Doktora Tez Danışmanım, Azerbaycan Kommunist Parti Başkan Yardımcısı, Prof. Dr. Cafer Caferov bana Neft Fondü`nden yetmiş manat tegaüd ayırtmıştı. Bu parayı bana göndermeleri için Tiyatro Hadimleri İttifakına aktarılıyordu. Her ay bana gönderilecekti. Fakat Cafer muallim dünyasını değiştikten sonra Tiyatro Hadimleri İttifaklarının Başkan Yardımcısı, Zafer Nemetov bu paranın kırk manatını insafsızca kesti, dediler. Otuz manatı her ay gönderiyordu. İzin aldım, hemen Bakü’ye uçtum, Zafer Nemetov’un kabulüne gittim. Salam verdim ve:
-Tekaüdümü neden kestiniz? - Sordum.
-Böyle düşündük. Otuz manat da sana yeter, - dedi.
-Zafer muallim, otuz manat yemeğime yetmiyor. Saint-Petersburg`da şartlar çok ağırdır…-Yapacak bir şey yok. Böyle karar verdik, -dedi.
-Ama para Devlet Neft Fonu`ndan ayrılmıştı. Azerbaycan Merkezi Komitesi Tahsil Şube Müdürü Ali Memmedov şahittir. Siz bu parayı kesemezsiniz ki? Cafer muallim rahmete gitmiştir, diye insafsızca kesiyorsunuz. Ama neden? Ayıp değil mi? -Biz böyle karar verdik,-dedi.
-Çok, ama da çok ayıp ediyorsunuz. Allah bunu size af etmez, zalim adamsınız. -Kalktım. Kapıyı sert şekilde yüzüne ittim.
İşte, size Azerbaycanlı zihniyeti, Azerbaycanlı aklı ve mantığı? Leningrad Hocalarım beni bağrına bastılar. Vatanımda bana kızak attılar. Ne kadar acımasız, ne kadar ilgisiz, soguk ruhlu, insanlarımız vardır… Yorum yok. Kimin umuruna ki, ben, zor geçiniyorum ve geceler gemilerde, gece vardiyasında ağır işlerde çalışmaya mecbur oluyorum? Devletin bana ayırdığı tekaüdünü kesen adamı af etmiyorum. Geceler çalışıyordum. Ta ki, Ağabeyim Tevfik bana yetmiş bir yılından tam üç yıl devamlı yardımlarda bulunana dek… Ama bir şart koydu önümde. Geceler çalışmayacaksın…Evet, çalışmadım. Sonra Tiyatrolarda asistan, Marinsk Opera Tiyatrosu temsillerinde figüran gibi sahnede koşturuyordum ve iyi para da kazanıyordum.
Üçüncü sınıfta iken Popov adına Yeraltı Gemi Akademisi`nde Tiyatro Topluluğu`nda rejisör görevi teklif ettiler. Orada operetlerden parçalar, vodviller, küçük perdeli oyunlar sahneliyordum. Her cumartesi ve Pazar günleri tramvayla otuz dakika yol gidiyordum. Harbi Yer altı Harbi Akademisinde Amatör Tiyatrosu`nu kurmuştum. Seksen manat da oradan alıyordum. Ağabeyime söyledim ki, bir daha para göndermesin. O da inandı, bir daha para yollamadı.
Artık çalışıyordum, zaman zaman da yılbaşında kreşlerde “Şahta Baba” (Noel Baba) rolüne üstlenirdim, çocukları eğlendiriyordum. Böylece tahsilimi aksatmadan okuyordum. Şan Bölüm Öğrencisi Volodya ile gece vardiyasında çalışma yeri buldum. Haftada iki defa çalışa biliyordum. Gemilerden pirinç çuvallarını sırtımızda depoya taşıyorduk. Ağır çalışmaydı… bıraktım… Sonra gemi tersanesindeki depolardan birinde gece bekçisi yeri buldum. Bir ara orada da çalıştım. Soğuktu ve benim kış paltom, çizmem ve yun elbiselerim yoktu. Çalışıp almalıydım. İkinci sınıfa dek çalıştım. Yukarıda yazmışım, Ağabeyim Tevfik Leningrad’a Cerrah kursu almaya geldi. Durumu anladı ve bana yardım edeceğine söz verdi. Rahmetlik Ağabeyim yardımını yaptı da, sağ olsun. Fakat üçüncü sınıftan Amatör Tiyatro Topluluğu yönetiyordum, Ağabeyimin yardımlarından imtina ettim.
