Ben on yaşında Halepli bir çocuktum. Hatırlıyorum babam bana üç tekerlekli bir bisiklet almıştı güneşli bir bahar günü. Sonra parka gitmiştik, bana bisiklet öğretiyordu güneşli bir bahardı. Bir ara düşmüştüm annem koşarak geldi, dizlerimi silkeledi canım yandı diye çok korkmuştu ben de biraz naz yaptım. Dedim ya güneşli bir bahardı…
Kardeşim emziğini çimenlerin üzerine düşürmüş minicik avuçlarıyla onu tekrar ağzına götürmeye çalışıyordu. Ablam bindiği salıncakta daha da hızlanmış kollarını iki yana açarak yükseliyordu sanki güneşi tutmak istercesine. Kardeşim emziğini almaya çalışırken yuvarlanıvermişti de hepimiz çok gülmüştük. Mutlu, güneşli bir bahardı… Baharlar birbirini kovaladı ben artık iki tekerlekli bisiklete biniyordum, kardeşim benim üç tekerleklime. Ablam artık büyümüştü ve bize pastalar yapıyordu. Okula gidiyordum, arkadaşlarım vardı bir sürü… Babam beni camiye götürmüştü yine bu Cuma. Hoca hutbe veriyordu. Müminler, diyordu müminler kardeştir. Oysa ben iki kardeşim var sanıyordum. O gün öğrendim milyonlarca kardeşim olduğunu. Babam müminler bir bedenin azaları gibidir demişti, azalardan herhangi birine zarar gelse tüm beden bunu hisseder.
Çok bir şey anlamamıştım, ama babam diyorsa muhakkak doğrudur dedim…
Aradan yine zaman geçti, artık baharlarda güneş parlamaz oldu. Artık çimenlerde yuvarlanan kardeşimin kahkahaları yerini korku dolu çığlıklara bırakmıştı. Ablam bize pasta yapamıyordu, hatta babam bize ekmek bulamıyordu. Bisikletten düşmeme dayanamayan annem, her bomba sesinde kendini bize siper eder olmuştu. Önce babam ayrıldı bizden ne oldu bilmiyorum. Dediler ki tutsak, başka birisi şehit olduğunu söyledi, bir diğeri ise hala düşmanla çatıştığını. Bu arada bizim düşmanımız kimdi? Oysa biz kimseye bir şey yapmamıştık ki? Bu bombalar neden patlıyor? Baba! Neredeysen çık gel artık!
Köşedeki fırın hep taze ekmek çıkarırdı acaba gitsem, fırıncı amcaya yalvarsam, bayat da olsa ekmek verir mi bana? Ama benim param da yok…
Yine de gideyim!
Tam köşeye yaklaşmıştım ki sanki gökten yıldızlar yere indi her yer ışıl ışıl, ama bu ses bu çığlıklar, yine mi bomba? Arkamdan annem ciğerleri yırtılırcasına koşuyor, sakin ol anne iyiyim! Sıkıca sarıldı bana, sanki beni yüreğinin içine alsa hiç zarar gelmeyecek gibi, yüreğine sokar gibi sarıldı. Yarısı yıkılmış evimize döndük, oysa nasıl da mutluyduk burada. Şimdi tek odanın içine sığmaya çalışıyoruz artık bahar da geçti hava ayaz. Küçük kardeşim hep ağlıyor ayakları mosmor.
Sonradan öğrendik soğuktan olmuş, kestiler.
Artık bombalar patlamasa bile bisiklete binemez, ben ona maç yapmayı da öğretecektim. Ama artık yürüyemez bile. Annemin gözlerinde hep yaş var, bir babama ağlıyor bir kardeşime.
Ablam artık annemiz gibi oldu, bizimle çok ilgileniyor üzerimize titriyordu, bizi neşelendirmek için şakalar yapıyordu. Küçük kardeşimi ona bırakıp yiyecek bir şeyler bulmaya gittik annemle. Geri döndüğümüzde komşularımız bizi eve sokmadılar. Biz yokken askerler gelmiş. Kardeşimi vurmuşlar, kaçamamış; ablama da kötü bir şey yapmışlar. Annem bayıldı. Ben ne yapacağım şimdi? Ben büyüdüm mü? Babam olsa ne yapardı? Sonra ablamın yanına aldılar bizi, ablam artık konuşmuyordu, gülmüyordu, bana da sarılmıyordu. Askerler kardeşlerini çok sevdiği için ona kızmışlardı da o yüzden mi artık beni sevmiyordu? Anlayamıyorum… Günler sonra bir sabah ben uyandım ablam uyanmıyordu. Her halde çok yorgun dedim, belki de hasta. Annem ateşimize bakmak için hep alnımızdan öperdi. Ben de ablamı alnından öptüm çok soğuktu. Herhalde üşüdü deyip ona sarıldım biraz ısınsın diye. Uyuyakalmışım ablamın koynunda. Nasıl da mis gibi kokuyor. Ablamı ne çok seviyorum. Uzun süredir bana sarılmıyordu ne çok özlemişim ona sarılmayı. Annemin acı acı hıçkırıklarına uyandım. Meğer ablam ölmüş. Ama ablalar ölmez ki hep kardeşlerini korur, hem hiç ölü gibi değildi. Yine kolları iki yana açılmıştı tıpkı bize sarıldığı gibi, tıpkı göğü kucakladığı o güneşli bahar günündeki gibi.
