Dünden bu yana kendimi toparlayamadım. Aklımdan bir türlü kovamıyorum. Kafamda beynimde çeşit çeşit senaryolar kurup, o senaryoları farkında olmadan oynuyor olmalıyım ki kendimi kendi kendime konuşurken yakalayıp acaba gören oldu mu? Olduysa tepkileri ne oldu? Düşüncesiyle çevreme bakıp, yüzleri tek tek kontrol ediyorum… Yatıyorum yatakta, kalkıyorum ayakta aklımdan bir türlü çıkaramıyorum. Eve dönüşte bizi ziyarete gelmiş büyük oğlanla hanıma olay esnasında benimle birlikte olan küçük oğlanla, küçük oğlanın dinmek bilmez gençlik heyecanının abartılarıyla defalarca anlattık. Gene de hırsımı alıp sakinleşemiyorum bir türlü…
Dün Avusturya ile diğer Hristiyan ülkelerin bazılarında adına Pfingsten denilen ve her yıl Osten bayramından sonraki yedinci haftanın ilk Pazar ve Pazartesi günü Hristiyanlarca kutsal gün resmi tatiliydi. Corona sonrası normal yaşama dönen Avrupa ülkelerinde dün de her taraf, Pfingsten tatili nedeniyle gene kapalıydı… Her zaman olduğu gibi gene Viyana’nın muhtelif yerlerinde bulunan bazı tekel bayileri ile gıda marketlerinin açık olduğunu biliyordum. Bizimle kalan küçük oğlanı da yanıma alarak ufak tefek alış verişimizi yapmak için arabamıza atlayıp, Praterstern bölgesine geldik. Oraya kadar neşemiz gayet yerinde, CD’de çalan türkülere şarkılara eşlik edip şakalaşarak bina dışındaki ilk bulduğum park yerine arabamı çektim. Her ihtimale karşı Kayıhan’ı arabada bıraktım. Alış veriş için gidip gelmemin en fazla on dakika süreceğini biliyordum… Kayıhan arkamdan bağırdı; “Baba gelirken bana döner alır mısın!”
Alış verişte geçirdiğim zaman on dakika bile sürmedi. Dönercinin yanına gelirken Kayıhan’ın koşarak bana doğru geldi; “Baba döneri boş ver polisler geldi, arabayı engellilerin park yerine park etmişiz, seni bekliyorlar” dedi. Mesafe zaten elli metre yoktu. Arabanın yanına geldiğimde polisler benimle birlikte aynı yere park eden diğer iki arabaya ceza yazmak istiyor, onlarda polislerden özür dileyerek ceza yamamamalarını rica ediyorlardı. Ricacıları “bir daha olmasın” diyerek ceza yazmadan gönderdi. Ben de özür dileyip arabama binmek istediğimde beni durdurup, ehliyet ruhsat istedi. La havle çekip, ehliyeti ruhsatı, benden ehliyet ruhsat isteyen kızılsakallı polise verdim. Birisi kadın üç kişiydiler… Öyle ya, diğerlerine farklı bana neden farklı davranıyordu? Kızılsakallı polis, ehliyetime bakıp telsizle gerekli yerlerden benimle ilgili bilgileri alırken, kadın polis sanki çapraz sorgudaymışım gibi bana çeşitli sorular sormaya başladı! Ben cevap verirken Kayıhan patladı; “Neden diğerlerini gönderip, bizi tutuyorsunuz, bize açıklayın! Yoksa saçımızın gözümüzün rengi sizi rahatsız mı etti?” dedi. Kayıhan on sekiz yaşında liseye gidiyor seneye üniversiteye başlayacak iki yıldır da dövüş sporları yapıp, turnuvalara katılıyor, benim korkum Kayıhan’dan, genç heyecanlı haksızlığa tahammülü yok. Zaman zaman Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde polislerin yabancılara bilhassa Türklere karşı düşmanca tutumlarının, tavırlarının istenmeyen olaylara neden olduğunu gazetelerden okuyup, televizyonlardan izliyoruz… Kayıhan’ı Türkçe, susmasını başımızı belaya sokmamasını söyleyerek azarladım. Polise; “ne demek oluyor bu, ben emekli öğretmenim, eğer Milli Kütüphaneye giderseniz benim kitabımı, gazete yazılarımı bulursunuz” dedim. Ben kadın polisle tartışırken kızılsakallı polis, tartışmamızı da dinliyor olacak ki, bagajı açıp, ilkyardım çantasını, reflektörleri, fosforlu yeleği, yangın söndürücüyü göstermemi istedi. İstediklerini tek tek gösterirken, düzenli bir insan olduğumu, eksik bir şey bulamayacağını söyledim… Kayıhan halâ beni dinlemeyip, kadın polisle tartışırken üçüncü polis çevremizi kolaçan ediyordu… Kızılsakallı polis, bir daha yakalarsa ceza yazacağını söyleyerek ehliyetimi ruhsatımı geri verirken; “Ceza yazacak bir şey bulamadınız değil mi? İlla ceza yazmanız gerekiyorsa lütfen yazın, size bir öğretmen, bir yazar olarak söylüyorum insanlar arasında ayırım yapmayın lütfen!” diyerek arabama bindim. Üçü de peşimizden bakıp kaldılar…
Türklerin Avrupa öyküsünün tarihi atmış senenin üzerindedir. Üç beş kuruş para kazanıp, geri dönmek amacıyla gelinmesine rağmen geri dönmek mümkün olmamış, Avrupa’nın çeşitli ülkelerine yerleşilip kalınmış, buralara yurt yuva kurulmuştur… Hemen hemen Avrupa’nın her ülkesinde her meslekten, her branştan oldukça başarılı Türklere rastlarsınız. Bunlar yaşadıkları ülkeye uyum sağlamış, devletle hükümetle sorunu olmayan, yaşadıkları ülkeye vergisini vererek yatırım yapan insanlardır. Tüm bunlara rağmen gerek tarihten gelen “TÜRK FOBİSİ” gerekse dinden gelen “İSLAM FOBİSİNİ”ni Avrupalı bir türlü kıramamakta, hükümetlerin uygulamaları, politikacıların izledikleri popülist politikalar ise işin tuzu biberi olup, yabancı düşmanlığını körükleyip azdırırken, faşist partilerin ekmeğine yağ sürülmektedir…
Irkçılık hortlamakta, faşist düşünce yeniden ortam bulabilmekte, Amerika’da zenciler polisler tarafından katledilirken, dünkü Alman gazetelerinde “TÜRKLER ALMAN MEZARLIĞINDA MANGAL YAPIYOR” gibi tamamen maksatlı, gerek dışı haberler kutuplaşmayı artırmakta, çatışmayı körüklemektedir… Geçmişte Almanya’da Alman ırkçıları tarafından sırf Türk oldukları için evler kundaklanıp çoluk çocuk demeden yakılmış, seri katliamlar yapılmıştır. Faşist tutumların, ırkçı davranışların karşılıklı çatışmayı getireceği gerçeği de unutulmamalıdır…
Ülkeler devletler, gerek içerde gerekse dışarda ekonomik güçleriyle, hukukun üstünlüğüne insan haklarına verdikleri önemle saygındırlar… Dışarda Amerikan yönetimini polisini, protesto ederken içerde masum göstericileri yerlerde süründürüp, “BEKÇİ” adı altında yeni bir milis gücü kuranların kimseye söyleyecekleri bir söz yoktur, olsa da kimse ciddiye almaz…
Saygılarımla…