VATANIMDA BANA KIZAK ATTILAR
…Yetmiş yılında ilk reji Hocam Tatyana Smirnova oldu. Onunla anlaşamadım. Üç ay sonra Hoca talep ettim ve ünlü rejisör, Profesör Yevğeniy Sakavnin bana sahiplendi. Baba gibi insandı, onunla “Prens İğor ve “ Boris Godunov”u çalıştım. Beni 1972 yılında Moskova’ya Pokrovski’ye gönderdi. Küçük bir mektup da yazdı. Ayrıca Boris Pokrovskiye telefon da etti. “Çekinme, ona anlat “Prens İgor” reji yorumunu, dedi. Besteci el yazısını bulduğunu da mutlaka anlat. Sen benden sonra yalnız onun sınıfında okumalısın. Bu benim teklifimdir, kendisine de anlattım. Sen monumental yapıya sahipsin, o seni iyi anlar…”
Yetmiş iki yılında Hocam Yegeniy Sakavnin rahmetlik oldu, yine yetim kaldım. Cafer muallimden sonra ikinci defa gerçekten yetim kaldım. Hala sağ iken Yevğeniy Sakavnin evinde bana hep diyordu:
-Sen Eflatun, benden sonra Pokrovski’ye gideceksin ve ondan ders alacaksın. Ben çok yoruluyorum, istediğini sana veremiyorum… -Sanki Hocam öleceğini önceden biliyordu. Neyse, telefon ettim Moskova’ya Boris Pokrovski’yle buluşmaya gittim.
İlk defa deha Opera Rejisörüyle buluşacaktım. Büyük odasında beni önüne alıp dinledi. Onun yazmış olduğu kitapları da yanıma almıştım, odasındayken imzalattım. Uzun-uzun “Boris Godunov’u ve “Prens İgor” operalarının reji yorumunu kendisine anlattım. Kendi versiyonumu gösterdim. Özellikle “Prens İgor” operasının Epiloğunu bulduğumu anlattım kendisine. Besteci orijinalini bulmam onu sevindirdi.
-Yüz yıl kimse bulamadı, ama sen bulmuşsun. Aferin sana. Sonra yeni reji şerhimi kendisine aktardım. Konservatuar Kütüphanesinden bulduğum Borodin’in el yazısını gösterdim, çok ilginç buldu:
MOSKOVA’YA, BOLŞOY’A DERSLERE GİDİYORDUM
Pokrovski hala da beni öğreniyormuş gibi şefkat dolu sevimli gözleriyle, gözlerimin derinliğine bakıyordu. Söylediklerim onu iyice etkilemiş olmalı ki, düşünceler onu efsunlamıştı, o ciddi düşünüyordu:
-Evet, söylediklerin çok mantıklıydı. Yorumunu beğendim. Mantıklıdır ve doğrusu da budur zaten. Besteci ideası da bu olmalıdır, diye düşünüyorum.
-Boris Aleksandroviç, danstan sonra neden perde iniyor? Güzel danstır, evet. Ama ne olsun? Amaç nedir? Belli olmuyor. Bu bir soru. Final zaten doğru değil. İgor eve dönüyor ve perde iniyor? Ne yani, İgor sadece eşine mi dönmüş oluyor? Bu da soru olarak kalıyor. Benim reji anlayışım besteci düşüncesine uygundur. Zaten siz de vurguladınız ki, sonuçta idea aydın oluyor.
