Geçen gün Kamu Yönetimi Araştırma Derneği (KAYAD) Genel Merkezinde "Sosyolojik Olarak Toplumsal Yapımız ve Aile Değerleri" konulu semineri dinledik. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Profesörü Özcan Güngör Hocamızın sürükleyici ve aynı zamanda konuşmasına fıkra ile espri kattığı seminer sunumundan istifade eyledik.
Öncelikle böyle önemli bir konuda bu semineri tertip eden adı geçen dernek yetkililerini ve sunumları için Özcan Güngör Hocamızı tebrik ediyorum. Tüm dinleyicilere de hassaten teşekkür ediyorum.
Herkes o akşam 2 saatten fazla süren o sunumu can kulağı ile dinledik.
Bu ülkenin toplumsal yapısı ve aile değerleri çok mühim.
Hoca seminerde anlattı.
Batılılar bizim iki büyük gücümüzü çok önceden, Osmanlı’dan beri tespit etmişler.
1-Aile yapımız ve toplumsal dayanışma.
2-Askeri gücümüz.
İşte bu toplumun iki büyük kuvveti.
Bu kuvvete sahip olan bir toplumu elbette dışarıdan topla tüfekle yıkmak mümkün değildir. (Ancak, birazdan özetini okuyacağınız Papaz’ın mektubunun işaret ettiği üzere bu toplumu içeriden yıkmışlardır.)
Seminerde Hoca’nın belirttiği üzere, bizim toplumda da elbette geçmiş yıllara göre bozulmalar ve aile yapımızda sarsılmalar olsa da Avrupa ülkeleri arasında boşanma oranlarının en düşük olduğu ülke Türkiye’dir.
Profesör Özcan Güngör Hoca “Avrupa’da ve Amerika’da 18 yaşını geçmiş bir bireye ailesi bakmaz, o artık aileden dışlanır” dedi. Ancak bizim toplumsal değerlerimiz ve aile yapımız, yaşa-başa bakmaz ve ailenin tüm bireylerini hep koruyucudur. Özellikle zayıf ve güçsüz olan aile bireyleri bizde korunur.
Gerçekten de öyle. Bizim aile yapımızda çocuklarımız ve gençlerimiz her daim ailede, yaşı 30 olsun, 40 olsun, hep aynı ailenin bir ferdi olarak korunur.
Bu özellik bizde var.
Ancak son yıllarda, Özcan Güngör Hocamızın da dikkat çektiği gibi ülkemizde dijital teknoloji, son model cep telefonları, bilgisayar, internet ve TV’lerdeki zararlı programlar aile yapımızın içine yerleştirilmiş birer dinamit gibidir ve değerlerimizi ortadan kaldırmaktadır.
Ailelerde dahi artık bireyselleşme arttı ve iletişimsizlik çoğaldı.
Bunun nedeni elbette çağımızın dijital teknolojileridir.
Dijital teknolojiler ve kapitalist dünya aile değerlerimizi ve toplumsal yapımızı silindir gibi ezdi geçti.
Tabi ondan önce de bu toplumun aile yapısını ve toplumsal değerlerini kendi ellerimizle de tahrip ettik.
Kendi ellerimizle derken elbette kendimi kastetmiyorum.
İçimizde bizden görünenler Batılılar ile bir oldular ve asırlardır bizi biz yapan değerlerimizi tahrip ediyorlar. Özcan Güngör Hoca’nın da o akşamki seminerde belirttiği üzere, Cumhuriyet’in ilk yıllarında özellikle Türk kadınının ve aile yapısını bozmak üzere özel gayretler ve güzellik yarışmaları tertip edilmiştir. “Burnunun ucunu göstermekten utanan Türk kadını açık-saçık kıyafetlerle yarışmalara sokulmuştur.”
