AYM CHP’nin arka bahçesi mi?

Nihat Kaşıkcı

Millete haddini bildirmek için yapılan ve bir Başbakan ile iki bakanının, sivil siyaseti hizaya getirmek kastıyla şehit ettiği 27 Mayıs 1960 hain darbesiyle hayatımıza girdi. Ve o günden bu yana, hep Türk Milletinin iradesine ket vurma işlevini üstlendi. Anayasa Mahkemesi’nden söz ediyoruz…

Gazeteciliğe, 1986’da, henüz İletişim Fakültesi son sınıfta okurken başlamıştım. Stajyer muhabirliğimden itibaren, Anayasa Mahkemesi binasının önünde, verilecek önemli kararların açıklanacağı saatleri çok beklemişliğim var.

Hafızamı şöyle bir yokladığımda, Anayasa Mahkemesi’nin, ülke ve millet yararına karar verdiği pek bir olay hatırlamıyorum. Hikmeti kendinden menkul olarak, ‘Yüce Mahkeme’ diye tanımlanan bu yüksek yargı organı, yazık ki 1961 Anayasası ile kurulduğu günden bu yana, hep milletin seçtiği siyasî iktidarların önüne set koymak üzere kendisini konumlandırdı.

İşin tuhaf yanı, 21 yıllık AK Parti iktidarı döneminde, üyelerinin neredeyse tamamına yakını değişmesine rağmen, bu kurumun millet ve siyasî iktidar karşısındaki ‘bürokratik vesayet’ duruşu hiç değişmedi. Elbette bunda, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olduğu dönemde yapılan ve özellikle genç isimlerden oluşan üye atamalarının da ‘sabitleyici’ bir işlev gördüğünü göz ardı edemeyiz.

Maalesef Anayasa Mahkemesi üyeliği süresi, kamudaki zorunlu resen emeklilik yaşına kadar, ya da emrihak vaki olana kadar sürüyor. Eh, ‘milletten yana’ sandığımız Abdullah Gül’ün, AYM atamalarında genç isimleri tercih etmesinin hikmetini de anlar gibi olduk.

Hukuk mantığı açısından baktığımızda, Anayasa Mahkemesi’nin görevi, çıkarılan yasa ve kanun hükmünde kararnamelerin Anayasaya uygunluğunu denetlemektir. Bunun yanında, Hükümet edenlerin ve bazı üst düzey kamu personelinin, görevlerinden dolayı yargılanmaları gerektiğinde, onları yargılamak üzere ‘Yüce Divan’ görevi de yüklenmiştir, AYM’ye.

Fakat meslekî olarak tanıklık ettiğimiz 30 küsur senede, Anayasa Mahkemesi’nin birçok kez kendi görev sınırlarını ve haddini aşarak, akıl ve hukuk mantığıyla bağdaşmayacak kararlar verdiğine tanık olduk.

Mesela, yalnızca şekli kabul şartlarının uygunluğunu denetleme yetkisine sahip olduğu halde, Anayasa değişikliklerini esastan inceleyerek, ‘Anayasaya aykırı olduğu’ gerekçesiyle iptal etti. Oysa yapılan her Anayasa değişikliği, bir önceki Anayasa hükmüne doğal olarak aykırıdır. Anayasa Mahkemesi, değişikliğin Anayasa’ya uygunluğunu denetleyemez; yalnızca yasama süreçlerinde usul ve temel hükümlere uygun olup olmadığını, yani ‘şekil şartlarını’ denetleme hakkına sahiptir.

Yetmedi, AYM zaman zaman kendisini kürsü mahkemeleri ve temyiz mahkemelerinin yerine koyarak, hüküm tesis etme cüretinde bulundu.

AK Parti döneminde, AYM’ye ‘yargı süreçlerinde hak ihlali denetimi’ gibi bir yetki daha verildi ki, maymuncuk gibi istediğiniz kilidi açmak için kullanılabilen bir ‘joker’ oldu.

Evet, yargılama süreçlerinin uzunluğu ve bazı adlî hatalar yüzünden mağdur olan bazı insanların en son başvuracağı merci olması bakımından önemlidir. Fakat, verilen AYM kararlarına baktığımızda, nedense bu ‘hak ihlali’ kararlarının, hep vatan-millet-devlet konularında sorunlu ve hatta ‘dış bağlantıları güçlü’ şahıslar lehine olduğunu görüyoruz.