-Haklısın ve çok doğru reji anlayışıdır. Seni kutluyorum… Evet, seni Öğrenci olarak alıyorum. Ama bir şartla. Ben Leningrad’a derslere gelemem. Bunu Sakavnin’e de söyledim. Sen on günde iki gün bana ders almaya geleceksin. Konservatuar Rektörü bunu kabul ediyorsa, derslere hemen başlayalım. Sen İgor’u çalış, notaların düzenini bitir sonra gel.
-Hocam, Konservatuar izin veriyor. Sizin gibi tanınmış ünlü Hocanın Öğrencisi olmak bana mutluluk veriyor. Beni kabul ettiğinize teşekkür ediyorum. - Pokrovski’nin yazılı onayını, imzasını aldım. Böylece beni tanıdı. Bolşoy’da derslere girmek için dilekçe yazmamı istedi. Yazıp masasına bıraktım. -Sana Bolşoy’a Giriş Kartı verecekler, dedi.
Pokrovski beni Sekreteriyle tanış etti: “Eflatun Neymatıç yeni Öğrencimdir. Leningrad’dan derslerime gelecektir. Benim odamda dinlenecek, sonra ders yapacağız, unutma”. Hocamla vedalaştım, elini öpmek istedim, koymadı. Aynı akşam trenle geri döndüm. Seviniyordum, gururluydum. Reji planımı beğendi bir kere.
Dekanlık teklifi olumlu karşıladı. Slutskaya dedi ki, bizim için Pokrovski’nin Hocamız olması şereftir. Gittiğinde bunları kendisine mutlaka söylersin. Haber anında bütün Konservatuara yayıldı. Öğrenciler tek-tek beni kutladılar. Pek çokları resmen kıskanmağa başladı: “Buradaki Hocaları pas etti, Pokrovski gibi dünya dehasına Öğrenci oldu”, dedi-goduları dolaşmaya başladı. Yurtta benim şerefime Natalya Rudakova güzel masa hazırladı, dostlar beni çembere aldılar. Ben de Bakü’den getirdiğim Azerbaycan tatlı ve mezeleri masaya koydum. Rudakova, gururla şöyle dedi:
Pokrovski Dünyanın Deha Opera Rejisörüdür
-Dostlar, bu bir tarihtir. Hayatta kimseye nasip olmayan, hatta hayal edemediğimiz bir olay yaşanmıştır. Pokrovski, dünyanın deha Opera rejisörüdür. Onunla sadece tanış olmak bir mutluluktur. Ona ulaşmak hiç mümkün değil. Ama dostumuz, kıymetli Eflatun Neymatıç, bunu başaran ilk Öğrencimizdir. Her on günde iki gün onun derslerine gidecektir. Rektörlük onun yol biletini de almak kararını yazılı duvara asmıştır. Rektörlüğün şeref tahtasında gidin okuyun. Rektör imzalı emirde aynen şöyle denir: “Bizim şeref Öğrencimiz Eflatun Neymatzade, Moskova Bolşoy Operası Başrejisörü, dünya ünlü, Prof. Dr. Boris Pokrovski tarafından kendi sınıfına Öğrenci olarak alınmıştır. Rektörlük olarak on günde iki gün öğrencimize gidiş-dönüş bileti Rektörlüğümüz tarafından alınacaktır. Dersler Moskova Bolşoy Operasında devam edecektir”. Ben bu yazıyı ilk okuduğumda duygulandım, hatta dostumu kıskandım. Eflatun, dünyanın en büyük rejisörünün Öğrencisidir. Onun önünde sınav vermiştir ve başarılı olmuştur. Gelin önce onu kutlayalım”. Hamı bir ağızdan “Bravo Eflatun”, “Bravo Eflatun” bağırdılar, üzerime atladılar. Az kala ezilecektim. Beni dostlarımın arasından yine Natalya kurtardı. “Durun”, “Durun”, ne yapıyorsunuz. Heyyy, durun!” Öyle bağırdı ki her kes aniden durdu, Natalyaya baktılar. Natalya da, “Hadi içelim Eflatun’a”, dedi. İçtiler, beni tek-tek kucakladılar… Ben duygulandım doğrusu, gözlerim sulandı…
