Savaş goygoyculuğu peşinde değiliz. Meramımız, ‘havlayıp da ısırmayan köpek’ tavırlarının, muhatapların şımarıklığını daha da artırmasını vurgulamaktır.
İran-İsrail tandeminden bahsediyoruz. Bunu söylemek bizi kahrediyor olsa da İran ve İsrail, birbirinin varlık sebebidir. Bu yüzden de sürekli bir danışıklı dövüş, bir kayıkçı kavgası içindeler.
Tezimize itirazı olanlar, “Ama İran’ın bir yığın önemli adamı İsrail ve onun etki alanındaki ABD tarafından suikastla öldürüldü…” gerçeğini hatırlatacaklar. Doğrudur… İran’ın, Kasım Süleymani dâhil bir yığın önemli adamı, ABD veya İsrail kaynaklı suikastlarla ortadan kaldırıldı.
Orası öyle de bu suikastlar, İran’daki rejim ve yöneten sınıf bakımından ne anlama geliyor? Düz bir mantıkla baktığımızda, bu tarz saldırı ve cinayetler, maruz kalan ülke için onur kırıcıdır. Hatta suikasta uğrayan kişinin önem derecesine göre, ülke için önemli kayıplardan sayılabilir.
HER ŞEY PERS IRKÇILIĞINA FEDA
İran’dan söz ediyorsak, düz mantığı bir kenara bırakmak zorundayız. Bu ülke için remizler, simgeler, semboller… Nasıl söylüyorsanız işte… Bunlar çok önemlidir. Pers ırkçılığı ve Şia fanatizmi uğruna, gerekirse yüzlerce kişinin kaybı göze alınır. ‘Şehadet’ ve ‘şehit’ kavramları üzerinde durmaksızın tepinilir.
Toplumsal birliğini ‘yas’ kavramı üzerine oturtmuş bir ülkeden bahsediyoruz. Peygamber torunlarının 13 asır önce vahşi ve alçakça cinayetlere kurban gitmiş olmasını, bugün bile politik amaçlarla istismar eden… Özellikle Hazreti Hüseyin’in şehadeti üzerinden, durmaksızın ajitasyon çeken… Hatta bu ajitasyonu, İran sınırları dışındaki etki alanlarında da kullanan… Böylelikle hem halkını, hem de kendisine müzahir halkları konsolide eden… Neticede İslam Dünyası içinde ayrı bir baş çeken… Sünnî omurgaya karşı, Batı ile müttefik olarak, çıbanbaşı gibi sivriltilen bir ülkeden bahsediyoruz.
BİTMEYEN İNTİKAM YEMİNLERİ
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, geçtiğimiz 19 Mayıs’ta, kuşkulu bir helikopter kazasında hayatını kaybetti. Normal şartlarda her havadan nem kapan İran’daki rejim sahiplerinin, suikast şüpheleri güçlü olan bu kaza üzerine, yeri göğü inletip, ‘Siyonist katillerden ağır şekilde intikam alınacağını’ haykırmaları beklenirdi. Bunu yapmak yerine, mesele sükûnetle unutulmaya terk edildi.
Öncesindeki Kasım Süleymani suikastı üzerine, ABD’ye haber vermek ve ‘mutabakat sağlamak’ suretiyle, Irak’taki ABD üslerine koftiden birkaç füze fırlatılmış; bu ‘ağır saldırıda’, füzelerin çoğu yarı yolda yorgun düşmüş, sadece bir tanesi ABD üssünün sınır duvarına isabet edip birazını yıkmıştı. Hepsi buydu.
Sonra Suriye’deki bazı İran ve kuklası Haşdişabi hedeflerine bazı İsrail bombalamaları yaşanmış, birkaç önemli şahıs öldürülmüştü. İran yine esti gürledi, fakat ne ABD’yi ne de İsrail’i ısırmadı. Buna karşılık, Irak ve Suriye’deki Sünnî Müslümanlara dönük İran kaynaklı cinayetler hiç bitmedi.
Geçtiğimiz aylarda Kasım Süleymani’yi anmak için düzenlenen törene yapılan saldırının ardından, İran yine bağırıp çağırdı, intikam yeminleri etti. İntikam simgesi olan kırmızı bayraklar çekildi. Yine dişe dokunur bir eylem gelmedi.
HABER VEREREK DEĞİL; BİR GECE ANSIZIN GİDİLİR
İran, güya Gazze’deki soykırım ve Lübnan’daki vekil savaşçısı olan Hizbullah’a yönelik saldırılar üzerine, geçtiğimiz 14 Nisan’da, güya 300’den fazla füze ve İHA/SİHA’yla İsrail’e saldırmıştı.
