Mazisi yüz yıla merdiven dayayan Babalar Günü ve babalar üzerine laf edilecekse, çıkış noktasının çocuk olması doğal karşılanmalı. Kızım ilkokuldayken sohbetlerimizden birinde şöyle bir diyalog geçmişti aramızda.
-Baba biliyor musun?
-Neyi?
- Öğretmen bir gün sınıfta ‘çocuklar elinizde sihirli bir değnek olsa neyin sahibi olmak isterdiniz?’, diye sordu.
-İlginç! Sen ne dedin?
-Asıl söylemek istediğimi söylemedim…
-Neymiş asıl söylemek istediğin?
-O zaman içimden, ihtiyacım oldukça bana para verecek bir makineye sahip olsam diyordum…
Belki de, aile bütçemiz her istediği şeyin tedarikine uygun düzeyde olmadığı için böyle bir makinenin hayali içindeydi. Ancak, birdenbire hemen her çocuğun böyle bir makineye sahip olduğu geliverdi aklıma!
-Selda, biliyor musun, böyle bir makinen var zaten!
Güldü…
-Nasıl yani?
-Baba!
Birden ciddileşti…
-Doğru ya!
-Elbette doğru! Her istediğinde olmasa bile zorunlu ihtiyaçlarını karşılamak için babasına cüzdan açtıran her çocuk aslında senin hayalindeki makineye sahip demektir…
‘Para makinem benim’ diyerek odasına gitti…
Babalar Günü için bir şeyler yazayım derken bu diyalog geldi aklıma.
Evet, babalar bir yanıyla çocukların para makinesidir!
Yanlış mı?
***
Haziran ayının 3. Pazarı olarak kutlanan Babalar Günü’nün tarihçesi için iki farklı kaynak var. Bazı araştırmacılar tarih belirtmezken, Batı Virginia'da yaşayan John Dowdy'nin annesi öldükten sonra onun yerini alan babası için böyle bir gün kutlanmasını istediğini savunur.
Diğer araştırmacılar ise 1910 yılında Washington'daki John Bruce Dodd'un 6. Çocuğunun doğumu sırasında hayatını kaybeden annesinin ardından hayatını çocuklarına adayan babası William Smart'a özel bir gün armağan etmek amacıyla bu fikri ortaya attığını belirtir.
Öyle ya da böyle, sonuçta Babalar Günü diye bir gün ‘icat’ edilmiş ve kutlanıyor.
***
Herkesin, babası ve babalar için hissettiği, düşündüğü, yazdığı pek çok duygu ve düşünce vardır. Ancak bazıları bunu daha ‘felsefi’ dile getirir.
Gabriel Garcia Marquez, “Bir adam yaşlandığını anlar, çünkü babasına benzemeye başlar” derken, baba çocuk ilişkisinin doğumdan ölüme devam ettiğini kastediyor olmalı.
Honore De Balzac’ın “Bir baba, kendi mutluluğundan çok, çocuklarının mutluluğu ile mutlu olur” sözü ise babaların çocuklarına hangi gözle baktığının manifestosu gibidir.
Tezleri ile psikanaliz alanında çığır açan ünlü psikolog Sigmund Freud, “Çocukluk çağında baba korumasından daha güçlü bir ihtiyaç düşünemiyorum” sözünü boşuna söylemiş olamaz.
Goethe de, “İnsan babasına borçlu olduğu saygıyı, ancak baba olunca duyar” görüşüyle, babalarına gereken saygıyı göstermeyenleri, iş işten geçtikten sonra yaşayacakları pişmanlıklardan kurtarmaya çalışır.
Can Yücel gibi, “Hayatta ben en çok babamı sevdim” diyebilmek ne güzel…
Üstat Necip Fazıl Kısakürek’in “Babadan oğla”sında olduğu gibi: “Eve dönmez bir akşam; / Ve gün yüzlü çocuğu, / Sorar: Nerede babam?”ın “Baban attaya gitti” yanıtı ne acı…
Unutmayın; Ali Püsküllüoğlu ne diyor? “(…) akşam çayına gelmeyen / bir baba, aydınlıksız odalarda / çok esmer güler resimlerinden.”
Cemal Süreya, “Sizin hiç babanız öldü mü? / Benim bir kere öldü kör oldum (…)”, dizeleriyle tüm yetimlerin duygularına tercüman olur…
Günümüz kutlu olsun…