Atatürk ve ekonomi

Emine Baştuğ

Bilirsiniz ki; şimdiye kadar olan tüm panel veya sempozyumlarda, 10 Kasımlar ve milli bayramlarda Atatürk’ün hep devlet adamlığı, askeri dehalığı, başöğretmenliği, hatta bilim adamlığı yönü bile anlatılmıştır. Ama O’nun iktisadiyat yönünden pek bahsedilmemiştir.

Şimdi ben sizlere Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün pek anlatılmayan/bilinmeyen işte bu ekonomist yani iktisadiyat yönünü anlatmaya çalışacağım.

Yazıya başlamadan önce Atatürk’ün bu konuyla ilgili bence en can alıcı diyebileceğim bir sözünü aktarmak istiyorum: “Ekonomik kalkınma, Türkiye’nin hür, müstakil, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin belkemiğidir…”

Atatürk, siyasi bağımsızlık ile iktisadi bağımsızlığı hep birbirine eşdeğer görmüştür. O’na göre bir ülkenin ayakta dimdik durabilmesi için o ülkenin iktisadiyatının (ekonomisinin) çok güçlü olması gerekmektedir. Siyasi çöküş başladığında iktisadi çöküş de başlar.

Bu yüzden Atatürk, bir ülkenin ekonomik yönden ele geçirilmesinin kılıçtan daha keskin olduğunu söyler. İşte burada da şu manidar sözleri sarf eder;  “Gerçek işgaller kılıçla değil, sabanla yapılır.” Gelişmiş ülkelerin hikâyelerine bakılırsa hakikaten de saban, kılıçtan hep üstün gelmiştir.

Atatürk, yine konuyla ilgili ve son yıllarda özlediğimiz hasletlerden olan muhteşem bir söz daha söylemiştir: “Ulusal ekonominin temeli tarımdır.” Haydi buyurun buradan yakın! Koca Gazi Paşa yanlış mı biliyor acaba? Şimdiki tarım politikamıza bakılınca, hem şaşırıp hem de üzülmemek elde değil. Ülkemiz nerelerden nerelere geldi demekten kendimi alamıyorum doğrusu…

Atatürk’ün yukarıda söylediği her iki sözü günümüze uyarlarsak, ülke tarımımızın çökertilmesinin, böylesine verimli topraklarımız olmasına rağmen dışarıya bağımlı hale getirilmesinin bilinçli yapıldığı/yaptırıldığı da aklıma gelmiyor değil hani! Bakın top ve tüfek kullanılmadan işler hal yoluna nasıl da konuyor görüyorsunuz. Zira bir ülke tarım ve sanayisiyle kendi kendine yetiyorsa, o ülke zengin bir ülkedir. Varın gerisini siz düşünün artık…

……

İskoç filozof ve ekonomist Adam Smith’in “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” sözü hiçte Atatürk’e göre bir söz değildir.  Atatürk, hür teşebbüs ve serbest dolaşımı savunan bu liberal söylemi asla benimsememiştir.

Atatürk’ün ekonomik yönden izlediği tek yol iktisaden bağımsız olmak ve kapitülasyonları kaldırmak olmuştur. Dolayısıyla hep bu minvalde “Milli bir iktisat güdeceğiz” diyordu. Çünkü biliyordu ki; ekonomik bağımsızlık olmaz ise siyasi bağımsızlık asla olamazdı.

Daha sonraları II. Abdülhamit zamanında kurulan ve “Genel borçlar” anlamına gelen Düyun-u Umumiye idarelerini Atatürk hep bir  “bela” olarak nitelemiştir. Sözde Osmanlı’nın dış borçlarını denetleyen bir kurumdur. Ama zamanla Düyun-u Umumiye devlet içinde devlet olmaya başlamıştır… Kısa sürede devlet gelirlerinin üçte birini yönetecek hale gelmiştir.  Ancak, Lozan Antlaşması ile ülkemiz bu beladan kurtuluyordu.

Dolayısıyla, size anlatacağım gelişmelerin ışığında, Atatürk dönemi ekonomi politikasını, bu konudaki literatüre uygun olarak, 1923-1929 ve 1929-1938 yılları olmak üzere iki bölümde incelenmesi gerekmektedir. 1923-1932 dönemi serbest piyasa ekonomisi izlenmiş olup, 1932-1938 yılları arasında ise devletçilik ağır basmıştır.