-Sağ olun dostlarım, çok sağ olun, sizi seviyorum…- Natalya da duygulanmış, ağlıyordu. “Hadi, Natali, içiyoruz, ağlamak yok”, bunu da Boris Flaks dedi ve hepimiz içtik, eğlendik, dans yaptık. O gece çok eğlendik…
Kolay değil, dünyanın sayılı rejisörü, kırk sekiz yıl Moskova Bolşoy Operasının Başrejisörlüğünü yapan adam, sanat ustası, dünya rejisörü Boris Pokrovski’nin Öğrencisiydim. Doğal olarak kıskanacaklardı… Kimse onunla tanış olmak için yıllar bekliyor. Ona ulaşmak bile çok zordur. Ömrünün yarısı hep yurt dışında; ABD, Fransa, İtalya, Japonya, Finlandiya, İngiltere Operalarında temsiller sergiliyordu.
Yetmiş iki yılından başlayarak on günde iki gün, bazen üç defa Bolşoy Opera Tiyatrosu’na kendi evim gibi gidiyor, Hocam Boris Pokrovski’den ders alıyordum. İlk çalışmam “Prens İgor’un yeni sahne versiyonu üzerine oldu. Anlattıklarım ve bulduğum bestekâr el yazısı onun dikkatini çok meşgul etti. Olay böyle gelişti.
REJİSÖRLÜK SANATINDA KURAL BÖYLEDİR:
Eğer rejisör, her hangi bir operada ideayı olgunlaştırmadan, ideanı doğru bulmadığı süreçte opera üzerinde mantıken çalışamıyor. Ya da çalışmamalıdır. Yani idea ve ana amacı dakikleştirmeden operaya kendi yorumunu getiremez. Yeni yorum, yeni bakış, evrenselliğe, çağdaşlığa gidilen yolun başlangıcı sayılıyor. Böyle desek: yeni bir binanın temeli sağlam yapılmasa o bina yükselse dahi her zaman çökme tehlikesini taşıyor, demektir. Hocam ders anında opera üzerine çalışmalarda bazen mahsus provoke sorular soruyordu, ters düşünce ve fikir söylüyordu ki benim konuya yaklaşımımı, doğru ve ya yanlış olduğumu söylemiş olsun. Fakat bu seferinde ben kendisini sıkıştırdım. Hatta Hocamı suçlamış oldum. Gerçekten de “Prens İgor” zor bir operadır. Final benim için büyük önem taşıyordu. Ben ders çalışmalarımda maketi bitirmiş olsam da finalde tıkanıp kalmıştım. Kendisi de benimle aynı durumdaydı. Son temsilde Hocamla fikir ayrılığına düşmüştüm.
İleriye gidib bir olayı anlatmak isterim…Üçüncü sınıfta okuyordum ve bir gün ders anında Pokrovskiye cidden sordum:
-Hocam af edersiniz, ben sizin finalinizi hep düşünüyorum. Böyle final akıllarda pek çok sorular bırakıyor, Hocam. Belki bana öyle geliyor da. Cevap bulmakta zorlanıyorum.
-Pekâlâ, dedi, sana katılıyorum. Benim temsilimde de final yoktur. Aynı fikirdeyim seninle. Sen bir rejisör gibi nasıl bir final isterdin?
DEVAMI VARDIR:
Soldan: TÜRKSOY Genel Sekreteri, Prof. Düsen Kaseinov ve Prof. Dr. Eflatun NEİMETZADE (Ortada), Kazakistan Uygur Devlet Tiyatrosu`nun İstanbul Turnesinde. Temsilinden sonra Uygur sanatçıları ile birlikte.