Ayasofya’nın bugün dünyayı ilgilendiren boyutu UNESCO’NUN 1972 yılındaki konferansında kabul edilen “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme” ile şekillenmiştir. Mesele bu sözleşmenin 6. Maddesinde toplanmaktadır. Bu maddenin metni ise şu şekildedir:
Madde 6
1. Bu Sözleşmeye taraf olan Devletler, 1. ve 2. maddelerde sözü edilen kültürel ve doğal mirasın toprakları üzerinde bulunduğu devletlerin egemenliğine tam olarak saygı göstererek ve ulusal yasaların sağladığı mülkiyet haklarına zarar vermeden, bu tür mirasın, bütün uluslararası toplum tarafından işbirliği ile korunması gereken evrensel bir miras olduğunu kabul ederler.
2. Taraf devletler, 11. maddenin 2. ve 4. paragraflarında belirtilen kültürel ve doğal mirasın saptanması, korunması, muhafazası ve devamının sağlanması konularında bu mirasa sahip olan devletler istediği takdirde yardım etmeyi bu Sözleşme hükümleri uyarınca üstlenirler.
3. Bu Sözleşmeye taraf olan her Devlet, Sözleşmeye taraf olan diğer devletlerin topraklarında bulunan ve 1. ve 2. maddelerde sözü edilen kültürel ve doğal mirasa doğrudan doğruya veya dolaylı olarak zarar verebilecek kasıtlı önlemleri almamayı üstlenir.
Görüldüğü üzere M.6’nın 1. Fıkrasında açık ve sarih olarak sözü edilen kültürel mirasın toprakları üzerinde bulunduğu devletlerin egemenliğine tam olarak saygı gösterilmesi ve o devletin milli yasalarının mülkiyet hakkına zarar verilmemesi esas alınmıştır.
Daha açık bir ifadeyle “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme” Ayasofya’ya evrensel bir değer atfetmekle birlikte evrensel bir irade ve inisiyatifle donatılmış yetkiler tanımlamamıştır. Ayasofya üzerinde Türkiye’nin egemenliğini mutlak şekilde korumuş ve milli yasalarımızın sağladığı hakları engelleyici hiçbir hüküm ihtiva etmemiştir.
Yine mezkûr sözleşmede kültürel ve doğal mirasların fiili olarak hangi amaç ve içerikte kullanılacağına ilişkin bir hüküm mevcut değildir. Yani Ayasofya’nın “camii” hüviyetinde faaliyette olmasına engel teşkil edici hiçbir ibare olmadığı gibi bu miras listeleri arasında resmen ve fiilen doğrudan “camii” vasfında mekânlar da mevcuttur. (Sultanahmet, Süleymaniye…)
İç hukuk yönünden bakıldığında da konu gayet açıktır. Hâlihazırda yürürlükte bulunan “Vakıflar Kanunu” tereddüte mahal bırakmayacak şekilde bu hükmü ihtiva etmektedir:
“Mazbut vakıflara ait hayrat taşınmazlara, Genel Müdürlük tarafından öncelikle vakfiyeleri doğrultusunda işlev verilir.”
Ayasofya “hayrat taşınmaz” niteliğinde midir? Tereddütsüz evet!
Ebulfetih Sultan Mehmet Vakfı; bugünkü adıyla Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı, mazbut vakıf statüsünde midir? Tereddütsüz evet!
Ayasofya’nın vakfiye doğrultusundaki işlevi “camii” olarak kullanılması yönünde midir? Tereddütsüz evet!
Uluslararası hukuk ve iç hukuk anlamında mesele bu kadar net iken neyi tartışıyoruz ve dünyadan gelen itirazların dayanağı nedir?
İlginç olan nokta burası işte! Dünyadan gelen tepkilerin ve itirazların hiçbiri, mevzuat ve sözleşmeler bağlamında gerçek ve bilimsel bir yaklaşım ortaya koymuyor. “Medeni, demokratik ve hukuka saygılı” dünya, konu bize gelince alışkın olduğumuz üzere aklî, hukukî ve ilmî hiçbir gerekçe ifade etmeksizin cahilane bir taassupla beslenen beyanlara sarılıyor.
Rus Ortodoks Kilisesi: "Karar büyük ayrışmalara yol açabilir."
Yunanistan Kültür Bakanlığı: "Ayasofya kararı bütün uygar dünyaya karşı bir provokasyon"
Kültür Bakanı Lina Mendoni: "Erdoğan'ın bu milliyetçi davranışı, ülkesini 600 yıl geriye götürdü"
Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias: "Ayasofya kararının dünya kültür mirasının yanı sıra UNESCO için de tahrik oluşturduğu hakkında AB'deki mevkidaşlarıma bilgi verdim"
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo: “Türkiye Cumhuriyeti'ne katkıda bulunan inanç geleneklerine ve çeşitli tarihlere saygı sözünün örneği olarak, Türkiye hükümetini, Ayasofya'nın müze statüsünü devam ettirmeye ve burasının herkes için erişilebilirliğinin devamını sağlamaya çağırıyoruz."
Bu ve benzeri pek çok beyanatta görüldüğü üzere demokrasiye inanan(!), hukuka fevkalade saygılı(!), uygar ve medeni(!) coğrafyalar; mevzubahis Türk milletinin ve Türk-İslam âleminin bir meselesine geldiği vakit, hukuktan, demokrasiden, ulusal ve uluslararası mevzuat ve sözleşmelerden kendilerini sıyırıp slogan atmaya, parmak sallamaya, cahilane ve bağnaz üsluplara sarılmaya başlıyorlar.
Henüz dünyanın hiçbir yerinden Ayasofya’nın cami olarak işlevselleşmesi meselesine dair bilimsel, hukukî ve objektif akla hitap eden bir itiraz ve tepki gelmedi, gelemez.
Çünkü hukuk; çok açık ve sarih olarak Ayasofya’nın camii olarak işlevselleşmesini icap ettiriyor. Bunu bizler gibi onlar da görüyor.
Netice itibariyle milli ve manevi bir hasretimiz ve davamız olan Ayasofya’nın “camii” olarak kullanıma açılması hususu sadece inanç dünyamızın ve milli perspektifimizin değil ulusal ve uluslararası hukukun da tartışmaya mahal bırakmayacak ölçüde icabı ve ifasıdır.
Allah hayırlı, mübarek eylesin.