Ablamı mezara koydular. Bir keresinde ablam bahçede babamın kazdığı bir kuyuya saklanmıştı, hepimiz onu aramıştık da sonra babam bulmuştu. Çukura girip onu gıdıklamış, ablam kahkaha atarken de onu kaldırıp çukurdan çıkarmıştı. Baba! Neredesin? Gel, hadi ablamı tekrar çıkar çukurdan! Babam gelmedi… Ablam çukurda kaldı… Anne ablamı burada bırakmayalım o çok korkar yalnızlıktan. Biz de yanında kalalım!
Annem hep şehitlerim diye anıyordu artık kardeşimi ve ablamı. Şehit ne demek çok iyi biliyordum. Babam onu da öğretmişti bana. Ve sonra demişti ki şehitlik öyle yüce bir makamdır ki peygamberlikten sonra gelir. Acaba kardeşim cennette Peygamber efendimizin yanında mı şimdi? Hem cennete girince tekrar ayakları olacak istediği kadar koşabilir. Ablam ona pastalar da yapıyordur. Keşke ben de cennete gitsem! Hem onları çok özledim, hem de çok açım…
Hava çok soğuk, gece karanlık. Annemle birbirimize sarıldık battaniye üstümüzde sabahın olmasını bekliyoruz. Artık tek göz odamız da yok. Bombalandığında biz son anda kurtulduk. İkimizde çok zayıfladık. Ben on yaşındaydım ama yedi yaşımdaki kiloma geri döndüm. Annemin çok sevdiğim tombul yanakları içine çöktü. Olsun… Ben öyleyken de onun yanaklarını öpmeyi çok seviyorum. Anneme sarılıyorum biraz ablam kokuyor, bazen ablama sarılır gibi sarılıyorum, ama bunu anneme söyleyemem çok üzülür. Gece karanlık, havayı aydınlatan tek şey gecede birkaç kez düşen bombalar! Neyse ki güneş doğuyor…
Rüzgârlar artık ılık esiyor, galiba mevsim bahar. Ama güneş hala eskisi gibi parlamıyor. Halep sokakları hep taş toprak olmuş. En son hep beraber gittiğimiz park yıkık dökük. Babamla gittiğimiz Halep Ulu Camii artık yok. O günden bir şeyler hatırlıyorum. Babam söylemişti Müslümanlar bir bedenin parçaları gibidir. O zaman kardeşimin bacağı kesildiğinde kim bilir kaç Müslüman'ın canı yanmıştır, ablam öldüğünde ağlamışlardır eminim. Biz açız, yürüyüp koşacak mecalim yok, savaş bitse yemek yesek. Ama diğer Müslümanlar da yemek yerken bize dua ediyorlardır. Babam bana yalan söylemiş olamaz. Onlar da bizim kadar acı çekiyordur!
Babam doğru söylemiş, anladım. Diğer ülkelerdeki Müslüman kardeşlerimiz bombalanan fırınları ve açlığımızı duyunca bize ekmek göndermişler. Birazdan annemle ekmek almaya gideceğiz ve neyse ki aç geçen iki gecenin ardından ekmek yiyebileceğiz. Keşke ekmeğin içinde biraz çikolata olsa…
Ben bunları düşünürken sanki bir devin ıslığı gibi bir ses duydum, ne olduğunu anlayamadan annem beni kucağına aldı ama daha yerinden kalkamadan bomba üzerimize düştü. Ben yandaki evin duvarının altında kaldım. Beton, açlıktan minnacık kalan bedenime acımadan tüm kemiklerimi kırmıştı. Az önce beni kucaklayan annemin kollarını hissedebiliyordum ama vücudun kalan kısmı yoktu. Keşke öpmeyi çok sevdiğim yanağını öpebilseydim. Ama emin değilim galiba benim dudaklarım da parçalandı. Gözlerimin içine giren beton parçaları hiçbir şeyi görmeme izin vermiyordu. Moloz yığınlarının altında parçalanmıştı bedenim her yer toz olmuştu. Bir anda tanıdık bir koku aldım, bu ablamın kokusu… Sonra şen bir gülüş… Bu da kardeşim… Galiba kavuşuyoruz. Galiba karnım doyacak. Ben on yaşında Halep’li bir çocuktum. Kendinizden başka kimseyi sığdıramadığınız koca dünyayı size bırakıp Cennet’e gidiyorum… Ve sizi şikâyete… Hem bizi vuranları, hem de babamın anlattığı gibi olmayan Müslümanları. Ben Halep’li bir çocuktum, güneşli bir bahar gününde çocukluğumdan vuruldum!