Atatürk’ün, Türk toplumunun güçlü ve mutlu olmasını sağlayacak amaçlar etrafında temelleri atılmış bir ekonomi ve sosyal politikası vardı.

TBMM’nin kurulduğu 23 Nisan 1920’den itibaren, Kurtuluş Savaşı’nın, bütün ulusal özverileri üzerine çeken zor koşullarına karşın, Mustafa Kemal tarafından tespit edilen bu genel politika, Türk Milletini kayıtsız şartsız siyasi bağımsızlık hedefine götürecek yolun, ancak ekonomik bağımsızlık ve güç sağlayacak bir iktisadi kalkınma ile sağlanabileceği üzerine temellendirilmiştir.

Kendisinin bu genel ekonomik politikası, onun 17 Şubat 1923 tarihinde İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nin açış konuşmasında en özlü ifadesini bulmuştur.

Türkiye İktisat Kongresi’nin toplanma amacı, savaştan yorgun çıkmış olan ekonomik, kurumların ve aktörlerin birbirlerini tanımalarını sağlamak, ihtiyaçlarını saptamak, iktisadi konular üzerine dikkatleri çekmek ve iktisat politikalarını da bu sonuçlara göre belirleme isteğidir.

Misak-ı İktisadi adı da verilen bu kararlar, yurt içi sanayi kurmayı ve geliştirmeyi amaçlayan, özel girişime öncelik veren ve mülkiyet haklarına saygılı bir ekonomik sistemi oluşturmayı amaç edinmiştir.

Toplanan İzmir İktisat Kongresi’nin hedefi özetle; siyasal bağımsızlığın ekonomik bağımsızlıkla tamamlanması ve Türk girişimcilerin güçlendirilmesiydi.

Türkiye Atatürk döneminde, ekonomik kalkınma mücadelesine çok olumsuz koşullardan başladı. Kalkınma modelini Türk Devrimi’nin ruhuna uygun bir tarzda demokratik bir yöntemle belirledi.

Bütün bunlar yapılırken, bir bankaya ihtiyaç duyulmuştur. İşte ilk sanayi bankası olan İş Bankası böylelikle 1924 yılında kurulur. İlk defa da Celal Bayar başına getirilir.

……

Tam da burada sizlerle bir bilgiyi de paylaşmakta mahzur görmüyorum. Atatürk’ün milli iktisadiyat görüşleri, Türk yazar, toplumbilimci, şair ve siyasetçi Ziya Gökalp’in görüşleri ile birebir örtüşmektedir. Ayrıca; “Türk milliyetçiliğinin babası” olarak anılan Ziya Gökalp için dünya lideri Atatürk “Fikirlerimin babası” deyimini kullanmıştır.

……

1930’lu yıllarda ülke devletçiliğe geçiş yapmıştır. Atatürk, ılımlı devletçilik ilkesini öngören mutedil devletçilik sistemini uygulamak istemektedir. Bu vesileyle Devletçilik tarihi bir zaruret olarak doğmuş olmaktadır.

1923-1929 yılları arasında her yıl dış borç açık verirken ve dünya ağır bir buhran geçirirken Türkiye devleti kalkınıyordu.  Şaşıracaksınız ama dünyadaki bu ekonomik krizden  en az etkilenen ülke, yeni kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti devleti olmuştur. Atatürk’le enflasyonsuz tam 15 yıl geçirilmiş, ortalama yüzde 4-6 reel büyüme hızı gerçekleştirilmiştir. Sanayileşmede yıllık ortalama büyüme hızı ise yüzde 10’a ulaşmıştır… Bu arada sanayileşme son hızla sürmekte olup, onlarca fabrika açılmıştır.

Ayrıca, havacılık alanında da gelişmeler yaşanmış, 1926 yılında Kayseri’de, ileri yıllarda DP hükümetince kapatılıncaya kadar 112 savaş uçağı üreten uçak fabrikası açılmıştır.

Gazi’nin “İstiklalini kaybetmenin en iyi yolu, sahip olmadığı parayı sarf etmektir” özlü sözünde yol haritasının ipuçları bulunan söz konusu on beş yıllık ekonomik mucizenin yapı taşlarını, kendine has bir yöntem görmekteyiz.

Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu döneminin iktisadi çöküşünü çok yakından incelemiştir. Bu yüzden Osmanlı’dan devraldığı ekonomik yapının çeşitli parametreleriyle çökmüş olduğunu biliyordu.

Yurt içi üretimin büyük bölümü, mevcut verimli ve büyük toprakların çok sınırlı bölümünde, tümüyle hava koşullarına bağlı olarak yapılan “tarıma” bağlıydı. Kapitülasyonlar ve dış borçlar, ülkeyi tam bir açmaza sokmuştu. Keza, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ağır bir Düyun-u Umumiye borcunu devralmıştı.

Hep sorulur, “Osmanlı’nın borcunu niye yeni Türkiye Cumhuriyeti devleti ödemiştir?” diye. Atatürk, ülke yönetiminde devamlılık söz konusu olduğundan ve genç Türkiye Cumhuriyeti devletinin dünya gözündeki kredibilitesinin sağlanabilmesi için Osmanlı’nın tüm borçlarını ödemiştir.

Yine her zaman ve her konuda olduğu gibi ama bu sefer, iktisat üzerine Atatürk’ün yüksek öngörüsü ve büyük devlet adamlığını bir kez daha aşağıdaki paragrafa bakarak anlayabilirsiniz.

Mustafa Kemal Atatürk’ün ekonomi politikasını anlayabilmek için, bu politikanın temelini oluşturan iki ilkeyi kaçırmamak gerekir. Bunlardan birincisi, her alanda olduğu gibi “Ekonomide de milliyetçilik” olup, Misak-ı Milli sınırları içerisinde kalan “Yurttaşlarının refah ve mutluluğunu sağlamayı”, ana hedef olarak kabul eder. Bu bağlamda önemli olan ilkeler, milli ekonomik çıkarların gözetilmesi, dış pazarlara ve yabancı ekonomilere bağımlılığın kaldırılması ve milli bir ekonominin kurulmasıdır.

Atatürk ülke yararına olduğu sürece yabancı özel sermayeye karşı olmadı. O sadece, imtiyazlı yabancı özel şirketlere karşı idi. Atatürk devletlerarası borçlanmalara da, uygun şartlarla sağlandığı vakit karşı çıkmadı. Uygun olmayan şartlarla sağlanmış olduğu için Osmanlı borçlarının tasfiyesiyle sonuçlanan bir dış borç idaresi, onun bu fikirlerinin kaynağı olduğu açıktı.

Yukarıda sözünü ettiğim 1929 buhranına kadar geçen süreye damgasını vuran ekonomi politikasının “maliye politikası” olduğu; kullanılan en önemli politika aracının da “teşvik politikası” olduğunu söyleyebiliriz.

Özetle, 1923-1929 yılları arasına ilişkin yukarıdaki gösterge sayıları; tüm varlığını peş peşe yaşanan I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda harcamış olan bir toplumun kurduğu “Yeni devletin başarı öyküsünü”, kendi olanakları ile yeniden canlanışını, kurumlaşmasını göstermektedir.

Sonuç olarak; bütün bu anlatılanlara bakarak, Atatürk’ün ekonomi politikasını şu veya bu ideolojide göstermenin büyük bir hata olacağını vurgulamak istiyorum. Ve O’nun yine güzel bir sözü ile satırlarıma burada son vermek istiyorum:

“Memleketi bayındır hale,  cennet hale getirecek olan ekonomik güç ve ekonomik alandaki himmettir. Milletimizi insanca yaşatacak bir iktisat devrinin aşılması lazımdır. Hepimizin arzusu şudur ki, bu ülkenin insanları ellerinde örnekleriyle tarımın, ticaretin, endüstrinin, emeğin, yaşamanın temsilcileri olsunlar, artık bu memleket böyle fakir ve bu millet hakir değil, memleketimize zenginler memleketi ve yeni Türkiye’nin adına da çalışkanlar diyarı denilsin. İşte millet böyle bir devri yüceltecektir ve böyle bir devrin tarihini yazacaktır…”

Selam, dua ve Atatürk’le kalınız…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.