü, kör oldum…”
Tomris Uyar Cemal Süreya’yı şöyle anlatır:
“Feodal değil. Evine bağlı, evinde olmayı, çalışmayı çok seven bir adam. Son derece şefkatli. Söz gelimi nezle olayım, çaylar yapar, ilaçlar… O güne kadar kimsede görmediğim bir şey. Ciddi bir ilişkide kendini çok koruyan, monogam bir erkek. Aldatması söz konusu değil.”
Kendine özgü söyleyiş biçimi ve şaşırtıcı buluşlarıyla, zengin birikimi ile duyarlı, çarpıcı, yoğun, diri imgeleriyle İkinci Yeni şiirinin en başarılı örneklerini verdi.
Ölümünden sonra onun adıyla bir şiir ödülü verildi.
Şiirin köşe taşlarından Cemal Süreya'yı 9 Ocak 1990'da kaybettik.
Gelelim "Y" harfinin akıbetine.
Cemal Süreya'nın "Y"sini zamanın genç şairi Süreyya Evren 1991 yılında sahiplenir ve yazılarını Süreyyya Evren olarak yazar.
Cemal Süreya’nın ölümsüz sözleriyle son veriyorum satırlarıma…
“Gözlerinin kahvesinden koy ömrüme,
Kırk yılın hatrına “sen” kalayım...”