ABD’ye önceden haber verilen saldırı esnasında, füzeler henüz yoldayken, İran yönetimi, ‘gereken cevabı verdiğini’ belirterek, ‘İsrail başkaca karşılık vermezse’, düzenlediği saldırıyla yetineceğini beyan etmişti.
Tabii bu füzelerin tamamına yakını, henüz İsrail hava sahasına ulaşamadan ya kendisi düştü, ya da ABD ve diğer yandaşlarının önleyici sistemleriyle imha edildi. Yanlış hatırlamıyorsam, bu ‘ağır saldırı’ neticesinde, İsrail vatandaşı olan bir Müslüman dışında ölen/yaralanan olmamıştı.
Hizbullah’ın ikinci adamı Fuad Şükrü ve HAMAS Lideri İsmail Haniye’nin İsrail veya emrindeki diğer Siyonist odaklarca şehit edilmesi üzerine İran’dan yine intikam yeminleri yükseldi. Gerek İran dinî önderliği, gerekse hükümet yöneticileri, İsrail’e çok ağır bir cevap vereceklerini filan höykürdüler.
Tabii bu arada, İranlı diplomatlarla ABD Dışişleri temsilcileri arasındaki ‘müzakereler ve pazarlıklar’ hiç bitmedi. Gelen bilgilere göre İran, ne zaman ve nereleri vuracağına dair ABD’li yetkililer üzerinden, esasen İsrail yönetimiyle bir pazarlık yürütüyor.
Evet, İsmail Haniye’nin şehit edilmesini, kendi Şiî yayılmacılığı bakımından ‘altın bir fırsat’ telakki eden İran, güya kendi ülkesinde böylesine bir suikastın gerçekleşmiş olmasının intikamını alacağı iddiasında. Günlerdir bağırıp çağırıyor, iç kamuoyunun gazını alıyor. Bu arada ‘saldıracağı ülke’ ile saldırının zamanı, hedefi ve boyutları konusunda mutabakat zemini oluşturuyor.
BU AĞIR YÜK DE TÜRK MİLLETİNİ BEKLİYOR
Yani hamamın namusu kurtarılacak… İran, İslam Dünyasının hamiliği rolünü biraz daha pekiştirecek. Filistin dâhil Orta Doğu’daki mezhepçi yayılmacılığı ve Sünnî dünyayı etkisizleştirme hedefi için önemli mevziler kazanmış olacak.
Sonrasında bu çadır tiyatrosu, başka olaylar üzerinden devam edip gidecek.
Batı denilen medeniyet düşmanlığı karşısında, İslam Dünyasının emniyeti, güvenliği, selameti ve huzuru için Türkiye’nin biraz daha güçlenip, saha hâkimiyeti kazanmasından başka çıkar yol görünmüyor.
Denilebilir ki, “İran yapamıyorsa, İsrail’e gereken cevabı Türkiye versin!...”
Haklı bir soru. Bir süre önce İsrail, Türkiye’nin de dâhil olduğu bazı ülkelerde HAMAS yöneticilerine suikastlar düzenleyeceği bilgisini sızdırdığında, Başkan Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve MİT Başkanı İbrahim Kalın, en üst perdeden, “Sakın ha!...” diye İsrail adlı terör örgütünü uyarmıştı. Türkiye bununla da yetinmeyip, İsrail adına casusluk yapan bazı şebekeleri çökerterek, ‘fiilî cevabını’ da vermişti.
Elbette ABD ve İsrail de menfaatini gözeten her ülke gibi, muhatabının nabzına göre şerbet veriyor; karşısındakinin ciddiyetine göre vaziyet alıyor. Daha açık ifadeyle; ABD ve İsrail, Türkiye’nin bir İran olmadığını… Kendisine yapılacak aleni bir saldırıya laf yarışıyla değil, sahada misliyle cevap vereceğini çok iyi biliyor. Ve buna göre hareket tarzını belirliyor.
Tekrar İran’a dönersek… Savaş heveslisi olmadığımızı söyledik. Lakin yaşanan her alçakça saldırı karşısında ‘asarım, keserim, yakarım’ naraları atıp, sonra da sadesuya tirit birkaç göstermelik füze atışıyla kayıkçı kavgası yapmanın faturasını, bugün Gazze, Lübnan, Suriye ve Yemen başta olmak üzere, her yerde ödüyoruz.
Hadi İran!... Bu kez bizi yanılt. Onurunu kıran Siyonistlere bari bu defa dişe dokunur bir karşılık ver. Tabii birazcık samimiyetin varsa…