Ben artık kimsenin derdini dinlemiyorum

Dilek Özder

Başkasının sorunlarını çözmekten kendi dertlerimi hep halı altına süpürmüşüm.

Her şeyi takmak, her derdi üzerimize almak sanki bizim vazifemizmiş gibi, başkalarının sorunlarını çözmeye çalışmak, aslında içimizde çözemediğimiz ya da çözmeye cesaret edemediğimiz problemlerimizi, sorunlarımızı unutma çabası değil midir?

Geçmişe dönüp baktığımda karşıma çıkan hep dert dinlemişliğim, aynı zamanda karşımdakilerin derdini çözeceğim diye, tüm enerjimi onlara harcamışlığım oldu. Tabii kendi dertlerimin çözümlerini de hep ertelemişliğim. Ertelediğim tüm dertlerim, birikmiş birikmiş dağ olmuş da haberim dahi olmamış. Peki, dertlerini dinlediğim arkadaşlarım ne olmuş. Saatlerce telefonda ve ya yüz yüze aynı kısır döngü içinde, aynı cümlelerin değişerek tekrar tekrar konuşulduğu incir çekirdeğini doldurmayacak dertlerini dinleyip dinleyip aman kırılmasın, aman üzülmesin diye işimi gücümü erteleyip, dinlediğim arkadaşlarım şimdi neredeler. Gerçekten neredeler (?) Ve ben artık kimsenin derdini dinlemiyorum.

En samimi dostlarımdan tutun da; iş, komşu ve diğer tüm arkadaşlarıma bu sözü aynen bu şekilde yüzlerine direkt söyledim. Ve bundan dolayı da inanılmaz özgürleştim. Bundan sonra benimle dertlerinizi paylaşmak yok, sadece şen kahkahalar attığımız, geçmişten günümüze kadar yaşadığımız ilginç olayları anlatıp güldüğümüz, mutlu olduğumuz konular var bundan sonra. Hatta şimdi ben geçmişte yaşadığım komik bir anıyı anlatarak başlayayım. Sizlere de yol açmış olayım.

Şu an okuyorsanız yazdıklarımı haydi interaktif bir etkinlik başlatmış olalım. Yazımın sonuna bırakacağım mail adresime yaşadığınız komik olayları yazarsanız, okuyup ben de gülme şansı bulur, hatta yazılarımın sonun da bir köşe oluşturur, gelen maillerden her bir yazımın sonunda paylaşımlar yaparım. Şimdiden kattığınız değer için teşekkürü kendime borç bileceğimi de belirtmek isterim.

Şimdi anlatacağım hikâye 19’lu yaşlarındaki bizlere göre çok komikti, şu an siz okurlarıma öyle gelmeyebilir, ama hâlâ o günü konuşup, gülebiliyoruz biz. O yüzden affınıza sığınarak yazmak istedim. Üniversite yıllarımızdı, tıp fakültesi içinde küçük, az kişinin kullandığı kantinin içinde ayrı bir bölüm vardı, sessizce ders çalışma imkanı bulduğumuz en kıymetlim, kıymetinden eksilme şöyle dursun, yaş aldıkça kıymeti daha da artan, geçen onca yıla, mesafelerin uzaklığına rağmen, görüşemesek de benim yegâne dostum, gençliğim, canım arkadaşım ile birlikte vize için ders çalışıyorduk. Sınav saati geldi, çattı, birlikte sınava gitmeye hazırlanıp çıktık oradan ama arkadaşım kalem kutusunu unuttuğunu fark etti ve geri döndü. Daha sonra ben dışarda arkadaşımı beklerken çok uzun süre gelmeyince ben de gittim içeriye. Kapıyı açıp içeriye girmeye çalıştım ama açılmadı kapı içeriden bir ses,

-Dilekk Dilekk!

-"Ne oldu?" dedim.

-Açılmıyor kapı.

-Nasıl açılmıyor?

-Açılmıyor işte...

Ben de zorlamaya başladım. Yok, açılmıyor, sınav başlayacak, eyvahlar olsun hemen koştum kantinciye, o "şu an benim başım kalabalık ilgilenemem" dedi, temizlik personeli bulmaya çalıştım öğlen molasıydı kimseyi bulamıyordum, ben de panik olmuştum; çünkü sınava geç kalırsak almıyorlardı. Sonra öğlen arası dönüşü yapan bir personeli yakaladım, "ağabey arkadaşım kantinin içindeki bölmede kaldı" dedim. Adam benimle geldi kapıyı zorluyor, bir şeyler yapıyor, kapı açılmıyor, o bölme yapılırken üst kısmı açık bırakılmış bir bölme şeklinde yapılmış. Adam birden kapının üstünden atlamaya kalktı arka tarafa. Ancak istediği gibi atlayamayınca tepe taklak düştü aşağıya. Ben dışarıda şokta! Bu adam ne yapıyor diye, arkadaşım da içeride şok elbette, içeriden sesleri geliyor arkadaşım diyor ki;

-Sen de kimsin, neden geldin buraya ve adam da kaldı mı içeride.

Ben kime gideceğimi şaşırdım, panik halde ona buna yardım edin diye koşturmacada. Bulduğum kişiye anlatıyorum "arkadaşım içeride kilitli kaldı bir abiden yardım etsin diye rica ettik, o da içeride kilitli şimdi" diyorum. Adam diyor ki "iyi de kilitliyse kapı, o adam nasıl içerde?" Gel de anlat şimdi bu durumu. Gelen kişi baktı açamıyor, bir tekme vurdu kırarak açıverdi kapıyı. Arkadaşımın çıkarken dışarı gözlerindeki panik bir yana, ben onun çıkmasıyla kendimi bir bıraktım, kahkahalarla yerlere.

Önce arkadaşım bana kızsa da ne gülüyorsun diye, sonradan birlikte gülmeye başladık, karnımızı tuta tuta. Adam tepeden geliverdi diyor başlıyoruz gülmeye, ben de diyorum afalladım bu adam ne yapıyor diye, bir de üstüne yeni bulduğum adama anlat anlatabilirsen, diğeri nasıl girmiş içeriye. Bir yandan koştura koştura gidiyoruz sınavımıza ama bir yandan da gülmekten gelemiyoruz kendimize. Sınav boyunca aklıma geldikçe gülerken üstüne gözetmenimiz ne oluyor çok mu? Kolay geldi sorular, gülüp duruyorsun demez mi? Bu daha büyük bir kahkaha atmama neden olmuştu, o yaştaki düşünce yapım ve halimle bana. Ne güzel gülmelerdi onlar, ne de güzel gülmüştük o yıllarda.

Gülümsemeniz yüzünüzde, umudunuz kalbinizde, mutluluğa açılan kapılarınız hep karşınızda olsun. Ve tüm işleriniz kolaylıkla gelsin sizi bulsun.

Email: dilek.ozder@hotmail.com