Belçika’da 1932 yılında Güzellik Yarışmasına katılan Keriman Halis’in o açık-saçık halini gören Belçika’daki jüri heyetinin başkanı yüksek sesle şöyle konuşuyor: “Bu kadın, yani Keriman Halis birincidir. Yarışmaya gerek yok” diyor. “Niye” diye sorduklarında, “Haçlılar olarak bin yıldır Türk toplumunu bu hale getirmek için dışarıdan uğraştık, başaramadık, Türk Kadınını açamadık. Bakın kendileri açılmış-saçılmış. Bundan daha büyük başarı mı olur” diye cevap vermiştir.
Evet, gelelim şu Papaz’ın mektubuna.
Osmanlı ve Rus savaşları çok bilinen tarihi gerçeklerdendir. Toplam 14 savaşımız var Ruslarla.
Bu 14 savaşın 7’sini biz kazandık, 7’sini onlar.
Yazımın başında Batılılar bizim iki büyük gücümüzü çok önceden, Osmanlı’dan beri tespit etmişler, bunlardan biri “aile yapımız ve toplumsal dayanışma anlayışımız” demiştik ya.
Elin gavuru boş durmuyor.
Fener Patriği V. Gregorius’un, Rus Çarı II. Alexander’a yazdığı uzun bir mektup var.
O mektupta o papaz diyor ki, “Ey Çar, sen Türkleri savaşlarda yenmek ve mağlup etmek istiyorsun amma bunun yolu öyle değil. Türkleri içeriden güçsüz düşürerek ve aile yapısını, toplumsal değerlerini bozarak ancak yenebilirsin.” Evet, Ülkemizdeki bir Yunan Papaz Rus Çarı’na bir mektup yazarak akıl veriyor.
Papaz bizim toplumu iyi gözlemlemiş ve gerçekleri net olarak görmüş. Papaz diyor ki; “Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir. Çünkü Türkler çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır. Gayet mağrurdurlar ve izzet-i nefis sahibidir. Bu hasletleri de dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden ananelerinin kuvvetinden, padişahlarına, kumandanlarına, büyüklerine olan itaatlerinden gelmektedir. Türkler zekidirler ve kendilerini müspet yolda sevk ve idare edecek reislere sahip oldukları müddetçe de çalışkandırlar. Gayet kanaatkârdırlar. Onların bütün meziyetleri, hatta kahramanlık ve şecaat duyguları da ananelerine olan bağlılıklarından, ahlaklarının salâbetinden gelmektedir. Türklerde evvela itaat duygusunu kırmak ve manevi bağlarını yok etmek, dini metanetlerini zaafa uğratmak icap eder.”
Rusya’nın İstanbul Sefiri General İgnatiyef’in hatıralarında da yer alıyor bu mektup.
İşte o mektup Osmanlı Hükümetinin eline geçmiş ve Patrik “ihanet”ten yargılanarak idam edilmiştir. Yıl: 22 Nisan 1821. O Papaz’ı daha doğrusu o Patrik’i nerede astık biliyor musunuz? Fener Rum Patrikhanesinin tam giriş kapısının önünde astık. Ve o kapı hâlâ kapalı. Ve Yunan Papazlar halen Fener Patriği V. Gregorius’un (astığımız Papaz’ın) yasını tutuyorlar.
Papazlar bilinçli ve adamlar kararlı. Halen asılan o Papaz’ın davasını güdüyorlar ve bize kin bileniyorlar. Biz ne yapıyoruz? Yuna’a özeniyoruz, Rum’a özeniyoruz, Batılıları taklit ediyoruz.
Bizi ne hale getirmişler de haberimiz yok.
Haberimiz var da “arsızlığımızdan, duyarsızlığımızdan mı kale mi almıyoruz, tüm olup bitenleri, umursamıyor muyuz?”
Sahi ya! “Bu toplumu kim böyle arsız, duyarsız etti?”
İnşallah bu soru etrafında düşünürüz.
Sorması benden düşünmesi sizden.