Bir taşra belediyesinin alışılmış başkan odasıdır; hep birileri vardır içeride. İşi olan kadar olmayan da girer çıkar, küçük yer herkes birbirini biliyor, “Sen bekle” de diyemezler.
Hele ki bir protokollük yap da gör. Daha kapıdan çıkar çıkmaz arazisi ucuza kamulaştırılmış isyankar cazgırlığıyla başlar şikayete. Daha kızmışsa kapı önünde ilk gördüğüyle dedikodu çeşmesini açar.
Tekdüzeliği böyle kırar
O yüzden yerel siyaset, ulusal siyasetten daha hatta çok daha zordur. Odayı bir saniye boş bırakmaz, sonra da “Bu Başkan çalışmıyor” diye yakınır kahvede. Yani bir oyu vardır ama diliyle bin tanesini götürür. Öyle koptu kopacak, ince bir ip üzerinde cambazlıktır taşra belediye başkanlığı.
İşini halletsen dert etmesen dert, kendi kargaşasını kendi kurar taşralı, taşranın sadeliği ve sakinliğini de öyle kırar.
Demokrasi mobeseleri
Bir de başkanın yanında, oturan adamları vardır. Daha çok da olur ama 6-7 kişiyse dirençli bir heyetin başkana eşlik ettiğini düşündürürler. “Galiba belediye meclis üyeleri, vatandaşın taleplerine şahitlik ediyorlar” dersiniz. Girenin çıkanın derdini, şikayetini, heyetçe dinlerler.
Demokrasi mobeseleri diyorduk onlara; görür, dinler, kaydederler. “Verdiği oyun arkasını takip ediyor adam, ne güzel demokrasi işte” diye düşünüyorduk?
Siz de bu kadar göz ve kulağın önünde meramınızı, artık ne kadarını söyleyebiliyorsanız, bir tedirginlikle mahreminiz herkese açık, dile getirmeye çalışırsınız. Has, akil adamları olmasalar, niye gizlinizi, saklınızı onlara dinletsin başkan?
Ne akilmiş ne has
Böyle kalabalıklar girer çıkar, bir hayli sonra birden kalkış yapar heyet. Ayrılırken anlarsınız, ne akil ne has, öylesine oturmaya gelmişler ve hiçbir ilişkileri de yok belediyeyle. İstemediğin kadar dedikodu malzemesiyle uzaklaşır sesleri. Bir oyun bin oyu bağlaması korkusu, elini, kolunu ve dilini bağlamıştır başkanın, kurban sizsinizdir.
Kalkan kalkar da mutlaka son bir tane kalır oturan. “Hah, has ve akil adam bu demek ki.” Tedbirli, muhabbetin yokuşunu el freniyle inmeye çalışıp, son adamı da muhatap alarak anlatırsınız. Bütün dikkati ve ciddiyetiyle dinler sizi.
Röntgeni çektiyse “Ben kalkayım başkanım” diye girer lafın ortasına, kalkar. Bu da boş çıktı mı? Kahveye gideceğine belediyeye gelmiş, başkan rahatlığında makam işgal edebilen biri daha değil miymiş? Yahu ne güzel, ferah kafalar var böyle!
Kime benziyorlar?
Eşraftansa böyle yapmaz onlar, kısa oturur, çay içmeye bile kalmaz, şakasını, gırgırını yapar kalkarlar. Çünkü varsa da bu odada çözmezler işlerini.
Genel seçimin başkanları ve onların yanında oturan adamlar vardı ya neredeyse bir yıldır tanımlayamadığımız, böyle bir tecrübeden sonra kimi kime benzetirdiniz acaba?