Binlerce hak ihlali başvurusu senelerdir sıra beklerken, bir bakmışsınız AYM, Osman Kavala, Can Atalay veya Selahattin Demirtaş gibi bu ülkeyle sorunu olan ve fakat dış bağlantıları güçlü olan bazı zevatın henüz yeni yapılmış başvurularını derhal işleme alıp, yıldırım hızıyla ‘ihlal’ kararı verebiliyor.

Öte yandan, HDP gibi terör bağlantılı siyasî partilerin kapatılması için seneler önce açılmış davaları, kıldan tüyden gerekçelerle uzattıkça uzatıyor; hatta seçime girmedikleri halde haksız şekilde hazine yardımı almalarına da fırsat ve zaman tanıyor. AYM, HDP’yi kapatma davasını sündüredursun, HDP son 6-7 ay içinde 2 kez kılık değiştirdi; başka bir partinin adı ve logosuyla seçime girdi, seçimden sonra da yeni bir kimlik oluşturdu. Eh, artık AYM’nin HDP’yi kapatmasına da gerek kalmadı. Zira artık öyle bir parti, fiilen olsa da hukuken yok.

AYM, ne hikmetse her zaman CHP’nin arka bahçesi olarak görüldü. Bu yüzden olsa gerek, CHP hemen her hafta AYM’de soluğu alıyor. Ya bir yasanın iptali, yahut memleketle ve milletle sorunlu bir tipin aldığı hapis cezasının iptali başvurusunda bulunuyor. Gazeteciler arasında, ‘AYM’de CHP’ye bir oda tahsis edilmesinin faydalı olacağı’ şakası dahi yapılır oldu.

Gelelim Can Atalay kararına… Can Atalay adlı şahıs, 2013’te Hükümeti devirmek amacıyla tertiplenen Gezi Parkı ayaklanmasındaki rolünden dolayı, TCK 312. Maddeden hüküm giydi. Yani suçu, mahkeme kararıyla sabit görüldü. Buna rağmen TİP tarafından milletvekili adayı yapıldı ve seçildi.

Ardından; CHP, HDPKK ve TİP ile bilumum milletle sorunlu siyasî ve sair odaklar, Can Atalay’ın serbest bırakılması için ayaklandı. Konu AYM’ye taşındı. AYM de, görev yetkisini aşarak, ‘yerindelik denetimi yapmak suretiyle’, anılan şahsın tutukluluğunu ‘hak ihlali’ olarak değerlendirdi.

Konu, mahkûmiyet kararını veren mahkemeye ‘gereği yapılmak’ üzere havale edildi. O mahkeme de, yeni bir hüküm tesis etmeksizin, dosyayı Yargıtay’a havale etti. Yargıtay 3. Ceza Dairesi de dosyayı görüşerek, ‘AYM’nin yetkisini aştığı, kendisini Süper Temyiz Mahkemesi yerine koyarak hüküm tesis ettiği’ gerekçesiyle, AYM’nin hak ihlali kararına uymayacağını açıkladı.

Daire, ayrıca yasal yetki sınırlarını aşarak karar verdikleri gerekçesiyle, hak ihlali kararı lehinde oy kullanan AYM üyeleri için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunma kararı aldı.

İşin tuhaf yanı, Başsavcılık bu suç duyurusu üzerine bir dava açsa bile, AYM üyeleri ‘Yüce Divan’ sıfatıyla, bizzat kendileri tarafından yargılanacaklar.

Yani, “Suçu işleyen kadı; kimi kime şikâyet edeceksin…” meselesi…

Türk siyaseti, artık bu Anayasa Mahkemesi vesayetine bir son vermelidir. Gerekiyorsa bu vesayet mahkemesi kapatılmalıdır. Eğer illaki böyle bir mahkemeye ihtiyaç varsa, görev ve yetkileri, yalnızca yasa ve KHK’ların Anayasa’ya uygunluk denetimini yapmakla sınırlandırılmalıdır. Anayasa değişikliklerini denetleme yetkisi de, sarih bir şekilde, değişikliğin yapıldığı sürecin, Anayasa çizgisine uyup uymadığını denetlemekten ibaret kılınmalıdır.

İlaveten, burada görev yapan yargıçların görev süresi de 5-6 yılı geçmeyecek şekilde düzenlenmelidir. Milletin seçtiği Cumhurbaşkanı 5 yıl görev yapabiliyor ve üst üste iki dönemden fazla görev yapamıyorsa, atamayla gelmiş bir AYM üyesinin, 65 yaşına kadar orada oturması hangi hakkaniyetle bağdaşır?

Ve nihayet, Anayasa Mahkemesi, CHP’nin arka bahçesi gibi davranmaktan vazgeç(iril)melidir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.